Kategori «Sosyal Hekimlik»

TERZİ KENDİ SÖKÜĞÜNÜ DİKEMEZ

“Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü” Dergisi, Aralık-Ocak-Şubat 2014-2015 No.33

TERZİ KENDİ SÖKÜĞÜNÜ DİKEMEZ

(Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni)

Sağlık alanında çalışanlar doktoru olsun, hemşiresi olsun, ebesi olsun, bir çok sağlık ve güvenlik tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ama bunlara karşı alınacak önlemleri, tek başına, onun düşünmesi ve uygulanması için kovalaması beklenmemelidir. Bundan ötürü, onun “kendi söküğünü dikemeyeceğini” başlık olarak seçtik. Sağlık çalışanlarının karşı karşıya oldukları sağlık ve güvenlik tehlikelerini tanımlayıp, değerlendirmek ve insanı etkilememesi için alınması gereken önlemleri önermek ve aldırtmak, “işveren tarafından görevlendirilen” ve “çalışanlar-çalışan temsilcileri tarafından denetlenmesi gereken” işyeri hekimleri ile iş güvenliği uzmanlarının görevidir.

SOSYAL İYİLİK HALİ

SOSYAL İYİLİK HALİ

Hastalık, tıp bilimini ilgilendirir. Bırakalım doktorlar uğraşsın. Ama sağlık, hem tıp bilimlerinin ve hem de sosyal bilimlerin önemli bir konusudur. Çağdaş sağlık anlayışının en olgun tanımını, 1948’de imzalanan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Anayasası’nda buluyoruz. Bu aynı zamanda 1961’de yayınlanan “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun”da da yinelenmektedir. Şöyle diyor : “Sağlık, yalnızca hastalık ve sakatlığın olmayışı hali değil; bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik halidir”.

Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta, tek başına bedensel ve ruhsal iyilik halinin, “sağlıklı” olmak için yetmemesidir. “Sosyal iyilik hali” ile tamamlanması zorunludur. Bunu yapmak için, önce sosyal iyilik halinin ne olduğunu aydınlatmaya çalışalım.

HALK SAĞLIĞINDA İZ BIRAKANLAR | PROF.DR.NUSRET H.FİŞEK : BİR ÖNDERİN SEYİR DEFTERİ

HALK SAĞLIĞINDA İZ BIRAKANLAR

PROF.DR.NUSRET H.FİŞEK : BİR ÖNDERİN SEYİR DEFTERİ

Nusret Fişek 1914’te Sivas’ta doğduğu gün, babası Sivas’ın doğusunda, dağlarda düşmanla savaşıyordu. Uzun yıllar, yurdu için savaşan babasını çok az gördü. Bunu, anne ve babasının, Anadolu’da oradan oraya göreve gittikleri dönem izledi. O da yatılı olarak Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Tıp Fakültesi’ni okudu.

1933 Üniversite Reformu’nun mimarlarından İsviçreli Pedagog Prof.Albert Malche, çok geniş ve ayrıntılı ön-inceleme raporunda profesörlerin özelliklerini tanımlarken şöyle diyordu (H.Widmann 2000, s.35):

SAĞLIKTA SOSYALLEŞTİRME: “GENEL” İLE “YEREL”İN ÖNEMİ

SAĞLIKTA SOSYALLEŞTİRME: “GENEL” İLE “YEREL”İN ÖNEMİ1

Giriş

Türkiye’de sağlık hizmetlerinin yurt düzeyinde eşitlikçi bir biçimde sağlanması için 1960’ların başında uygulamaya konulan yaklaşım pek çok incelemeye konu olmuş, bu çalışmalarda sağlık yönetiminin ve politikasının bu dönemi diğer dönemlerden keskin bir biçimde ayrılmıştır. Sağlığın sosyalizasyonu4, 1960’lı yılların planlı kalkınma yaklaşımı ile birlikte düşünülmesi gereken bir konudur. Buna göre, planlama, ulusal kalkınmanın en temel aracı olarak tanımlanmıştır. Bu yaklaşımın ilk meyvesi 30 Eylül 1960 tarihinde Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) kurulması olmuştur. DPT’nin kurulmasıyla, kapsamlı planlama (comprehensive planning) anlayışı uygulamaya konulmuş, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çalışmaları başlatılmıştır.5 Bu dönemde toprak reformu, vergi reformu, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin yeniden örgütlenmesi, eğitim, insangücü planlaması ve sağlıkta sosyalleştirme konuları öne çıkmıştır.6

