Kategori «Birey ve Toplum»

Çocuk Suçluluğu’nda Öncü Çalışmalar ve İki Doktora Tezi

Çocuk Suçluluğu’nda Öncü Çalışmalar ve İki Doktora Tezi

Prof. Dr. A. Gürhan Fişek

Arş. Gör. Can Umut Çiner

Arş. Gör. Taner Akpınar

ÖZET

İki dünya savaşı, bir büyük ekonomik bunalım, toplumun en incinebilir kesimi olan çocuklar üzerinde derin yaralar açmıştı. Erişkinlerin suç oranlarındakinden daha fazla çocuk suçluluğunda artış görülmüştü. Bu çocukların dramı ile en çok karşılaşan, sorunları ile yüzyüze gelen hukukçular olmuştur. Üniversite çevrelerinden savcı-yargıçlara kadar hukuk çevrelerinde, özellikle 1954 öncesi dönemde bir çok çalışma yapılmış ve yazı yazılmıştır. Bunlar içerisinde iki büyük anket ve iki doktora tezi dikkati çekmektedir. Bu yazı, bu çabaların anısına, bunları anımsatma amacıyla yazılmıştır.

Bu yazı, amcam Prof. Dr. A Hicri Fişek’in anısına hazırlanmıştır. Büyüklerimizden bize aktarılan en önemli anının bilimsel düşünme ve bilim insanının saygınlığı olduğuna inanıyorum. Bilim insanı olmaya özendirmenin babadan oğula, amcadan yeğene, öğretmenden öğrencisine geçtiğine ve akademik yaşamımız için vazgeçilmez bir öge olduğunu düşünüyorum. A.G.F.

1948 yılı hem insan hakları ve hem de çocuk hakları mücadelesinde bir dönüm noktası…Birleşmiş Milletler tarafından büyük çabaların ve zorlukların ardından “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” yayınlanıyor.

Kentli Birey

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 52 Yıl : Kasım aralık 2000

Çağdaş akımlar, görüşler, büyük ölçüde de bireyin artık toplumda odak noktası olduğunu gösteriyor. Ama hangi birey ? Onun ilk adımını atmak gerekiyor. Ben, bireyin daha çok özgür ve bilinçli birey olarak konumlanmasını uygun görüyorum. O zaman da, bu bireyi tek başına ele almak değil,ş onun içinde bulunduğu küme, katman, sınıf ve daha geniş toplum ortamları içinde bireyi güçlü kılma ya da onun özgürleşmesini, bilinçliliğe ulaşmasını kastediyorum. Gerçekten bu çok önemli. Biz demokrasiyi aslında yaşayamıyoruz; çünkü bizler, demokrasinin gerektirdiği özgür ve bilinçli bireyleri yaratamadık. Yoksa bireyler güçlü olmalıdır ? Ama nerede, ne yaparken güçlü olmalı. Başkalarına zarar verirken, toplumu yanlış yerlere götürürken güçlü olmaları değil. Bilimle donanmış olması önemli, insanlığın toplumun yararına beynini kullanması önemli. İkincisi , usunu kullanıyor olması çok önemli. Bireyin kul, uyruk olmaktan çıkıp, demokratik toplumun bir üyesi olarak ele alınması gerekir. Bu toplum içindir ki beriyein özgürlüğü söz konusudur. Vaktiyle, bu özgürlükleri tanımlarken Bahri Savcı ve Muammer Aksoy, kamu özgürlükleri deyimini kullanırlardı. Devletin özgürlüğü değildi, kamu işyerinde bireyin rolünü alması ve o özgür,lükleri kullanması. Mümtaz Soysal da aynı görüşteydi, şimdi de yazılarıyla bunu gösteriyor.Tabii ki birey değil de, özgür bireyden yana olduğu için, aydınlanmadan yana olduğu için, karanlıklar güçler, Muammer Aksoy’u, Uğur Mumcu’yu, sevgili Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürdüler. Özgürleşmiş birey, bilinçlenmiş birey, kul olmaktan kurtulmuş yurttaş ve kenttaş olmuş birey önemli bizim açımızadan. O zaman bu birey, usunu kullanırken, toplumsal yaşama bilinçle katılması önemli. Aziz ağabey, “toplumun %60’ı aptaldır” derken, gerçekte bunların daha yurttaş olmadıklarını, birey olmadıklarını kastettiğini, sonradan,, birçok özel konuşmalarımızda açıklamıştı. Onun için, bizim akıllı olmamız gerekiyor; aklımızı kullanmamız gerekiyor; ama bunu yaparken tabii ki örgütlü biçimde bir araya gelmemiz gerekiyor. Bakın şimdi sevgili Nusret Fişek’in Vakıf içinde şurada bizleri toplaması, bir vakıfta yaşıyor olması, örnek oluşturuyor. Bu örneklik, bu bilinçlilik, bu duyarlılık, eğer toplum yararını, kendi yaşamından üstün tuttuysa ve bunun gereklerini yerine getiren kurumsallaşmalara gittiyse ve kurumlara sahip çıktıysa, o zaman yaşıyor. Güçlü kişiler böyle yaşıyor. Herkes bir Nusret Fişek olamaz; ama hiç değilse Cumhuriyetin istediği demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin istediği demokrat bireyler olmalı. Ayrıca kurumlar da çok önemli.

