“SİVİL (!)” İTAATKARLAR (ya da AKP’nin Sosyal Politikasının Çıkmazları)

GİRİŞ

“Sivil” olan, “resmi olmayan”ı, “devlet örgütü dışında kalan”ı anlatır. Aynı zamanda yaptırdığı çağrışımlarla da, boyutlarını ortaya koyar: “civil-ization”, “civil rights” vb terimlerle, uygarlığa ya da çağdaş yaşama, medeni haklara ya da insan haklarına göndermelerde bulunur.

Hükumet dışı alandaki yaşam, devlet görevlisi kimliğini, işyerinde bırakanları da kapsar. Bu anlamda, sivil toplum, “herkes”i kapsayan bir alanı tanımlar. Sivil toplumun “herkes”e yönelik yaklaşımıyla, sosyal politikanın “herkes”i kapsayan yaklaşımı da, bu bakımdan çakışmaktadır. Tüm toplumu göz önüne alan ve onun gönencini (refahını) bir adım öteye götürmeyi amaçlayan girişimler, işte bu birliktelikte aranmalıdır.

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN SOSYAL KORUMA SORUNSALI OLARAK
“SOSYAL İÇERME POLİTİKALARI”

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 80    Yıl : Mayıs Haziran 2005

Küreselleşmenin bir alt kavram seti olarak sosyal dışlanma, 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başından itibaren, değişen ekonomik ve sosyal yapı içinde sosyal koruma literatürüne hızlı ve etkili biçimde giriş yapan bir kavram olarak karşımıza çıkmıştır. Esasen, sosyal dışlanma kavramı üzerinde, kavramın ne anlam ifade ettiği, alana yeni bir katkı sağlayıp sağlayamadığı, zaman ve mekan olarak gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan toplumlar açısından evrensel bir geçerliliğe sahip olup olmadığı yönünde, akademi yazınında tartışmalar sürmekte ve yakın bir gelecekte de tartışmalar sonlanmayacak gibi görünmektedir.

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜNDE TÜM KADINLARA SELAM OLSUN

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 61   Yıl : Mart Nisan 2002

Tarih kitaplarına bir bakın ya da okullarda okuduğunuz tarihi anımsayın. Kadından hiç söz ediliyor mu? Sanki o tarihlerde o toplumda kadınlar yok. Sanki toplumlarda birşeyler değişirken, mücadeleler yapılırken, kısacası tarih oluşurken, toplumun yarısını oluşturan kadınlar hiç yaşamamış gibi. Kadınların kendi hakları uğruna verdikleri savaşımı, toplumsal, ekonomik ve yasal konumun değişmesindeki katkısını yeni yeni araştırıyor bilim kadınları.

Osmanlı toplum yapısında kadın tam anlamıyla bir kuldu. Hoş erkek de özgür değildi. O da devletin kuluydu. Ama herşeyde olduğu gibi, kadın katmerli kuldu. Hem devletin, hem erkeğin kulu. Derken 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimat Fermanı yayınlandı. Bu fermanın hiçbir bölümünde kadın yine yoktu. Yoktu ama, özgürlük rüzgarı esmeye görsün bir kez. Az da olsa kadınların da yüreklerine, beyinlerine doldu özgürlük tohumları ve az da olsa sesler yükselmeye başladı. 1847’de İrade-i Seniye çıkarılarak İstanbul’daki avrat pazarları kapatıldı. Yani kadınlar, at, eşek, koyun gibi pazarlarda satılmayacaktı artık. 1891 yılında ise Sultanın buyruğu Şeyhülislam efendinin lütfuyla, müslüman kadınların nasıl giyineceği, nerede nasıl hareket edeceğini belirleyen bir genelge yayınlandı. Ama sınırlar da hemen kondu.

SOSYAL GÜVENLİĞİN YOLU REFAHTAN MI GEÇİYOR ?!

Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Cilt 21, Sayı 200 Haziran 1997

“Refah” sözcüğüyle ne anlatmak istiyoruz. Sıradan herhangi birine sorduğumuz zaman, bize refahı nasıl tanımlayabilir? “Her türlü sorundan, kaygıdan arınmış olarak ayağını uzatıp, gözlerini kapatıp oturması… Bir mutluluk tablosu”. “Ya da gönlünce kırlarda, çiçek bahçelerinde koşturması.” Maslow’a sorarsanız, o da “en azından fizyolojik gereksinmelerin karşılandığı ve bunun da güvence altına alındığı basamak” olarak tanımlayabilir. Düşler çeşit çeşit… Ama tanımlarda ortak bir özellik var: Bugününün ve yarınının güvence altında olması. O zaman “refah toplumunu, herkesin sosyal güvencesinin sağlandığı ve insan haklarına saygılı bir ortam” olarak tanımlayabiliriz.

SOSYAL GÜVENLİĞİN CİNSİYETİ

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 70    Yıl : Eylül Ekim 2003

“Gününü gün eden ağustos böceği” masalı, ya da “sakla samanı gelir zamanı”, “ak akça kara gün içindir” gibi atasözleri, çocukları yarını da düşünmeleri için çok kez yinelenir. Kişinin zaten doğasında olan, “yarın ne olacağım?” kaygısını pekiştiren ve onu güvence arayışına iten bu yönlendirme, sosyal güvenlik gereksinmesini doğurur.

Bunun içindir ki, sosyal güvenlik gereksinmesinin karşılanmasında, ana eksen bireyin kendisi olup; onun dinamizminin öldürülmemesi, büyük önem taşır (Beveridge, 1945).

KÜRESELLEŞME ve SOSYAL SAĞLIK

I. Giriş:

Yaşadığımız dönemde, hangi alanda olursa olsun yapılan tartışmaların başlangıç noktalarını küreselleşme ve etkileri oluşturmaktadır. Küreselleşmeyi ister kabul edelim, ister etmeyelim, küreselleşmenin yaşamımızın her alanını etkileyen bir süreç halini aldığı görülmektedir. Ancak, küreselleşme ile birlikte, giderek büyüyen bir kitlenin yaşam koşulları bozulmakta ve yoksulluk küresel bir hal almaktadır. Bu küresel sorunun çözümüne yönelik geliştirilen yaklaşımlar, soruna nereden ve nasıl bakıldığına bağlı değişmektedir. Artan işsizlik ve yoksulluk riskine karşı, sosyal güvenceye olan gereksinimi artarken, paradoksal olarak bu güvenceye en fazla gereksinimi olan grupların, güvence sisteminin dışında kaldığı görülmektedir. Bu sosyal dışlanmışlık durumu, gerek gelişmiş gerekse de gelişmekte olan toplumlarda sosyal hizmetlere olan gereksinimleri arttırmaktadır. Ancak burada da küreselleşme, bu hizmetleri karşılayacak olan sosyal devletin finansal kaynaklarını eritmekte ve meşruiyetine saldırıda bulunmaktadır. Küreselleşme ve beraberinde getirdiği eşitsizlikler, en belirgin ve öncelikli etkisini insan ve toplum sağlığı üzerinde göstermektedir. Dolayısıyla, artan eşitsizliklere karşı çözüm yollarının geliştirilmesinde, sosyal sağlık göstergelerinin iyileştirilmesi öncelikli eylem alanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada, küreselleşme ve beraberinde getirdiği sosyal eşitsizliklere karşı çözüm yolu arayışlarında, sosyal hizmetlerin çağdaş sağlık anlayışı içindeki yeri, bu temelde kurumsallaşmanın önemi analiz edilmeye çalışılacaktır. Bu analiz içinde, Türkiye için model bir kurusallaşma önerisi geliştirilecektir.

2003 Uluslararası Tatlı Su Yılı: Sürdürülebilirlik mi, Kalkınma mı?

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 68    Yıl : Mayıs Haziran 2003