Sağlıkta Ticarileşmenin İki Hedefi : Sağlık Ocakları ve İşyeri Hekimlikleri

Türkiye, iyi günler de gördü; her zaman, basiretsiz ve çıkar gruplarının etkisi altında kalan yönetimlerle yönetilmedi. Tersine öngörüsü olan ve insan odaklı politikalarını uygulayacakları araçları çok iyi seçen ve bir ülkünün peşinden giden yönetimlerle de yönetildi.

İşte işyeri hekimlikleri (1930) ve sağlık ocakları (1961), böylesi dönemlerin bize bıraktığı birer miras. Bu iki kurumun, Cumhuriyet’in anıt kurumları arasında sayılması yadırganmamalıdır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu döneminde, böylesi “halkçı” yaklaşımla yönetilen sağlık birimlerine rastlamamaktayız.

Ortak özellikleri :

  1. Sağlık mevzuatımızın iki başyapıtı ile uygulamaya konuldular.

İşyeri hekimliklerinden ulaşılabilen ilk örnek 1908 yılında yabancı şirketler tarafından işletilen demiryolları işletmelerinde ve yalnızca burada çalışan memurlar için işyeri hekiminin görev yapmasıdır (1). Cumhuriyet sonrası, bu uygulamanın, zorunlu kılınması ve yaygınlık kazanması için, Genel Sağlığı Koruma Yasası’nın -Umumi Hıfzıssıhha Kanunu- (1930 tarih ve 1593 sayılı) beklenilmesi gerekti. İşyeri hekimliklerinde temel yaklaşım, çalışma alanlarının odak olarak alınmasıdır.

Sağlık ocaklarına, farklı adlar altında da olsa, ulaşılabilen ilk örnek, 1871 yılında ortaya konulan memleket hekimlikleri ve onu izleyen hükumet tabiplikleri uygulamasıydı. Bunlar, koruyucu hekimlik felsefesi temelli değillerdir. Buna karşın, Ankara-Etimesgut’ta Dr.C.Or tarafından uygulanan çalışma (1936), çağdaş anlamda ilk basamak sağlık hizmetlerinin ilk habercilerindendi. Bu örneklerin, kavramsallaştırılması, bir model olarak sunulması ve ülke çapında yaygınlaştırılması için, 1961 yılının, 27 Mayıs 1960 sonrası geliştirilen sosyal politikanın yüceltildiği dönemin beklenilmesi gerekti. Bu dönemde hazırlanan ve uygulamaya konulan, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Yasa’nın (1961 tarih ve 224 sayılı) temel yaklaşımı, yaşama alanlarının odak olarak alınmasıdır.

  • 2. Her ikisi de, koruyucu hekimlik uygulamalarını temel alan bir yaklaşımın ürünü ve aracıydılar. İşyeri hekimliklerinin temel işlevi, işyerlerini sağlıklı güvenli çalışma koşullarını kavuşturmak yoluyla iş kazalarının meslek hastalıklarının önüne geçmekti. Hastalanan işçilerin erken tanısı yoluyla onların sağlıklarını yitirmelerini önlemekti. Sağlık ocakları da öyle. Çevrelerindeki sağlık tehlikelerini ortadan kaldırarak, toplumun hastalanmasının önüne geçmek, hastalananların da bir an önce iyileştirilerek, hem kendileri ve hem de çevreleri için bir tehlike kaynağı olmalarını önlemekti. Her ikisinde de, tedavi edici hekimlik son başvurulacak olan yöntemdi.
  • 3. Her ikisi de topluma en yakın sağlık birimleriydiler (ilk basamak).