BİREYSEL DENETİMDEN TOPLUM ÖRGÜTÜNE

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 26 Yıl : Mayıs Haziran 1996

“Sana ne yapıldığı değil,

senin buna karşı ne yaptığın önemli.”

( Melih Cevdet Anday , “Mikadonun Çöpleri” )

Bugün ülkemizdeki sancıların en büyüğü, bireysel denetimin cansızlığıdır. Birey adına hareket ettiğini söyleyen örgütler, vekiller vs. aslında kendi istem ve özlemlerini ağırlıkla dile getirmektedirler. Bunu yaparken, toplum psikolojisi, iletişim hileleri ve beyin yıkama yöntemlerinden de sıklıkla yararlanmaktadırlar. Bu aldatmaca, yönetsel yapıların bireylere daha da yabancılaşmasını getirmektedir.

Katılımın arttırılması, bireylerin yönetimde söz ve karar sahibi olması vb temalar sıklıkla işlenmeye başlanmıştır. Bunun nedeni, yukarıda sözünü ettiğimiz yabancılaşmadan duyulan rahatsızlıktır. Ama bireye katıl demekle olmuyor; katılınca da bireysel denetim kurulamıyor.

BİREYLER ve RİSKLER ARASINDAKİ AYRIMCILIĞA SON

Dünyada, sosyal güvenliğin bir sistem olarak ortaya çıkışı, devletin ekonomik yaşama müdahalesi ile eş zamanlıdır. “Sosyal Politika”, “Sosyal Güvenlik”, “Sosyal Hekimlik”, “İnsan Hakları” gibi kavramların eş-zamanlı olarak ortaya çıkmaları rastlantı değildir. Bu dönemde, insan hakları hareketinin doruğa çıkması, kendisini sürekli yenileyen belgelerle karşımıza gelmesi ve bu haklar demeti içinde “sosyal güvenlik”in de yerini almış olmasına da dikkat edilmelidir. Sağlık ve çalışma alanındaki girişimlerin uluslararası düzlemde yankı bulması, uluslararası sözleşmelerle, giderek bir “uluslararası ortak norm”lar üzerinden denetleme çabalarının da aynı zamana denk gelmesi de anlamlıdır. Rastlantı olmayan, gözden kaçırılmaması gereken, anlamlı olanların listesi, daha da uzatılabilir. Bunlarının tümünün biraraya gelmesi doğal olamayacağına göre, altlarında bir ortak payda aranması gerekmektedir.

Ortak payda, “insan haklarına saygılı, demokratik ve laik” olan “sosyal devlet”in, bireyin yanında yeralmasıdır. Bu payda ortadan kaldırıldığı zaman, tüm hakları birbirinden koparmış ve tek başına (ve güçsüz) bırakılmış olur. Ülkemizde bugün yaşadığımız sosyal güvenlik krizine bir de bu çerçevede bakalım.

YAŞAMA VERİLEN DEĞER

Sosyal güvenliğin temelini, insan yaşamına verilen değer oluşturmaktadır. Çünkü, insana değer verilmeyen bir ortamda, onun güvence altına alınmasının da anlamı tartışılır. Bunu, intihar eden idam mahkumunu, tedavi edip, sağlıklı hale dönüştürdükten sonra idam etmenin anlamsızlığına benzetebiliriz. Bir başka anlamsızlık örneği: Önce dövülüp sonra tedavi edilmesi; ölürse, bakmakla yükümlü olduklarına tazminat verilmesi…

Bu kavramın en çok konuşulduğu zaman, kişilerin toplumdaki çarpıklıklara karşılaştıkları ve bunun onların “kurdukları düzeni yıktığı” zamanlardır. Sözgelimi, bir trafik kazası sonrası, gerek kazanın oluş biçiminden gerekse acil yardım-kurtarma etkinliğinin başlatılmasından kaynaklanabilir. Diğer bir deyimle, kişilerin pisi pisine öldükleri ya da ağır yaralandıkları durumlarda, insan yaşamına değer verilmediği anımsanır. Aynı “an”lar, sosyal güvenliğin (toplum güvencesinin), çoktan devreye girmiş olduğu ve ilgisini daha uzun süre devam ettireceği “an”lardır.

