Giriş: Bir Süreç ve Kavram olarak Küreselleşme
Küreselleşmeye ilişkin kuramlar son yirmi yıllık zaman diliminde formüle edilse de (Albrow, 1997; Axford, 1995; Delanty, 2000; Featherstone, 1990; Jameson, 1998; Robertson, 1992; Waters, 1995 akt: Ahmadi, 2003: 16) küreselleşmenin yeni1 bir kavram olmadığı konusunda fikir birliği bulunmaktadır (Dickens, 1992, akt: Ahmadi, 2003: 16). Yüzlerce yıldır, ekonominin, politikanın, bilginin ve kültürün küreselleşmesi süreci eş zamanlı olarak devam etmektedir2. Ancak, küreselleşme kavramına yüklenen anlamlar farklılaşmakta ve kavramın doğası, tanımlama zorluğu yaşanmasına neden olmaktadır. Bunun en temel nedeni, ideolojilerin ve toplumsal koşulların küreselleşmeye bakışı doğrudan etkilemesidir. Küreselleşme, “farklı insanların, ekonomilerin ve politik süreçlerin küresel düzeyde bütünleştiği” bir süreci ifade etse de (Midgley, 1997: xi) kültürün, politikanın ve bilginin küreselleşmesinden daha çok ekonominin küreselleşmesi konusunun tartışıldığı açıktır.
Küreselleşme konusunda varolan görüşler üç başlık altında sınıflandırılabilir: “İlk görüş, mutlak küreselleşmeci tavırdır. Buna göre, küreselleşme her şeyi değiştiren, kaçınılmaz, tartışma götürmez ve kesinlik kazanmış bir durumdur. Bu eğilim karşısında özellikle ulus devletlerin ve sendikaların yapabilecekleri bir şey yoktur. Zakaria (1999, akt: Tonak 2000: 4)’nın sözleri mutlak küreselleşmeci görüşü özetlemektedir: “Kapitalizm, önce Batı’ da şimdi de dünya ölçeğinde sıradan insanların yoksulluktan kurtuluşu için tek kalıcı yolu açmıştır… Dünyanın büyük çoğunluğu için en büyük tehlike küreselleşmenin başarısı değil, tam tersine başarısızlığıdır”. Mutlak küreselleşmeci görüşün temel varsayımları ise şunlardır:
- Coğrafi sınırlar artık devletleri birbirinden ayıran bir öğe olmaktan çıkmıştır.
- Küresel toplumu (yani bütün toplumları) kuşatan tek bir ekonomik sistem söz konusudur o da serbest piyasa ekonomisidir.
- Ulusal değerlere dayalı, içe dönük kalkınma dönemi sona ermiştir.
- Küreselleşme daha çok demokrasi vaat etmektedir.
- Bu süreçte ulus devletin tanımlayıcı özellikleri bulanıklaşmış ve zayıflamıştır (Sezen, 1999: 60).
İkinci görüşü savunanlar ise küreselleşmenin yeni ve ilk kez yaşanan bir olgu olmadığını, küreselleşmenin ideolojik yanının daha ağır bastığını söyleyerek sürecin olumsuz etkilerini ön plana çıkartmaktadır. Örneğin, Williamson (2001: 730) “küreselleşme sürecinin daha çok gelişmiş ülkeler lehine kazanımlar doğurduğunu belirtmektedir”. Başkaya (2000: 124) da küreselleşmenin daha çok ekonomik boyutuyla ilgilenmekte ve küreselleşme olgusunu açıkça emperyalist bir süreç olarak görmektedir.
