Kategori «Sosyal Dışlanma»

Sosyal Dışlanmaya Kuramsal Yaklaşımlar

Yoksulluk ve fakirliğin tarihi, insanlık tarihi kadar eski olsa gerek. Çünkü topluluk halinde yaşadığı bilinen ilk insanlar arasında bile temel gereksinmelerini karşılamak konusunda daha şanslı olanlar ve daha zor durumda olanlar hep var olmuştur. Ancak fakirlik ve yoksulluk gibi kavramlar, özellikle sanayi devrimiyle birlikte, toplumda sınıflar arası servet, gelir dağılımı ve yaşam koşulları açısından büyük uçurumlar oluştuktan sonra dikkat çekmeye başlamıştır. İster siyasal ister sosyal ister iktisadi, ne nedenle olursa olsun, yığınlarla insanın çok zor koşullar altında yaşaması ve sefalete mahkum olması, diğer taraftaysa sayıca küçük bir azınlığı oluşturan grubun büyük bir zenginlik ve refah içinde yaşıyor olması, doğal olarak tepkilere neden olmuştur. Ve bu, özellikle batı Avrupa ülkelerinde örgütlü hareketlerin başlamasını tetiklemiştir. Birçok karşı koymaya, sınıfsal ve ideolojik mücadeleye karşın, liberal ekonomik sistem 19 ve 20’nci yüzyıllar boyunca bir taraftan büyük bir zenginlik ve refah yaratırken diğer taraftan da milyonlarca insanı açlık ve sefalete itmiştir. Bu gelişmeler farklı ülkelerde farklı şekillerde kendini göstermiş ve genel olarak sosyal, siyasal ve iktisadi haklardan ve varlıklardan yoksun olan insanlar, sosyal devlet kavramı ve uygulama alanı genişledikçe daha büyük bir ilginin odağı haline gelmişlerdir.

SOSYAL DIŞLANMA SORUNSALINA TÜRKİYE DÜZLEMİNDE GELİŞTİRİLEN MODEL UYGULAMALAR: FİŞEK ENSTİTÜSÜ ÇALIŞAN ÇOCUKLAR BİLİM ve EYLEM MERKEZİ VAKFI FAALİYETLERİ (26.11.2005, İstanbul)

1.Sosyal Dışlanma Kavramı ve Özellikleri:

Sosyal dışlanma kavramının, Küreselleşmenin ortaya çıkardığı sorunlar çerçevesinde, sosyal politika literatürüne 1990’lı yılların sonundan itibaren hızlı bir giriş yaptığı görülmektedir. Sosyal dışlanma kavramı üzerinde, kavramın tam olarak ne ifade ettiği, zaman ve mekan bağlamında gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar için evrensel bir geçerliliğe sahip olup olmadığı yönünde tartışmalar sürmekte ve yakın bir gelecekte de bu tartışmaların sona ermeyeceği görülmektedir. Bu tartışmaların temelinde ise, sosyal dışlanmanın Avrupa kökenli bir kavram olarak ortaya çıkışının etkisi büyüktür. Kavram, Avrupa yaşanan ekonomik ve sosyal yapıdaki değişimler karşısında sosyal korumaya olan gereksinimde ortaya çıkan artış ve çeşitlenme karşısında, sosyal devlet anlayışında ortaya çıkan değişime uygun olarak bir çözüm yolu bulma isteğinin bir ürünüdür(Pasif kullanımdan, aktif katılıma geçiş). Bu bağlamda AB’de kurumsal düzlemde, sosyal dışlanma ile mücadele (sosyal içerme) Amsterdam Antlaşması( 136-137 mad.) Birliğin amaçları içinde yer almış, 2000 Lizbon Stratejisi ile de 2010 yılına kadar yoksulluğun ortadan kaldırılması aba amacı ekseninde, sosyal içerme; sürdürülebilir ekonomik büyüme, daha çok sayıda ve kaliteli iş ile sosyal bütünleşmede önemli bir unsur olarak kabul edilmiştir. Bu uzlaşı sonrası, ye devletlerin sosyal içerme stratejilerinde koordineli hareket etme anlamında görüş birliğine varılmıştır. 2003 yılında Avrupa Komisyonu, Lizbon stratejisini güçlendirme bağlamında, sosyal korumanın farklı boyutlarını bütünleştirme adına, sosyal içermeyi, emeklilik reformu, sağlık hizmetleri ve uzun dönemli sağlık hizmetlerinin sunumu ile birlikte ele alma stratejisine geçiş yapmıştıri. Her ne kadar sosyal dışlanma konusunda Türkiye’de resmi bir tanım olmamakla birlikte, Türkiye ‘de AB ‘ne aday ülke olma sıfatı ile

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN SOSYAL KORUMA SORUNSALI OLARAK
“SOSYAL İÇERME POLİTİKALARI”

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 80    Yıl : Mayıs Haziran 2005

Küreselleşmenin bir alt kavram seti olarak sosyal dışlanma, 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başından itibaren, değişen ekonomik ve sosyal yapı içinde sosyal koruma literatürüne hızlı ve etkili biçimde giriş yapan bir kavram olarak karşımıza çıkmıştır. Esasen, sosyal dışlanma kavramı üzerinde, kavramın ne anlam ifade ettiği, alana yeni bir katkı sağlayıp sağlayamadığı, zaman ve mekan olarak gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan toplumlar açısından evrensel bir geçerliliğe sahip olup olmadığı yönünde, akademi yazınında tartışmalar sürmekte ve yakın bir gelecekte de tartışmalar sonlanmayacak gibi görünmektedir.