Yeni Toplumsal Hareketler ve Hükümet-dışı Örgütler (NGO)

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 55    Yıl : Mart Nisan 2001

Sosyal Hareketlere Yaklaşmak:

Sosyal hareketleri ele almak bizi öncelikle bu hareketlerin neden önemsendiği sorununa götürür. Sosyal hareketler teorisinin gelişiminde en belirgin husus artık sadece sınıf temelli toplumsal kurtuluş düşüncesinin yeterli görülmemesi hatta kimi yaklaşımlarda bunun terk edilmesidir. 20.Yüzyıl boyunca toplumsal çatışmaları sadece emek ve sermaye ikilemi içinde ele almanın yetersiz olacağı düşüncesi hiç gündemden düşmedi. Buna göre, bağımlılık ilişkilerinin artarak uluslararası düzeyde kurulduğu yapıda, bu bağlılık zamanla çok hassas duyarlılığa sahip olmaya başlamıştır. Kapitalizmin ulaştığı enformasyon teknolojisi devrimi emeğin merkezileşmesini parçalayan unsurlar taşırken, nüfuz ettiği alanlarda duyarlılık gösteren sosyal zıtlıkların sayısını ve ölçeğini artırdı.1 İşsizlik, çevre, barış, kadın, insan hakları vb. konular uluslararası gelişmelere çok duyarlı küresel sorunlar haline gelmeye başladı. İşte bu süreçte sınıf aidiyeti taşımadığı belirtilen insan hakları, feminism, ekolojik denge, barış yanlısı, işsizlik ve nükleer karşıtı sosyal hareketlerin toplumsal bir güç olarak gündeme geldiği gözlenmektedir.

Yeni Çağın Bilgi Teknolojileri ve Gönüllü Örgütler Üzerindeki Etkileri: New York ve İngiltere’de Yapılan İki Araştırmadan Özetler

(Yayına Hazırlayan : Erdem İlgi Akter)

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 67     Yıl : Mart Nisan 2003

Hepimizin bildiği gibi, 80’lerde büyük bir ivme kazanan ve 90’larda altın çağına tanık olduğumuz, bilgisayarlaşma çağı, bilim çağı ya da bilgi toplumu gibi isimlerle andığımız evrensel süreç, teknik boyutlarıyla sadece iletişim ve bilgi alışverişi odaklı süreci hızlandırmakla kalmamıştır. Aynı zamanda, sosyal ve ekonomik boyutlarıyla, birey-toplum-devlet üçgeninde gerçekleşen yapısal değişim tartışmalarına da büyük ölçüde yol açmıştır. Bu değişime bakış açıları çok yönlüdür. Kimilerine göre bir devrim, kimilerine göre küresel demokrasi için yegane anahtar, kimilerine göre ikinci bir aydınlanma çağına yol açacak olan temel zemin, kimilerine göre ise kapitalist sürecin acımasız yüzünün ve sömürü düzeninin, daha sanal hale gelen hiyerarşiler ağı içerisinde, devamı ve yeniden üretimidir. Uzlaşmaya varılan en temel nokta ise, “bilgi teknolojileri”nin (BT), iletişim temeline dayanan her türlü ilişkinin ve işin yürütülmesinde büyük değişimlere yol açtığıdır. Bu değişim ve devam ikiliği içerisinde, meselenin ekonomik-yapısal boyutu ve teknolojik-iletişimsel boyutu olmak üzere iki temel boyutu vardır. Gelişmişlik-az gelişmişlik çıkmazı ve küresel ekonominin hep yeniden ürettiği yapısal eşitsizlikler bağlamında bilgi teknolojilerin değerlendirilmesini bir kenara bırakacak olursak, teknolojik-iletişimsel boyut, dağıtılmış iletişim sistemi (decentralised communication system) temeline dayanmaktadır (Poster, 1997). Yani, teknolojik-iletişimsel boyut açısından, değişimin iki ayağı vardır: 1. Sorumluluğun Dağıtılması (Decentralisation) 2. İletişim sistemi konusunda getirdikleri.