Üçüncü görüşe göre ise küreselleşme abartılan bir kavramdır. Bu gruptaki yazarlar dünyada küreselleşmenin yarattığı bazı etkileri kabul etmekle beraber dünya ekonomisinin küreselleşmesinin değil üç kutuplu olmasının daha doğru olacağını düşünmektedirler” (Tonak, 2000: 29). Örneğin, Tonak (2000) kendisinin daha çok üçüncü görüşe yakın olduğunu söylemekte ve küreselleşme savunucularının genellikle değinmemeyi tercih ettikleri, dünya ekonomisinin son 25 yıllık dönüşümünün sonucu olarak gelişmiş ülkelerle diğer ülkeler arasındaki gelir uçurumunun giderek derinleştiğini belirtmektedir.
Küreselleşme sürecinde yaşanan değişim aynı zamanda sosyal refah kurumlarını da dönüştürmektedir. Bu çalışma, sınırlı kapsamı içinde küreselleşme sürecinin sosyal hizmet (ler)e ilişkin etkilerini özetlemeyi hedeflemektedir.
Küreselleşme Sürecinin Toplumsal-Ekonomik Yapıdaki Etkileri Üzerine Kısa Notlar
Küreselleşme olgusuyla beraber ulus devletlerin ekonomik rolünün değiştiği ve çok uluslu şirketlerin ekonominin yeni öznesi olduğunu belirtilmektedir. 1930’lu yıllardaki büyük bunalım yıllarından sonra hâkim olan Keynesci kuram, 1970’lerin ortalarına kadar hâkimiyetini sürdürmüştür. Dolayısıyla bu süreçte devlet, planlamada, işsizlikle savaşımda ve bir bütün olarak ekonomide etkin bir rol almıştır. Buna karşın liberal ekonomi ve liberal devlet düşüncelerinin geri dönüş yaptıklarına tanık olunmuştur. Keynesci kuram gözden düşmüştür ve yeni bir bırakınız yapsınlar dönemi başlamıştır (Talas 1993: 9–10).
Yeni sağ politikaların başlıca refah devleti eleştirileri şunlardır (Sezen 1999: 55–56). Devletin ekonomik yaşama müdahalesi, piyasada haksız rekabete neden olacaktır, Kamu (devlet aygıtı) doğası gereği verimsiz ve pahalı çalışmaktadır, devlet kuruluşlarının piyasada tekeller oluşturmasıyla tüketici sınırlı sayıda ve çoğu zaman niteliksiz ürüne mecbur kalmaktadır, Devletin ekonomik alanda etkin olmasıyla güç tamamen devletin ve onu yönetenlerin elinde toplanmaktadır, bireyler gücün dışında kalmaktadır, sosyal adaleti sağlama endişesiyle bazı hizmetleri ucuz veya bedava vermek bedavacılığı özendirmektedir, sosyal harcamalar gereksiz ve haksız gelir transferlerine yol açmaktadır.
Refah devleti yaklaşımına yönelen bu eleştiriler, küreselleşmenin ekonomik boyutu üzerine yapılanan temel söylemle pekiştirilmektedir. Başkaya (2000: 108–109) bu söylemi şu şekilde özetlemektedir:
- Küresel ekonominin gelişmesi artık çok uluslu şirketlerin eseridir. Ulus devletlerin koyduğu sınırlamaların dışına çıkabilen, dahası, her türlü devlet denetimine meydan okuyan söz konusu şirketler gelişmenin motorudur.
- Dünya ekonomisinin içine girdiği dışa açılma bütünleşme süreci, üçüncü dünya ülkelerinin de dünyayla bütünleşmelerinin yolunu açmıştır. Bundan sonra az gelişmişlik diye bir şey olmayacaktır.
- Dışa açık ekonomi ve korumaların kalktığı bir dünyada piyasa ekonomisi, uluslar, bölgeler, ülkeler arasındaki eşitsizlikleri kaldırıp bir homojenleşme yaratacaktır (refah küreselleşecektir).
