“Ya Ben Çocuk Değilim, Ya Siz Büyük Değilsiniz”

Ya Ben Çocuk Değilim, Ya Siz Büyük Değilsiniz”

İnsan beyni ve onun uzantısı olan emeği, insanlığın en önemli hazinesi olma özelliğini sürdürüyor.

“Bilgi paylaşıldıkça zenginleşir” ilkesinden yola çıkarak, geniş kitlelerin, en iyi ve en ileri eğitimi alması beklenirken gördüğümüz şudur : Günümüzde, iktidarların sınıf temelli yaklaşımları, eğitim sistemini “toplum için” olmaktan çıkarıp, “siyaset ve küresel çıkarlar” için alet olmaya itmektedir. Seçilmiş beyinlerin ileri eğitimi, beyin gücünü küreselleşmenin merkez ülkelerine çekerken (tıpkı zenginlikleri olduğu gibi); kitlelerin büyük bölümü eğitilirmiş gibi yapılmaktadır.

Bu aldatmacanın farkına varan genç beyinlerimiz, bireysel kurtuluş olanakları aramaktadır. Eğer aileniz dar gelirliyse ve size başka bir seçenek sunulmamışsa, kısa yoldan yaşama atılmak zorundasınız. Meslek liselerine ulaşamıyorsanız, erken yaşta çalışma yaşamına atılıp; hem günü kurtarmak ve hem de geleceğinizi kurmak zorundasınız. Ne pahasına olursa olsun çalışmak zorundasınız.

Yetersiz eğitim gören çocuklarımızın çalıştıkları işyerleri de düşük teknolojili ve iş sağlığı güvenliği koşulları yetersiz işyerleridir. Onlara verilen rol ve pay, eğitimleri ölçüsündedir ve düşüktür (1,2). Yasalarımız, ilköğretimini tamamlayan çocukların, yaşama atılmalarının kestirme yolunu “çıraklık” olarak göstermektedir (Bir gün okula gidip kuramsal eğitim alacaksın, beş gün işyerinde işçi gibi çalışıp pratik eğitim alacaksın. Ama sana “öğrenci” denecek ve işçi haklarından yararlanamayacaksın). Ama 2012 TÜİK istatistikleri ve 2014-15 Milli Eğitim Bakanlığı istatistikleri, bu hedefin ancak %24 oranında tutturulabildiğini ortaya koymaktadır. O zaman geri kalan 680.000 çocuğumuz çok daha korumasız koşullarda ve eğitimden uzak yaşama atılmış olmaktadır (Sözgelimi yasa dışı olarak çok daha küçük yaşlarda çalışma yaşamına atılmaktadırlar) (3,4).

ya-ben-cocu-k-degilim

İş kazalarına gelince : Bugüne kadar sorumsuz bir tutum sergileyen işverenlerin ve devlet otoritelerinin, çalışan çocukların uğradıkları iş kazalarında da farklı davranması beklenebilir mi? Hayır. 2013 yılında, SGK istatistiklerine göre (yalnızca çırakları kapsıyor; yani ekonomik faaliyet gösteren çocukların % 24’ü), 2.844 çocuk iş kazasına uğramıştır; bunların 19’u yaşamını yitirmiştir. Ne yazık ki, kadınlar, bu tablonun da mağdurudur. Hem tüm iş kazalarında ve hem de ağır sonuçlar getiren (5 gün ve daha fazla işgöremezlik yapan) olgularda, çalışan kadınlar içerisinde çalışan küçük kızların payı; erkek nüfusuna oranla daha fazladır. Bu çalışan küçük kızların, daha korumasız ve daha hoyratça çalıştırıldığını ortaya koymaktadır (5).

Bu sergilediğimiz tablo, çalışan çocukların içinde bulundukları sahneyi tanımlamaktan çok uzaktır. TÜİK Çalışan Çocuklar İstatistikleri (2012), ekonomik faaliyet içerisinde sayılan bu çocuklardan çok daha fazlasının “ev işlerinde” çalıştığını ortaya koymaktadır. Bu çocukların sayısı 7.503.000’dir. Aileleri için çalışmaktalar; yemek pişirme, çamaşır yıkama, ütü yapma, alışveriş, küçük kardeşlere ya da hastalara bakma, evi temizleme, evdeki eşyaları onarma vb işler yapmaktadırlar (Evlatlık verilenler de bu kapsamda değerlendirilmektedir) (6). Bu son grubun yaptıkları, sanki masum ve aile olmanın bir gereği gibi görünse de, onları eğitimden ve eğitimde başarıdan alıkoyduğu ölçüde, yazının girişinde tanımladığımız çerçeveyle bütünleşmektedir.