İşyeri hekimlikleri, hemen işçilerin çalıştıkları yerde, onların yanı başında konuşlanmıştı. İşyeri hekimine başvurması, işçi için bir iş kaybı oluşturmamaktaydı. Bu bakımdan işveren için bir olumluluktu; izin alma ya da direnç sorunu aşıldığı için de işçinin yaşamını kolaylaştıran bir uygulamaydı. Sağlık ocağının da, yaşanılan mahallede ya da köyde olması, ulaşımı bir sorun olmaktan çıkarmakta, kadın ya da erkek, yaşlı ya da genç, herkesin kolayca başvurmasını olanaklı kılmaktaydı. Kapalı bir çevrede hizmet sunuyor olması da, sağlık personeli ile toplum arasında yakın ilişkilerin gelişmesini, dostlukların kurulmasını sağlamakta; bu da hizmetin, sıcaklığını ve etkinliğini arttırmaktaydı.

  • 4. Her ikisi de yozlaştırılmak ve kurulmalarındaki gerçek amaçlardan uzaklaştırılmak için, mücadelelerin odağı haline geldiler. Her iki kurumun da koruyucu sağlığı hedeflemesi, tüm toplumu hizmetin kapsama alanı içerisine sokmaktaydı. Böylece, sağlık da, ülke çapında yürütülen sosyal politikanın ve insan hakları mücadelesinin bir parçası haline gelmekteydi. Hiç kuşkusuz bu ilerici adımın karşısında bir de “gerici” cephe vardı. Her iki dönemde de, sağlık, sosyal politikanın ileri-geri mücadelesinin cephelerinden biri haline geldi (1).
  • 5. Her ikisi de, bugün ayaktadır. Sosyal politikanın ileri – geri mücadelesi bugün de sürmektedir. Tüm yozlaştırma ve yıkma çabalarından ağır yaralar almış olmasına karşın, iki kurum da varlığını sürdürmektedir. Çünkü, hizmetten yararlananların gözdesi olmuşlardı ve sahipleniliyorlardı.
  • 6. Her ikisinin işlevlerini tam olarak yerine getirebilmeleri için, ekip çalışması gerekliydi. Bir mesleğin yüceltilmesinden çok, birlikte amaca ulaşma öne çıkarılmaktaydı. Sağlam kişileri hedef olan hizmetler (koruyucu hizmetler), sağlık insangücünün en geniş yelpazede hizmete katılımını olanaklı kılar. Hiçbir çalışanın bir başkasından daha değerli olmadığı, herkesin kendi mesleğini uyguladığı bir birliktelikten söz ediyoruz. Onun için koruyucu hizmetin egemen olduğu işyeri sağlık birimlerinde ve sağlık ocaklarında, doktorların yıldızlaşmasından çok, bir ekibin, planlanmış hizmetini yerine getirmesi önemlidir.
  • 7. Her ikisi de, en az hastalanma ve en az yaralanmayı hedefliyordu. Bu yüzden de, hastaların sırtından para kazanma olanağı yoktu. Her iki kurumun da amacı, halkın sağlık düzeyinin yükseltilmesiydi. Tüm yurttaşlar için sağlıklı, kaliteli ve uzun ömür hedefleniyordu. İnsanlar için tercih edilen bu özellik, sağlıktan para kazanmayı hedefleyenler için ise tam bir “kabus”tu. Sağlıkta neo-liberal sistemi getirmeyi hedefleyen “dönüşüm” için hazırlanan toplantıları “ilaç endüstrisi”nin ve Dünya Bankası’nın finanse etmesi anlamlıdır. Sağlam kişi, neden sağlığı için para harcasın; çoğunluğu sağlamlardan oluşan toplumlarda hangi aklı başında yönetici “mantar biter gibi” her sokağa bir hastane açabilir?!
  • 8. Her ikisinin finansmanı da, doğrudan hizmet alanlar tarafından yapılmıyordu. İşyeri hekimliklerinin (ya da bugün gelinen noktada ortak sağlık-güvenlik birimlerinin) giderleri işveren tarafından üstlenilmektedir. Sağlık ocakları ise, başvuranlardan değil, genel bütçeden giderlerini karşılamaktadırlar.