Yukarıdaki varsayımlar üzerine şekillenen neo-liberal ekonomi politikalarıyla birlikte küreselleşme süreci, kısa bir süre içerisinde toplumsal yapıda önemli bir değişim yaratmıştır. Bu süreçte, gelir dağılımı dengeleri ve temel ekonomik göstergelerde önemli farklılıklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bugün dünyanın en zengin 200 kişisinin toplam serveti 1 Trilyon ABD doları civarındadır, bu 200 kişinin toplam geliri 2,5 milyar insanın gelirine eşittir. 80 ulusun (devletin) ulusal geliri 10 sene öncesine göre daha da düşmüştür. 3 milyar insan günde 2 ABD dolarından daha az bir parayla, 1,3 Milyar insan ise günde 1 ABD dolarından daha az bir parayla yaşamak zorundadır Birleşmiş Milletler, tüm dünyada güvenli içme suyu, yeterli sağlık donanımı ve bilgisi, yeterli beslenme, temel sağlık bakımı, temel eğitim ve aile planlamasının sağlanması için yılda 35 milyar ABD dolarına ihtiyaç duyulduğunu belirtmektedir. Bu miktar ise dünyanın en zengin 200 kişisinden yılda sadece % 3,5 oranında vergi alınmasıyla sağlanabilmektedir (Gates 2001: 4). 1960 yılında dünya nüfusunun en zengin % 20’si ile en yoksul % 20’si arasındaki gelir farkı 1 e 30 iken bu fark günümüzde 1 e 82 ye çıkmıştır. Dünyada her yıl 30 Milyon insan açlıktan ölmektedir. 800 Milyon insan da kronik yetersiz beslenmeden kaynaklanan şikâyetlere sahiptir (Başkaya 2000: 124). Tonak, 1965 yılında G–7 ülkelerinin kişi başı gelir seviyesinin en yoksul 7 ülkenin kişi başı gelir seviyesinin 20 katı olduğunu ancak bu oranın 1995’te 39 katına çıktığını ifade etmektedir (Tonak 2000: 32).
Yaşanan toplumsal dönüşümden öncelikle etkilenen sektörlerden birisi şüphesiz sosyal hizmetler olmuştur.
Sosyal Devletin Çöküşü ve Sosyal Hizmetler Üzerine Etkisi
Küreselleşme sürecinde özellikle kitle iletişim araçlarıyla devletin küçülmesi gerekliliği vurgulanmış, devletin ekonomiden çekilmesi ekonominin krizden çıkmasının tek nedeni olarak gösterilmiştir. Böylece devlet kurumlarının düzenleyici, üretici, harcayıcı ve paylaştırıcı işlevlerinin tasfiye edilmesi süreci başlamıştır. Bu durum özellikle sosyal hizmet mesleği için büyük bir önem taşımaktadır. Sosyal hizmet mesleğinin oryantasyonunun bireysel ve sosyal haklar ile yakından ilişkili olması ve mesleğin hizmet sunduğu müracaatçıların genellikle toplumsal kaynaklardan yeterince yararlanamayan kesimlerden oluşması nedeniyle sosyal devlet tartışmaları meslek için son derece hayatidir. Çünkü sosyal devlet toplumdaki tüm bireylerin adil bir biçimde yaşama hakkını temsil etmektedir. Bu nedenle sosyal devletin gözden düşen bir kavram olması sosyal hizmet mesleğini doğrudan etkileyecek bir durumdur. Küreselleşme sürecinde dünyada eşitsizliklerin giderek artması, yoksulluk, işsizlik3 gibi sosyal sorunların boyutlarının giderek büyümesi ve bu yaşananların ulaşılan tüm teknolojik gelişmeye karşın aşılamaması yakın zamanda sosyal hizmet mesleğinin müracaatçı kesimini daha da zor bir duruma sürükleyecek ve olası müracaatçı potansiyelini de artıracaktır. Bu da sosyal hizmet mesleğinin sahip olduğu kaynakların önemli ölçüde artırılmasını gerektirecektir. Ancak kaynakların artmasının bir ütopya olmaktan öte gidemeyeceği açıktır. Çünkü özellikle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde devlet aygıtı bu tür bir ödenek artırımına gidecek kaynaklardan yoksundur, buna karşın gelişmiş batı toplumlarında ise hâkim ideolojik görüşlerin bir yansıması olarak sosyal programların kaynakları 1980’lerden itibaren azaltılmaktadır. Gilbert ve Gilbert, (1989, akt: Edwards, Cooke ve Reid 1996: 468–479) neo-liberal politikaların hâkim olduğu şu günlerde, hükümetlerin sosyal amaçlarını tanımladığını ancak vatandaşlarını kapitalizmin verdiği zararlardan daha fazla korumayı taahhüt etmediğini ifade etmektedir.