Bu istatistiklerin kapsamadığı ama 18 yaşın altında olduğu ve yoğun ev işi yaptığı için gözlerden uzak tutulmaması gereken bir grup da “çocuk gelinler”dir. Hem kendileri işçidir ve hem de çocuklarının geleceğine ipotek konulmaktadır. Erken evliliğin getirdiği yüksek doğum ve dar gelirlilik, çocukların da eğitim şansını azaltmaktadır. Bu da yine, yazının girişinde tanımladığımız çerçeveyle bütünleşmektedir.

Eğitim ve sorunları, sosyal politikadan ayrılamaz. Çocuklarımızın örgün eğitimde tutunabilmeleri ve başarılı olabilmeleri de, sosyal politikanın önemli öznelerinden biridir. Ancak bu yaklaşımın başarılı ve kalıcı olabilmesinin koşulu, mutlaka tüm ailelerin “insanca yaşam düzeyini” yakalayabilmesi gerekir.

Çocuk emeği utancına son verebilmek için,

  • Sosyal devlet eliyle, herkesin, ekonomik ve sosyal yönden “insanca” bir düzeyde yaşaması sağlamalıyız.
  • Evlilik yaşını 18’in altına düşüren tüm “hülle”lerden kurtulmalıyız.
  • Çocukları “çırak” adı altında işçi gibi çalıştırmaktan mutlaka kaçınmalıyız.
  • Kız erkek ayırımı yapmadan, bütün çocukları örgün eğitime yönlendirmeliyiz.
  • 13 yıllık kesintisiz eğitimi getirmeli; “kentli evleri” (7.8) ile okulda tutunmalarını sağlamalı ve onlara yeni dünyalar açmalı; bütün bunların yanı sıra mutlaka karınlarını doyurmalıyız.
  • Derslerini iyice öğrenmeden, ev işleriyle onların zamanını ve enerjisini çalmamalıyız.
  • İşçi sendikaları, tabana ulaşan söylemlerle, hem sosyal politikaların egemen kılınmasının ve hem de çocuk işçiliğiyle mücadelenin başını çekmelidir (9).

OKUMA LİSTESİ :

  1. Fişek A.G. (1986) : “Çocuk İşçilerin Mediko Sosyal Sorunları”, (Araştırma Raporu). (Erişim : http://kutuphane.fisek.org.tr/kitap.php?book_id=79)
  2. Fişek A.G. (1993) : “Ülkenin Geleceğine İpotek : Çocuk Emeği”, Petrol-İş Yıllığı’92
  3. Çalışan Çocuklar 2012 (2013), ILO-TUİK Yayını, TUİK Yayın No. 4113.
  4. http://sgb.meb.gov.tr/istatistik/meb_istatistikleri_orgun_egitim_2014_2015.pdf
  5. Fişek, A.G; (1998), “Çocuk Emeğinin Sona Erdirilmesi: Kız ve Erkek Çocuk Arasındaki Farklar”, Çalışma Ortamı, Ocak-Şubat, sayı 36, s. 2-4 (Erişim : http://calismaortami.fisek.org.tr/1998/01/).
  6. Özbay F. (1999) : Türkiye’de Evlatlık Kurumu, Köle mi? Evlat mı? (Erişim : http://www.academia.edu/1156044/TURKIYEDE_EVLATLIK_KURUMU_KURUMU_KOLE _MI_EVLAT_MI)
  7. Fişek A.G. (2009) : “Kentli Evi” Kavramsallaştırması, Çalışma Ortamı Dergisi, Mayıs Haziran Sayı : 104 s.12 (Erişim : http://calismaortami.fisek.org.tr/2009/05/).
  8. http://www.fisek.org.tr/projeler/genc-kiz-evi/haberler-ve-yorumlar/
  9. Karabulut Ö. (1998): ”Çocuk İşçiliğine Karşı Sendikal Mücadele : Türk-İş Modeli”, Türk-İş Yayını No. 224