Bu iki anıtsal yapının bir birinden ayrılan özellikleri de vardır. Bu farklı özellikleri şöyle sıralayabiliriz :

  • İki ayrı bakanlık tarafından uygulamaları izleniyordu. Yasalarla güvence altına alınan bu birimlerden, işyeri hekimlikleri Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca; sağlık ocakları da Sağlık Bakanlığı’nca meslek uygulamaları bakımından denetleniyordu.
  • Sahip çıkması gereken baskı grupları birbirinden farklıydı. İşyeri hekimlikleri, işçi, işveren kuruluşları ve hekimlerin meslek odalarınca sahipleniliyordu. Sağlık ocakları ise, çevre halkınca ve sağlıkçıların meslek odaları-derneklerince savunuluyordu.
  • Finansman kaynakları ve yönetimleri farklıydı. İşyeri hekimlikleri işverenlerce, sağlık ocakları ise genel bütçeden finanse ediliyor ve yönetiliyordu.

Bugün gelinen noktada, Cumhuriyetin bu iki anıt kurumunun kapısına kilit vurulmak istenmektedir. “Yeni İstihdam Paketi” olarak anılan İş Yasası’ndaki değişiklikler ve “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası (SS-GSS)” ile bu konuda önemli hamleler yapılmıştır.

İşyeri hekimlikleri, zaten kurulduğu andan başlayarak tedavi edici hekimlik anlayışı içerisine hapsedilmeye çalışılmıştır. 2008’de İş Yasası’nda gerçekleştirilen değişikliklerle, işyeri hekimliği, işveren tarafından “satın alınabilir bir hizmet (bir meta)” konumuna indirgenmiştir. Ayrıca aile hekimleri, ilk basamak hizmet birimi olarak tanımlanarak, “işyeri hekimliği” işlevini üstlenmeleri de dayatılmaktadır. Bu bakış açısı ve kurulan tuzak, başta koruyucu hizmetler olmak üzere bir çok sosyal işlevini zedelemeyi hedeflemektedir. Ancak bu geri mücadeleye, Türk Tabipleri Birliği dışında karşı çıkan olmamıştır.

Sağlık ocakları, zaten 1965 yılından başlayarak, budanmaya etkisizleştirilmeye ve yok edilmeye çalışılmıştır. Bugüne değin, başlangıçtaki “ülkü”sünden çok şey yitirse de, sağlık ocakları, halkın gereksinmelerini karşılamayı ve ondan destek almayı sürdürmüştür. SS-GSS, sağlık ocağını ticari bir işletmeye çevirmeyi ve patron olarak da aile hekimini koymayı hedeflemektedir. Burada bir takım oyunundan ve insani amaçlı bir hizmetten artık söz edilemeyecektir. Aile hekimi, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) katkılarıyla, kar amaçlı ve sağlık işçilerinin sömürüsü temelinde bir ticari faaliyet sergileyecektir.

Cumhuriyetin iki anıt kurumunun sonunu getiren bu müdahale kendisine “Sağlıkta Dönüşüm” adını vermektedir. Ne yazık ki, burada “dönüş”mek değil, bir “dönüş” vardır. Bu da Cumhuriyet öncesi döneme ve “parası olana sağlık hizmeti” ve “parası olmayana ise hayır hizmeti” sunulması uygulamasına bir dönüştür.

Sosyal politikanın ileri-geri mücadelesinde, yapılan bu gerici atılıma karşı verilmesi gereken tepki, Cumhuriyetin Anıt Kurumlarını sahiplenmek ve kuruluşlarında ortaya konulan “ülkü”ye inançla sahip çıkmak olmalıdır.

KAYNAKLAR :

(1) Fişek A.G. : “Türkiye’nin Sosyal Politikasında İleri-Geri Mücadelesi” (Cumhuriyetin Temel Değerleri Işığında Sosyal Hukuk Devleti Paneli içerisinde), Düzenleyen : Adalet Mensupları Dayanışma Derneği, 14 Mart 2008 Ankara.

Never forget to use the Div – Table converter and the online HTML editor to compose perfect articles for your website!

SAĞLIK VE DEMOKRASİ

2 Haziran 1990
Sağlık Meslek Birlikleri Danışma Kurulu Başkanı
ve Türk Tabipleri Birliği Genel Başkanı

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 47 Yıl : Kasım Aralık 1999

Kişilere sağlıklı bir yaşam sağlayabilmek için sağlığı ilgilendiren tüm faktörleri, olumlu yönde geliştirmek gerekir. Bu faktörleri sağlığı doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen hizmetler olarak iki grupta ele almak olasıdır. Doğudan etki yapan faktörler kişilerin sağlığının korunmasına, hastaların tedavisine ve sakatların rehabilitesine yönelik önlemlerdir. Sağlığın korunması da kişiye ve çevreye yönelik önlemlerden oluşur.