Geçtiğimiz günlerde, Irak-Amerika-Ortadoğu üçgenindeki tartışmalar ve savaş kaygılarıyla dünya çalkalanırken, Irak özelinden dünya geneline bakmamızı gerektiren başka bir tartışma daha gündeme gelmişti. Hatırlarsanız, Birleşmiş Milletler aynı günlerde Kuzey Irak’taki su sorununa yönelik dünyayı uyarmış ve bölge halkının temel su gereksinimini karşılayabilmek için birçok su tankerini bölgeye göndermişti. Savaşın başlatıldığı 20 Mart 2003 tarihinden iki gün sonra ise yine çok önemli bir gün daha yaşandı dünya üzerinde: 22 Mart Dünya Su Günü1. Gündem sadece Irak değildi elbet; ama başka bir savaştı tartışma konusu olan: Ekolojik denge ile insanoğlu arasındaki savaş. Bu güne özel olarak, 16-23 Mart tarihleri arasında Japonya-Kyoto’da 3. Dünya Su Forumu yapıldı; ve 23 BM ortağının katıldığı bu toplantıda, Dünya Su Değerlendirme Programı’nın (World Water Assessment Programmee – WWAP)2 ilk baskısını yayınladı.

Sağlık İşkolu ve Çalışanları

Sağlık işkolunu tanımlayabilmek için 3 önemli ögeye eğilmek gerekmektedir. Bunlardan bir sağlık tanımı, diğeri uygulanan sağlık sistemi ile sağlık çalışanlarının kimler olduğudur.

Dünya Sağlık Örgütü Anayasasının Giriş Bölümü ile Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Yasanın 2.maddesinde “sağlık … bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik hali” olarak kapsamlı bir biçimde tanımlanmaktadır. İnsanı sosyal çevresi içinde ele alan bir sağlık anlayışı, hizmeti de hastanelerin duvarlarının ötesine toplumun içerisine götürür. Toplum hekimliği yaklaşımı, kişiye yönelik hizmetlerle ile toplum yönelik olanları; koruyucu hizmetler ile tedavi-rehabilite edici olanları birarada kavrar. Bütün bunlar, geniş bir ekiple ve semtlere sokaklara kadar uzanan bir hizmet profilini ortaya koyar.

SOSYAL HEKİMLİK POLİTİKALARI İÇİNDE DOĞUM HEKİMLİĞİ VE ETİĞİN YERİ

“Doğum Hekimliği ve Etik” kitabı içinde, (Ed.:Sinan Beksaç)  Maternal Fetal Tıp Derneği Yayını, 2005, Ankara

ÖN SUNU

Hekimliğe insan yönünü veren, bireyi bağımsız bir kişilik olarak ama sosyal çevresi içerisinde bir varlık olarak görmesidir. Onun içindir ki, hizmet sunumunda, bireyler arasında “dil, din, soy, cinsiyet, siyasal düşünce, gelir, coğrafi ve sosyal konum vb farklar” konulmaması koşulu getirilmiştir.

Hekimin birey ile karşı karşıya gelmesi, hekimliğin de insana bireysel düzeyde yaklaşmasını gerektirmez. Onun için, “doğum hekimi” ile “doğum hekimliği”ni, “hasta” ile “sosyal sağlık”ı birbirinden ayırmak gerekir.

SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na Devri : Ver – Kurtul

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 77    Yıl : Kasım – Aralık 2004

Değerbilirlik

Sosyal sigortalar karagün dostudur. Zor zamanlarında, devletin, sorunlarını çözmesinde yardımcı olmuştur.

Yıl 1936. Devlet, padişahın borçlarını ödemekten; büyük fabrikalar kurmaktan; yabancıların elindeki demiryollarını millileştirmekten; sıtma,verem, trahom, frengi gibi salgın hastalıklarla ülkenin en uzak köyünde savaşmaktan ve ezilen+savaşlar yorgunu bir ulusu ayağa kaldırmaktan parasal olanakları yok gibi. Sivil toplumun gücünü kullanmayı deniyor. 3008 sayılı İş Yasası’nda, yurttaşının sosyal güvenliğini sağlamak için, çalışan ve çalıştıranların katılımı ile bir kurum oluşturmayı çare olarak görüyor.

SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME ile DEVLETLEŞTİRME BİRBİRİNE Mİ KATILDI ?
(SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na Devri)

Özellikle 1970’ten sonra sağlık alanında bir çok sözcük uçuşmaya başladı. Anımsamaya çalışıyorum:

    Sosyalizasyonun yerine genel sağlık sigortası
    Sağlık ocaklarının yerine aile hekimliği klinikleri
    Toplum hekimliğinin yerine halk sağlığı
    Nüfus planlamasının yerine aile planlaması

YAPIYA KARŞI HİÇ KİMSE DAVA AÇAMAZ

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 76  Yıl : 2004

Dr.Muhsin Yiğiter ve Yargıç Burhan Cahit Kadılar anısına.