Özetlemek gerekirse küreselleşme olgusunun sosyal hizmet mesleği üzerindeki iki temel etkisi, mesleğin politik dayanaklarının zayıflaması ve bütçe sınırlılıklarıdır. Meares ve Deroos (1997: 376), sosyal hizmet mesleğinin ABD özelindeki geleceği üzerine yaptıkları çalışmada: “Ülkenin ekonomisinin yeniden yapılanması sürecinde yoksullar ve zenginler arasındaki boşluğun daha da büyüyeceğini ve bu durumdan çocukların, kadınların ve azınlıkların daha çok etkileneceğini ifade etmektedir. Yazarlar bunun yanı sıra insani hizmet örgütleri özelinde kamu-özel farklılığının giderek belirsizleşeceğini ifade etmektedir.
Diğer bir önemli nokta ise sosyal refah alanında çalışan STÖ’lerin rolleri ve işlevleridir. Brilliant (1997: 68) politik, ekonomik ve sosyal koşulların, sosyal hizmet uzmanlarını mesleğin STÖ’lerle ilgili çelişkisiyle yüzleşmeye zorladığını belirtmektedir. Özellikle bütün gelişmiş refah devletlerinde son on yıldır sosyal program harcamalarında görülen kesintiler ve yasal ve ideolojik dayatmalar sonucunda sosyal refah alanında STÖ’lerin önemi giderek artmış ve devlet kurumlarının bahsedilen sıkıntılar nedeniyle bazı nüfus gruplarına hizmet verememesi sonucunda STÖ’lerin büyük kısmı belirli sorun alanlarında büyük önem taşıyan programler üretmiş ve uygulamışlardır. STÖ’lerin sosyal refah alanındaki öneminin 21. yüzyılda artarak süreceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla küreselleşme sürecinin hakim politik ve ekonomik koşulları sosyal refah alanında çalışan STÖ’lerin işlevlerini daha da önemli hale getirecektir.
Sonsöz
Tüm dünyada sosyal hizmet/sosyal refah çalışanlarının önümüzdeki süreçte önemli bir yapısal değişim ile karşılaşacağı açıktır. Kamunun azalan kaynakları, artan müracaatçı sayısı ve çeşitlenen sosyal sorunlar, sosyal hizmet uygulayıcılarının önündeki en önemli güçlük olacaktır. Öte yandan, küçülen ve sosyo-ekonomik işlevlerinin bazılarını terk etme eğiliminde olan devlet aygıtı nedeniyle, sosyal hizmet uygulayıcılarının, müracaatçılarla çalışırken kullandıkları çözüm stratejilerinin yeniden yapılandırılması da gerekli olacaktır. Bir bakıma bu süreçte sosyal hizmet uygulayıcıları için temel istihdam alanı kamu kuruluşları olmaktan çıkacak, sivil toplum örgütlerinin ve özel kuruluşların sosyal hizmet/sosyal refah sektöründeki ağırlığı artacaktır.
Yararlanılan Kaynaklar
- AHMADİ, N. (2003). “Globalization of Consciousness and New Challenges for International Social Work”. International Journal of Social Welfare. Vol: 12, s: 14-23.
- AMİN, S. (2001). Imperalism and Globalization”. Monthly Review. Vol: 53, No: 2, s: 6-24, New York.