SOSYAL GÜVENLİK VE SOSYAL HEKİMLİK KAVRAMLARI ARASINDAKİ UYUM

“Herkes” bir gün “sosyal” güvenliğe gereksinme duyabilir. Keşke duymasa…

Bismarck’ın “önlem” yerine “tazmin”i öne çıkaran yaklaşımı artık çağ-dışı kaldı (Tıpkı “koruyucu hekimlik” yerine “tedavi edici hekimliği” öne çıkaran sağlık yaklaşımı gibi). Kolay değil, bu yaklaşım ortaya koyulalı tam 120 yıl geçti. 120 yıl önce mikroplar bilinmiyordu; aşı uygulamalarının düzeyi yetersizdi; hastalıkların önlenmesi konusunda deneyimler bugünkü denli zengin değildi. Ama zamanında bu yaklaşım da çok ilerici ilkeler içeriyordu. Sözgelimi bugün de geçerliliğini koruyan, sosyal güvenliğin, “muhtaçlık” temelinde ve “hayır” amacıyla yapılan bireysel bir eylem yerine; “gereksinme” temelinde “hak”kın verilmesi amacıyla yapılan bir hizmete dönüşmesi…

Maslow, kişilerin gereksinmeleri doğrultusunda hareket ettiğini ve ilk hedefinin fizyolojik gereksinmelerini (yeme,içme,barınma,sağlık vs) karşılamak olduğunu; bunu izleyen gereksinme basamağının ise bu hedefi güvence altına almak olduğunu ortaya koymuştur.

SAĞLIK MESLEK BİRLİKLERİ DANIŞMA KURULU’NUN
II. SAĞLIK KURULTAYI’NA SUNULAN RAPORU

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 47    Yıl : Kasım Aralık 1999

2-3 HAZİRAN 1990

Sağlık Meslek Birlikleri Danışma Kurulu, 4 meslek birliğinden oluşmaktaydı. Bunlar Türk Eczacıları Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği ve Türk Veteriner Hekimleri Birliği idi. 1988 Kasımında biraraya gelen bu örgütler, uzun erimde bütünleşmeyi amaçlayan, bir Danışma Kurulu çatısı altında ortak eylemler gerçekleştirmeyi kararlaştırmışlardı. *

25-26 Şubat 1989’da toplanan I.Sağlık Kurultayı’nın 3 ana teması, “Ulusal Sağlık Politikası”, “Ulusal İlaç Politikası” ve “Özlük Hakları ve Sendikalaşma” idi.

SOSYAL BARIŞIKLIĞIN TUTKALI : SAĞLIK

Yeni Türkiye Dergisi Sağlık Özel Sayısı  s. 312-320  Yıl: 2001

Tek tek hastalara bakmanın getirdiği çok önemli bir risk vardır; o da ağaçlara bakarken ormanı gözden kaçırmaya benzer. Hastalar ve yakınları sizi sürekli olarak kendi özel alanlarına çekmeye, acılarını paylaşmaya ve dertlerine birey düzeyinde çareler ürettirmeye çalışırlar . Kendileri açısından son derece haklı olan bu durum, olayın toplumsal boyutunu gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır.

Ancak sağlıklı insan, sağlıklı ilişkiler kurar. Hasta ve yakınının tüm düşüncesi, “yakıcı” olan kendi hastalıkları üzerinde yoğunlaşmıştır. Sözgelimi, bir hastanın “ülkenin sağlık hizmetleri sunumunun uzun erimli etkinleştirilmesi programı” ile uğraşacak ne hali vardır; ne de bekleyesi. Bu işle ancak sağlamlar uğraşır. Sağlık alanında kafa yoracak ve planlama + eylem sürecine katılacak “sağlıklı” birey sayısının fazlalığı başarıyı etkileyecektir.

