Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 86 Yıl : Mayıs Haziran 2006
Giriş:
Günümüzde, küreselleşmenin en belirgin özelliklerinden biri, insanların, bölgeler, ülkeler ve kıtalar arasındaki hareketliliğinin artmasıdır. Sermaye, mal ve hizmetlerin hareketliliğinin yanında, daha sıkı düzenleme alanı bulduğu için sermaye, mal ve hizmet hareketliliği kadar olmasa da, işgücünün de kısa ve uzun dönem hareketleri de artmış bulunmaktadır. İnsanlar, tarih boyunca, en genel anlamda, daha iyi yaşam standartları yakalamak amacıyla, bir yerden diğer bir yere göç etmişlerdir. Küreselleşmenin yarattığı ortam içinde, günümüzdeki göç hareketlerinin en önemli özelliklerinden biri, göçün, bireysel tercihler sonucu ortaya çıkmaktan çok, adeta bir zorunluluk olarak ortaya çıkmakta olmasıdır. Bu anlamda, göç akımları her geçen gün artmakta, göç sonucu ortaya çıkan bazı olumsuz etkilerden ise, bir risk grubu olarak kadınlar öncelikli olarak etkilenmektedir. Bu çalışmada, küreselleşme ve uluslararası göç arasındaki bağlantılar incelendikten sonra, uluslararası göçmen grupları içersinde öncelikli paya sahip, nitelikli ve niteliksiz kadın göçmen grupları açısından, toplumsal cinsiyetçi işbölümü çerçevesinde, göçün etkileri ortaya konmaya çalışılacaktır.
1. Küreselleşme ve Uluslararası Göçlerin Artışı:
Günümüzde, uluslararası göçlerin artışındaki temel etken, küreselleşmenin yarattığı ortam içinde, zenginliğin dünyanın gelişmiş ülkelerine, yoksulluğunun ise az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere yoğunlaşması ile sonuçlanan, küresel gelir dağılımı adaletinin bozulması ve yoksulluğun önemli ölçüde artmasıdır. Nitekim, 2005 yılı Uluslararası Göç Örgütü’(IOM)nün göç raporuna göre, uluslararası göçmenler, başta ABD olmak üzere Kuzey Amerika ülkeleri, Avrupa ülkeleri ve Avustralya gibi, dünyanın belli başlı az sayıda gelişmiş ülkesinde yoğunlaşmaktadır. BM verilerine göre, 2000 yılında dünyada 175 milyon uluslararası göçmen bulunmaktadır. 1960 yılında, dünyada 76 milyon göçmen olduğu göz önüne alındığında, 40 yıllık dönemde, dünyadaki göçmen sayısının neredeyse üç kat arttığı görülmektedir. Söz konusu dönem içerisindeki en büyük artış ise, 1990-2000 yılları arasında, Doğu Bloku’nun çökmesi ile birlikte, piyasa ekonomisine geçiş sürecinin yarattığı ekonomik, sosyal ve politik sıkıntılar sonucu, doğu-batı atılımlı göç hareketlerinde yaşanan artıştır. 1970-1980 yılları arasında, uluslararası göçmen sayısı 18 milyon kişi artarken, 1990-2000 yılları arasındaki artış 21 milyon olarak gerçekleşmiştir(IOM,2005:380). Küreselleşme ile birlikte, uluslararası göç akımlarında yeni hedef bölgeler de ortaya çıkmakta, özellikle finans, turizm akımlarındaki hareketliliğe bağlı olarak, Güney ve Güneydoğu Asya ülkeleri de, dışarıdan göçmen işgücü çeken bölgeler halini almaktadır. Cinsiyet açısından bakıldığında ise, kadınlar uluslararası göçmenlerin yarısını oluşturmaktadır(IOM, 2005:380-381).