1952 yılında imzalanan, Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Hakkında 102 Sayılı ILO Sözleşmesi, çıkış tarihinden 20 yıl sonra 10.08.1971 tarihinde ülkemiz tarafından onaylanmıştır.

Sözleşmeyle, ulusal yasal düzenlemeler arasındaki uyum, kısmen 1960’lı yıllarda gerçekleştirilmiştir.

Bu süreçte işçi-memur ayrımının neden olduğu bir dizi ayrımcılık yaratan sorun ortaya çıkmıştır.

İşçi statüsünde çalışanlar için 506 sayılı yasayla “sosyal güvenlik” hakkını oluşturan önemli sigorta kolları hüküm altına alınmıştır.

Memur statüsünde çalışanlar için, T.C.Emekli Sandığı yeniden yapılandırılmak yerine, sosyal güvenlik hakkını oluşturan önemli sigorta kollarından bir bölümü, çalıştıkları kurumlarca karşılanan sosyal yardım kollarına ve nakdi tazminata dönüştürülmüştür.

ÇOCUK İSTİHDAMI ÜSTÜNE BİR DENEME

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı :   53  Yıl : Kasım aralık 2000

Bu yaz medyanın ilgisini çeken konulardan biri de çocuk istihdamının bir boyutu olan “sokakta çalışan çocuklar” oldu. Konu medyanın gündeminde değişik içerikte yer aldı. Ancak çalışan çocuklar konusundaki veriler çok farklı. “Radikal” gazetesinde Ayşegül Dikenli ülkemizde 6-14 yaşları arasındaki yaklaşıka 12 milyona ulaşan çocukların % 32,4’ünün (3,9 milyon) “sokak”ta veya herhangi bir işyerinde çalıştığını belirtti. Öte yandan Devlet İstatistik Enstitüsü’nün hazırladığı “1999 Çocuk İşgücü Anketi”ne göre 6-17 yaş grubunda bulunan 16,1 milyon çocuğun yüzde 10,2’sinin (1,7 milyon) herhangi bir ekonomik uğraşı içinde olduğu belirtiliyor. İki kaynak arasındaki fark kabaca üç milyonu aşıyor. Rakamlar ne denli farklı olursa olsun, ülkemizde yaygın bir çocuk istihdamının olduğu açık.

ADOLESANLARIN (ERGENLERİN) CİNSELLİK VE ÜREME SAĞLIĞINDA DANIŞMANLIK EĞİTİMİ

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 64    Yıl : Eylul Ekim 2002

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 1970’li yıllardan bu yana, çalışmalarında, adolesanların sağlığı, özellikle yeniden üreme sağlığına, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun da desteği ile büyük bir yer vermektedir. 1990-1999 yılları arasında Adolesan Sağlık Programı çerçevesinde, adolesanların sağlık ve gelişiminin tüm boyutlarını kapsayacak şekilde geniş bir uygulama alanı geliştirmiştir. Bu yapı içerisinde, hükümetler, gençlere yönelik hizmet götüren hükümet dışı kuruluşlar ile birlikte çeşitli faaliyetler yürütülmektedir. Yaşam süreci içinde, öncelikli bir dönem olan adolesan döneme artan bu ilgi çeşitli etmenlerden kaynaklanmaktadır. Dünya nüfusunun %50’sinden fazlası 25 yaşın altındaki insanlardan oluşması ve gelişmekte olan ülkelerde bu oranın %80’ne ulaşması, bu ilginin temel nedenidir. Halk sağlığı çalışmalarında, bağışıklama, temiz su ve sanitasyon alanındaki gelişmeler, ilginin pasif olarak enfeksiyonlarla savaşmanın ötesinde, davranışlardan kaynaklı sağlık sorunlarına çevrilmesine olanak sağlamaktadır. Günümüzde, sağlıklı bir yaşam için, sağlıklı davranış kalıplarının önemi artan bir kabul görmektedir. Bu davranış kalıplarının kökeni ise çocukluk ve adolesan döneme dayanmaktadır.