KÜRESELLEŞME ve SOSYAL SAĞLIK

I. Giriş:

Yaşadığımız dönemde, hangi alanda olursa olsun yapılan tartışmaların başlangıç noktalarını küreselleşme ve etkileri oluşturmaktadır. Küreselleşmeyi ister kabul edelim, ister etmeyelim, küreselleşmenin yaşamımızın her alanını etkileyen bir süreç halini aldığı görülmektedir. Ancak, küreselleşme ile birlikte, giderek büyüyen bir kitlenin yaşam koşulları bozulmakta ve yoksulluk küresel bir hal almaktadır. Bu küresel sorunun çözümüne yönelik geliştirilen yaklaşımlar, soruna nereden ve nasıl bakıldığına bağlı değişmektedir. Artan işsizlik ve yoksulluk riskine karşı, sosyal güvenceye olan gereksinimi artarken, paradoksal olarak bu güvenceye en fazla gereksinimi olan grupların, güvence sisteminin dışında kaldığı görülmektedir. Bu sosyal dışlanmışlık durumu, gerek gelişmiş gerekse de gelişmekte olan toplumlarda sosyal hizmetlere olan gereksinimleri arttırmaktadır. Ancak burada da küreselleşme, bu hizmetleri karşılayacak olan sosyal devletin finansal kaynaklarını eritmekte ve meşruiyetine saldırıda bulunmaktadır. Küreselleşme ve beraberinde getirdiği eşitsizlikler, en belirgin ve öncelikli etkisini insan ve toplum sağlığı üzerinde göstermektedir. Dolayısıyla, artan eşitsizliklere karşı çözüm yollarının geliştirilmesinde, sosyal sağlık göstergelerinin iyileştirilmesi öncelikli eylem alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada, küreselleşme ve beraberinde getirdiği sosyal eşitsizliklere karşı çözüm yolu arayışlarında, sosyal hizmetlerin çağdaş sağlık anlayışı içindeki yeri, bu temelde kurumsallaşmanın önemi analiz edilmeye çalışılacaktır. Bu analiz içinde, Türkiye için model bir kurusallaşma önerisi geliştirilecektir.

2003 Uluslararası Tatlı Su Yılı: Sürdürülebilirlik mi, Kalkınma mı?

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 68    Yıl : Mayıs Haziran 2003

Geçtiğimiz günlerde, Irak-Amerika-Ortadoğu üçgenindeki tartışmalar ve savaş kaygılarıyla dünya çalkalanırken, Irak özelinden dünya geneline bakmamızı gerektiren başka bir tartışma daha gündeme gelmişti. Hatırlarsanız, Birleşmiş Milletler aynı günlerde Kuzey Irak’taki su sorununa yönelik dünyayı uyarmış ve bölge halkının temel su gereksinimini karşılayabilmek için birçok su tankerini bölgeye göndermişti. Savaşın başlatıldığı 20 Mart 2003 tarihinden iki gün sonra ise yine çok önemli bir gün daha yaşandı dünya üzerinde: 22 Mart Dünya Su Günü1. Gündem sadece Irak değildi elbet; ama başka bir savaştı tartışma konusu olan: Ekolojik denge ile insanoğlu arasındaki savaş. Bu güne özel olarak, 16-23 Mart tarihleri arasında Japonya-Kyoto’da 3. Dünya Su Forumu yapıldı; ve 23 BM ortağının katıldığı bu toplantıda, Dünya Su Değerlendirme Programı’nın (World Water Assessment Programmee – WWAP)2 ilk baskısını yayınladı.

Sağlık İşkolu ve Çalışanları

Sağlık işkolunu tanımlayabilmek için 3 önemli ögeye eğilmek gerekmektedir. Bunlardan bir sağlık tanımı, diğeri uygulanan sağlık sistemi ile sağlık çalışanlarının kimler olduğudur.

Dünya Sağlık Örgütü Anayasasının Giriş Bölümü ile Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Yasanın 2.maddesinde “sağlık … bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik hali” olarak kapsamlı bir biçimde tanımlanmaktadır. İnsanı sosyal çevresi içinde ele alan bir sağlık anlayışı, hizmeti de hastanelerin duvarlarının ötesine toplumun içerisine götürür. Toplum hekimliği yaklaşımı, kişiye yönelik hizmetlerle ile toplum yönelik olanları; koruyucu hizmetler ile tedavi-rehabilite edici olanları birarada kavrar. Bütün bunlar, geniş bir ekiple ve semtlere sokaklara kadar uzanan bir hizmet profilini ortaya koyar.