- BAŞKAYA, F. (2000). Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu. Özgür Üniversite Kitaplığı. No: 31, Ankara.
- BRILLIANT E. (1997). “The Future of Social Work Profession”. Social Work in the 21st Century. Ed: Michael Reisch ve Eileen Gambrill, S: 68-80, Pine Forge Press.
- EDWARDS R. L., COOKE P. W., REID, P. N. (1996) “Social Work Management in an Era of Diminishing Federal Responsibility”. Social Work, Vol: 41, Number: 5, s: 468-479.
- GATES, J. (2001). “With Globalization, Poverty is Optional”. The Humanist. Vol: 61 No: 5, s: 4, 45.
- MEARES P. A., DEROOS Y. (1997). “The Future of Social Work Profession”. Social Work in the 21st Century. Ed: Michael Reisch ve Eileen Gambrill, S: 376-387, Pine Forge Press.
- MIDGLEY, J. (1997). Social Welfare in Global Context. Sage Publications.
- SEZEN, S. (1997). Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye’ de Planlama. Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü, Yayın No: 293.
- TALAS, C. (1993). “Liberalciliğin Geri Dönüşü ve Sonrası”. Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 26, Sayı: 3, Ankara.
- TONAK, A. E. (2000). “Niçin Küreselleşme Üzerine Bir Kitap Daha?”. Küreselleşme, Emperyalizm Yerelcilik İşçi Sınıfı. İmge Kitabevi, Ankara.
- WILLIAMSON, H. Jr. (2000). “Globalization and Poverty: Lessons from the Theory and Practice of Food Security”. American Journal of Agricultural Economics. Vol: 83 No: 3 s: 730-2.
*: Doç. Dr. Sosyal Hizmet Bölümü, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Hacettepe Üniversitesi.
1: Amin (2001: 6–8), küreselleşmenin emperyalizm sürecinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir ve yeni bir olgu olmadığını ısrarla vurgulamaktadır. Amin küreselleşmenin de içinde yer aldığı emperyalist süreci üç döneme ayırmaktadır. Amin emperyalizmin birinci dönemini 1492’de başlayan Amerika kıtasının keşfi ve Avrupa’nın bu dönemdeki yayılmacı politikası ile tanımlamaktadır. Amin bu dönemdeki temel karakteristiğin Hıristiyanlaştırma olduğunu ifade etmektedir. Amin, ikinci emperyalist dönemin sanayi devrimiyle başladığını ifade etmektedir. Bu dönemde emperyalizm kendisini Asya ve Afrika Kıtalarındaki ülkelerin de kolonileştirilmesi ile göstermiştir. Amin, küreselleşme diye adlandırılan süreci emperyalizmin üçüncü dönemi olarak tanımlamaktadır ve bu sürecin başlamasında SSCB’ nin ve diğer sosyalist ülkelerin yıkılmasının büyük etkisi olduğunu, emperyalist ülkelerin ise bu durumdan güç aldığını belirtmektedir.
2: Öyle ki Marx ve Engels 19. Yüzyılın ortalarında Komünist Manifesto’da piyasa ve endüstrinin küreselleşmesinin ulusal sınırları ortadan kaldıracağını ve bu sürecin ulusların birbirine bütünüyle bağımlılığına yol açacağını ifade etmişlerdir (Marx ve Engels, 1999, akt: Ahmadi, 2003: 16).
3:Meares ve Deroos (1997: 382), girdiğimiz yeni yüzyılda bilgisayar teknolojisinin ulaştığı boyutun da sosyal hizmet mesleği üzerinde önemli bir etki ve değişim yaratacağını belirtmektedir. Yazarlar, bilgisayar teknolojisinin özellikle iş yaşamında radikal değişimler yaratacağını ve bunun sonucunda da işsizlik oranlarının önemli ölçüde artacağını ve açlık, evsizlik, göç gibi sosyal sorunların dikkate değer bir biçimde gelişeceğini ifade etmektedir.