Dünya Sağlık Durumu

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı :   76  Yıl : Eylul Ekim 2004

Günümüzde yaşadığımız toplumda dahil olmak üzere, tüm dünya, sosyal sağlık göstergelerinin olumsuzlaşması açısından göreli olarak az ye da çok küresel bir sorun yaşıyor. Artan işsizlik, gelir dağılımı adaletinin hızla bozulması, savaşlar, kazalar, açlık, göç ve beraberinde gelen sorunlar … Bu listeyi ne yazık ki daha da uzatmak olanaklı. Ancak çok uzaklara gitmeden, her gün sokaklarda gördüğümüz yüzü gülmeyen insan manzaraları bu gerçekliği apaçık ortaya koyuyor. Günümüz dünyasının sağlık sorunlarına farklı bir yaklaşım ile bakan Navarro da, yukarıda sıraladığımız gerçekliğin nedenlerine ve bunun çözüm yollarına yine farklı bir bakış açısıyla ışık tutuyor.

GÖÇMEN GRUPLARIN SOSYAL HAKLARI

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı :   89  Yıl : Kasım Aralık 2006

Yaşadığımız dünya, 1990’lı yılların başından bu yana artan oranda göç dalgalarına tanık olmakta. Bu dalgalar içinde çok farklı göçmen grupları bulunmakla birlikte, insanların doğdukları ülkeleri terk ederek, bir başka yerde yaşamak istemelerinin ortak nedeni, küreselleşmenin beraberinde getirdiği, ekonomik, sosyal ve siyasi dengesizlikler sonucu yaşam kalitesinin hızlı bir biçimde aşınmasıdır. Yaşam kalitesinin hızlı bir biçimde aşınmasını sağlayan temel araç ise, sosyal devlet temelinde yükselen sosyal hakların eritilme sürecidir. Tüm bu yapı içinde, görece daha iyi yaşam standartlarına sahip olunduğu düşünülen gelişmiş ülkelere gitmek isteği artmakta, ancak çoğu zaman gidilen ülkelerde umulan bulunamamaktadır. Bu sonucun ortaya çıkmasında, tıpkı göç dalgalarının artmasında olduğu gibi, göç alıcısı gelişmiş ülkelerin sosyal devlet sistemlerinde, genelde göçmenlerin aleyhine işleyen yeniden yapılanmalar ve göç politikalarında farklı göçmen gruplarına farklılaştırılmış haklar sağlayan tabakalı yapı bulunmaktadır.

SOSYAL İÇERME BELGESİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Dr. Seyhan Erdoğdu, Dr. Şenay Gökbayrak

Türkiye, Avrupa Birliği’ne adaylık sürecindeki yükümlülüklerinden biri olan sosyal dışlanma ile mücadelede üye ülkeler ve aday ülkelerin ulusal eylem programı olarak kabul edilen belgeyi kısa adıyla JIM (Joint Inclusion Memorandum) hazırlama çalışmalarına 3 Aralık 2004 tarihinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığının koordinatörlüğünde başlatmıştır. İlgili kamu kurumları, sosyal taraflar, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerden oluşan geniş katılımlı toplantıların sonucunda, ilgili daire 26 Eylül 2006 ‘da taraflarca değerlendirilmek üzere belgeyi tartışmaya açmıştır. Bu yazı söz konusu belgenin, Avrupa Komisyonu tarafından incelenen metninin genel bir değerlendirmesini oluşturmaktadır.

VAROŞLARDA YAŞAM VE KADINLAR

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 65    Yıl : Kasım Aralık 2002

Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren başlayan köyden kente göç olgusu, kentlerde yeterli konut ve istihdam olanaklarının olmaması sonucu, kente yeni gelenlerin kendilerine yaşam alanı olarak kentin tercih edilmeyen nehir yatağı, dağ yamacı gibi alt-yapısı bulunmayan dezavantajlı bölgeleri seçmelerine neden olmuş, böylelikle varoş olgusu ortaya çıkmıştır. Yaşanan ekonomik ve toplumsal sorunlar, bu alanlardaki yoksulluk ve yoksunluğu daha da artırmakta, bu olguların beraberinde getirdiği risklerden ise toplumsal cinsiyet rolleri göz önüne alındığında kadınlar daha fazla etkilenmektedirler. Dolayısıyla varoşlara ilişkin bir risk değerlendirmesi yaptığımızda kadınlar ve çocuklar öncelikli gruplar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Artan yoksulluk bir yandan kadınlar için mevcut risklerin etkisini daha da artırırken, diğer yandan çeşitli yeni riskleri de beraberinde getirmektedir. Yoksullukla beraber gelen en önemli sorun, beslenme, altyapı yetersizlikleri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sağlık sorunlarıdır. Türkiye’de yoksulluğun görünümlerini ortaya koyan çalışmalar, bu acı gerçeği büyük bir açıklıkla göz önüne sermektedir1. Bu beraberinde, hane içinde kadına biçilen temel rol olan ev işleri ve çocuk bakımının da zorlaşmasını getirmekte ve böylece kadınlar üzerindeki fizyolojik ve psikolojik yükler ve dolayısıyla riskler artmaktadır.

SOSYAL DEVLETİN GELİŞİMİ ÜZERİNE GÜNCEL TARTIŞMALAR :
ELE VERİR TALKINI, KENDİ YUTAR SALKIMI

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 59    Yıl : kasım aralık 2001

Günümüzde kamu sektörünün bu bağlamda da sosyal refah devletinin boyutlarına ve bu boyutları belirleyen ve/veya etkileyen unsurlara ilişkin literatürde oldukça geniş tartışmalar bulunmaktadır. Bu tartışmaların en yankı uyandıran boyutu, uluslararası ekonomik politikadan kaynak bulmakta ve ulusal ekonomilerin bütünleşmesi yönünde hızla gelişen sürecin, sosyal devlet mantığı çerçevesinde uygulanan politikaların azaltılması, kamu sektörünün çapının daraltılması ve kamu sektörü gelişiminin önüne kaçınılmaz bir set konulması yönünde etkilerinin olduğu belirtilmektedir. Bu görüşlerin buluştuğu ortak nokta ise, kitlesel olarak artan sermaye ve ticaret akımlarının ülkeler üzerinde Keynesyen iktisadın geleneksel talep yanlı politikalarını sürdürme yönünde sınırlamalar getirdiği, dış piyasalarda rekabet şansını yakalamak için hükümetler üzerinde vergi oranlarını ve kamu harcamalarını azaltma (race to bottom-dibe doğru yarış) yönünde baskıda bulunduğudur.

AİLE : KURUMDAN EŞLER ARASI AYRILIĞA

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 59    Yıl : kasım aralık 2001

Başlığı Burgess’in batı toplumunda klasikleşen yapıtı “Aile : Kurumdan Eşler Arası Arkadaşlığa” adlı yapıtından ödünç aldım. Batı toplumlarında (özellikle ABD’de) işbölümünün son derece farklılaşması, bir dizi kurum ve örgütün ailenin görevlerini üstlenmesi sonucu aile, toplumsal bir kurum olmaktan uzaklaşmakta. Toplumbilimciler aileyi farklı boyutlarda incelemekte. Sözgelimi, toplumsal değişim sürecinde, aile yapısı, üreme, çocukların sosyalleştirilmesi gibi konularda görülen değişiklikler üzerinde ciddi çalışmalar yapılıyor. Ülkemiz açısından dikkatimizi çeken konu ise, toplumda parçalanmış oile oranının artması, bu aile tipindeki doğurganlık davranışları ve çocuğa verilen değerdir.

Konu ile ilgili yapacağım ilk saptama şu : Parçalanmış ailenin konumu tüm ülkelerde hatta ülke içinde bile benzer değil. Sözgelimi gelişmiş ülkelerin doğurganlık davranışında “baba kimliği” belirsiz doğumlar nerede ise ilk sıraya yerleşti. Ne var ki bu toplumlarda kadının (annenin) geliri, konumu ve çocuğa verdiği değer, dtoğurduğu çocuğu topluma kazandırabilecek temel koşulları taşımakta. Ayrıca sosyal sistemin geliştirdiği kurum ve örgütler doğurgan kadına bu konuda farklı yardımlar sunmakta.