SOSYAL HEKİMLİK POLİTİKALARI İÇİNDE DOĞUM HEKİMLİĞİ VE ETİĞİN YERİ

“Doğum Hekimliği ve Etik” kitabı içinde, (Ed.:Sinan Beksaç)  Maternal Fetal Tıp Derneği Yayını, 2005, Ankara

ÖN SUNU

Hekimliğe insan yönünü veren, bireyi bağımsız bir kişilik olarak ama sosyal çevresi içerisinde bir varlık olarak görmesidir. Onun içindir ki, hizmet sunumunda, bireyler arasında “dil, din, soy, cinsiyet, siyasal düşünce, gelir, coğrafi ve sosyal konum vb farklar” konulmaması koşulu getirilmiştir.

Hekimin birey ile karşı karşıya gelmesi, hekimliğin de insana bireysel düzeyde yaklaşmasını gerektirmez. Onun için, “doğum hekimi” ile “doğum hekimliği”ni, “hasta” ile “sosyal sağlık”ı birbirinden ayırmak gerekir.

SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME ile DEVLETLEŞTİRME BİRBİRİNE Mİ KATILDI ?
(SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na Devri)

Özellikle 1970’ten sonra sağlık alanında bir çok sözcük uçuşmaya başladı. Anımsamaya çalışıyorum:

    Sosyalizasyonun yerine genel sağlık sigortası
    Sağlık ocaklarının yerine aile hekimliği klinikleri
    Toplum hekimliğinin yerine halk sağlığı
    Nüfus planlamasının yerine aile planlaması

ADOLESANLARIN (ERGENLERİN) CİNSELLİK VE ÜREME SAĞLIĞINDA DANIŞMANLIK EĞİTİMİ

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 64    Yıl : Eylul Ekim 2002

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 1970’li yıllardan bu yana, çalışmalarında, adolesanların sağlığı, özellikle yeniden üreme sağlığına, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun da desteği ile büyük bir yer vermektedir. 1990-1999 yılları arasında Adolesan Sağlık Programı çerçevesinde, adolesanların sağlık ve gelişiminin tüm boyutlarını kapsayacak şekilde geniş bir uygulama alanı geliştirmiştir. Bu yapı içerisinde, hükümetler, gençlere yönelik hizmet götüren hükümet dışı kuruluşlar ile birlikte çeşitli faaliyetler yürütülmektedir. Yaşam süreci içinde, öncelikli bir dönem olan adolesan döneme artan bu ilgi çeşitli etmenlerden kaynaklanmaktadır. Dünya nüfusunun %50’sinden fazlası 25 yaşın altındaki insanlardan oluşması ve gelişmekte olan ülkelerde bu oranın %80’ne ulaşması, bu ilginin temel nedenidir. Halk sağlığı çalışmalarında, bağışıklama, temiz su ve sanitasyon alanındaki gelişmeler, ilginin pasif olarak enfeksiyonlarla savaşmanın ötesinde, davranışlardan kaynaklı sağlık sorunlarına çevrilmesine olanak sağlamaktadır. Günümüzde, sağlıklı bir yaşam için, sağlıklı davranış kalıplarının önemi artan bir kabul görmektedir. Bu davranış kalıplarının kökeni ise çocukluk ve adolesan döneme dayanmaktadır.

Dünya Sağlık Durumu

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı :   76  Yıl : Eylul Ekim 2004

Günümüzde yaşadığımız toplumda dahil olmak üzere, tüm dünya, sosyal sağlık göstergelerinin olumsuzlaşması açısından göreli olarak az ye da çok küresel bir sorun yaşıyor. Artan işsizlik, gelir dağılımı adaletinin hızla bozulması, savaşlar, kazalar, açlık, göç ve beraberinde gelen sorunlar … Bu listeyi ne yazık ki daha da uzatmak olanaklı. Ancak çok uzaklara gitmeden, her gün sokaklarda gördüğümüz yüzü gülmeyen insan manzaraları bu gerçekliği apaçık ortaya koyuyor. Günümüz dünyasının sağlık sorunlarına farklı bir yaklaşım ile bakan Navarro da, yukarıda sıraladığımız gerçekliğin nedenlerine ve bunun çözüm yollarına yine farklı bir bakış açısıyla ışık tutuyor.