GÖÇMEN GRUPLARIN SOSYAL HAKLARI

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı :   89  Yıl : Kasım Aralık 2006

Yaşadığımız dünya, 1990’lı yılların başından bu yana artan oranda göç dalgalarına tanık olmakta. Bu dalgalar içinde çok farklı göçmen grupları bulunmakla birlikte, insanların doğdukları ülkeleri terk ederek, bir başka yerde yaşamak istemelerinin ortak nedeni, küreselleşmenin beraberinde getirdiği, ekonomik, sosyal ve siyasi dengesizlikler sonucu yaşam kalitesinin hızlı bir biçimde aşınmasıdır. Yaşam kalitesinin hızlı bir biçimde aşınmasını sağlayan temel araç ise, sosyal devlet temelinde yükselen sosyal hakların eritilme sürecidir. Tüm bu yapı içinde, görece daha iyi yaşam standartlarına sahip olunduğu düşünülen gelişmiş ülkelere gitmek isteği artmakta, ancak çoğu zaman gidilen ülkelerde umulan bulunamamaktadır. Bu sonucun ortaya çıkmasında, tıpkı göç dalgalarının artmasında olduğu gibi, göç alıcısı gelişmiş ülkelerin sosyal devlet sistemlerinde, genelde göçmenlerin aleyhine işleyen yeniden yapılanmalar ve göç politikalarında farklı göçmen gruplarına farklılaştırılmış haklar sağlayan tabakalı yapı bulunmaktadır.

SOSYAL İÇERME BELGESİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Dr. Seyhan Erdoğdu, Dr. Şenay Gökbayrak

Türkiye, Avrupa Birliği’ne adaylık sürecindeki yükümlülüklerinden biri olan sosyal dışlanma ile mücadelede üye ülkeler ve aday ülkelerin ulusal eylem programı olarak kabul edilen belgeyi kısa adıyla JIM (Joint Inclusion Memorandum) hazırlama çalışmalarına 3 Aralık 2004 tarihinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığının koordinatörlüğünde başlatmıştır. İlgili kamu kurumları, sosyal taraflar, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerden oluşan geniş katılımlı toplantıların sonucunda, ilgili daire 26 Eylül 2006 ‘da taraflarca değerlendirilmek üzere belgeyi tartışmaya açmıştır. Bu yazı söz konusu belgenin, Avrupa Komisyonu tarafından incelenen metninin genel bir değerlendirmesini oluşturmaktadır.

VAROŞLARDA YAŞAM VE KADINLAR

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 65    Yıl : Kasım Aralık 2002

Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren başlayan köyden kente göç olgusu, kentlerde yeterli konut ve istihdam olanaklarının olmaması sonucu, kente yeni gelenlerin kendilerine yaşam alanı olarak kentin tercih edilmeyen nehir yatağı, dağ yamacı gibi alt-yapısı bulunmayan dezavantajlı bölgeleri seçmelerine neden olmuş, böylelikle varoş olgusu ortaya çıkmıştır. Yaşanan ekonomik ve toplumsal sorunlar, bu alanlardaki yoksulluk ve yoksunluğu daha da artırmakta, bu olguların beraberinde getirdiği risklerden ise toplumsal cinsiyet rolleri göz önüne alındığında kadınlar daha fazla etkilenmektedirler. Dolayısıyla varoşlara ilişkin bir risk değerlendirmesi yaptığımızda kadınlar ve çocuklar öncelikli gruplar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Artan yoksulluk bir yandan kadınlar için mevcut risklerin etkisini daha da artırırken, diğer yandan çeşitli yeni riskleri de beraberinde getirmektedir. Yoksullukla beraber gelen en önemli sorun, beslenme, altyapı yetersizlikleri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sağlık sorunlarıdır. Türkiye’de yoksulluğun görünümlerini ortaya koyan çalışmalar, bu acı gerçeği büyük bir açıklıkla göz önüne sermektedir1. Bu beraberinde, hane içinde kadına biçilen temel rol olan ev işleri ve çocuk bakımının da zorlaşmasını getirmekte ve böylece kadınlar üzerindeki fizyolojik ve psikolojik yükler ve dolayısıyla riskler artmaktadır.

SOSYAL POLİTİKADA “AVRUPALI” BİR KAVRAM: SOSYAL DIŞLANMA

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 75    Yıl : Temmuz ağustos 2004

1980’li yıllardan itibaren dünyanın hemen her yerinde uygulanan yeni liberal politikalar giderek derinleşen bir sosyal krize yol açtı. Tüm dünyada işsizliğin artışı ve uzun süreli hale gelişi ile birlikte sosyal korumanın azaltılması, yoksulluğun artışına ve bu sürece paralel olarak da geniş toplum kesimlerinin “sosyal dışlanma” denilen bir olgu ile karşılaşmalarına neden oldu.

Uzun süreli işsizliğin ve esnek istihdam biçimlerinin yaygınlaşması, sosyal korumanın ve sosyal hizmetlerin daraltılması ve azaltılması, mutlak ve göreli anlamda yoksulluğun artması ve demokratik katılımın zayıflaması ile bağlantılı çok yönlü dinamik bir süreç olarak beliren sosyal dışlanma, küresel bir olgu olmakla birlikte, sosyal politika alanına “Avrupalı” bir kavram olarak girdi.