Çalışan Kadınlar ve Üreme Sağlığı Üzerindeki Riskler

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 72    Yıl : Ocak Şubat 2004

GİRİŞ:

Geçtiğimiz yirmi yıllık süreçte, tüm dünyada çalışma yaşamına katılan kadın sayısı artmıştır. Bu gelişme özellikle, yapısal uyum politikalarını uygulayan gelişmekte olan ülkelerde işgücünün feminizasyonu olarak adlandırılmaktadır.i Çalışma yaşamına katılan kadın sayısındaki bu nicel gelişme, ne yazık ki nitelik açısından bir iyileşmeyi beraberinde getirmemiştir. Çalışma yaşamına katılımda, kadın ve erkekler arasında sayısal anlamda daralan açığın, nitelik açısından değerlendirildiğinde, kadınların işgücü piyasalarındaki konumlarının iyileşmesinden çok, erkeklerin işgücü piyasalarındaki konumlarının zayıflamasından bir başka deyişle yukarı doğru uyum sürecinden çok, aşağıya doğru uyumundan kaynaklandığı belirtilmektedir. ii

Genel olarak toplumsal yaşamda, özel olarak çalışma yaşamında kadını etkileyen ve kadınları bir risk grubu olarak değerlendirmemize yol açan temel etken, toplumsal cinsiyetçi işbölümü çerçevesinde şekillen toplumsal cinsiyet rolleridir. Bu roller çerçevesinde, kadının öncelikli sorumluluk alanı, yeniden üretim faaliyetleri olarak adlandırılan çocuk doğurma, bakımı ve ev içi işlerinin yapımıdır. Bu sorumluluklar, kadının çalışma yaşamına girişini zorlaştırmakta, ekonomik güçlükler nedeniyle bir şekilde çalışma yaşamına giren kaadın ise, hem üretim hem yeniden üretim faaliyetleri kaynaklı sorumluklar nedeniyle çalışma yaşamında bir risk grubu olarak ortaya çıkmaktadır. Kadınların bu şekilde bir toplumsal kurgu tarafından değerlendirilmesi, çalışma yaşamında kadın emeğinin ikincil olarak kabulüne yol açmakta, dolayısıyla düşük ücret ve olumsuz çalışma koşullarında çalışması bir anlamda meşruiyet kazanmaktadır.

FİŞEK ENSTİTÜSÜ’NÜN SOSYAL GÜVENLİK KURULUŞLARINDA SAĞLIK HİZMETİNE YAKLAŞIMI

(T.C.Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun İsteği

Üzerine Hazırlanan 16 Nisan 1997 Tarihli Rapor)

Ülkemizde sosyal güvenlik kavramının gelişimine baktığımızda, 1950 yılına gelene değin, “sosyal devlet” ile “sosyal güvenlik” yaklaşımının birbirinin içine girmiş olarak sunulduğu görülmektedir.

Hatta 1924’ten sonra bir türlü İş Yasası’nın çıkartılamamış olması ve çok güçlü bir Sağlık Bakanlığı’nın bulunmasının etkisiyle, çalışma yaşamına ilişkin önlemlerle birlikte sosyal güvenlik önlemleri de Sağlık Bakanlığı etkinliklerinin arasında ve Umumi Hıfzıssıhha Kanunu içerisinde yeralmıştır. Bu gelişme, diğer ülkelerden farklı olarak bir “Model”in doğmasını getirmiştir. Özellikle işçi sağlığı iş güvenliği alanında çıkartılan tüzüklerde ve yapılan uygulamalarda, iki bakanlığın (Sağlık ve Çalışma -önce İktisat-) eşgüdüm içerisinde çalışması öngörülmüştür. Bu birliktelik, diğer ülkelerin bugün bile sağlayamadığı ve Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün etkinliklerindeki uzaklıkla kendisini gösteren bir olgudur.