Uluslararası göçmenlerin içerisinde, hangi grupların payının daha fazla arttığını belirlemek önem taşımaktadır. Uluslararası göçmen grupları içerisinde, genel olarak, birbirinden oldukça farklı özelliklere sahip iki grubun payının arttığı görülmektedir. Bunlardan ilki, ülkelerinden savaş, politik istikrarsızlık, yoksulluk gibi nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kalan, sığınmacı ve mülteci gruplarıdır. 1970-2000 arasında, mülteci sayısı, dünya genelinde 4,5 milyondan 17 milyona ulaşmıştır(IOM,2005:381). Genelde, eğitim ve vasıf düzeyi düşük olan bu gruplara, göç alıcısı gelişmiş ülkeler, kapalı kapı politikası uygulamaktadır. Ancak, söz konusu kişileri göçe zorlayan ortamın olumsuz özellikleri ön plana çıktıkça, hareketlerini sınırlandırıcı yönde politikaların uygulanması, uluslararası göç içerisinde, sayısını tam olarak bilemediğimiz düzensiz/illegal/kaçak göç ve insan ticaretinin boyutlarının büyümesine de neden olmaktadır. Dünya genelinde son tahminlere göre, 25 milyon kişinin zorla yerlerinden edildiği ve bunların %70’nin kadınlardan oluştuğu görülmektedir. İnsan ticaretine en fazla konu olan kadınların sayısının sadece AB ülkelerinde, 500.000 olduğu, bunun 300.000’in, ya transit ya da köken olarak Eski Doğu Bloku ülkelerinden geldiği belirtilmektedir(IOM,2005:151). Son yıllarda Türkiye özellikle, Orta-Doğu, Balkanlar ve Afrika’dan gelen, ağırlıklı olarak göçün hedef ülkelerin Avrupa ülkeleri olduğu, düzensiz göç akımlarına sahne olmaktadır. Bu anlamda, başta coğrafi konumu nedeniyle, transit bir ülke olarak Türkiye’de, düzensiz göçün büyüklüğü tam olarak bilinememekle birlikte, 1 milyona kadar varan tahminler yapılmaktadır. 2000-2003 yılları arasında, kolluk güçleri tarafından 300.000’den fazla kaçak göçmenin yakalandığı, son sekiz yılda sayının 10 kat arttığı belirtilmektedir(IOM,2005:157). Son yıllarda, transit ülke olmanın yanı sıra, Türkiye’ye, başta inşaat, turizm, eğlence sektörü olmak üzere, enformel olarak çalışma niyetinde gelen kişi sayısının da arttığı görülmektedir. Hangi koşulda olursa, söz konusu kişilerin enformel olarak, düşük ücretler ve sosyal güvenceden yoksun olarak oldukça olumsuz koşullarda çalışması, gerek emeğinin sömürülmesi gerekse de yerli işgücünün istihdam güvencesini sarsması nedeniyle, içinde birçok olumsuzluğu barındırmaktadır.
Günümüzde, özellikle son on-on beş yıl içinde, uluslararası göç hareketleri içinde payını giderek arttıran diğer bir olgu ise beyin göçüdür. Temel göç alıcısı konumundaki gelişmiş ülkelerin, sığınmacı akımlarının tersine, beyin göçüne yönelik açık kapı politikası uygulaması, hatta beyin gücünü kendine çekebilmek için rekabet haline girmesi sonucunda, söz konusu işgücünün kısa ve uzun dönem hareketliliğinin önemli ölçüde arttığı görülmektedir(Carrington, ve Detragioche,1998; OECD,2002). Küreselleşen uluslararası piyasalarda, rekabetin bilgiye dayalı endüstrilere kayması ile birlikte, nitelikli işgücüne, gelişmiş ülkelerde talep önemli ölçüde artmaktadır. Bunun yanı sıra, çok uluslu şirketlerin, denizaşırı yatırımlarının artmasına paralel olarak, söz konusu şirketlerin içsel işgücü piyasalarında, yönetici ve uzman nitelikli personelin akışkanlığı da artmaktadır. Özellikle bu grubun kısa dönemli dolaşımı ön plana çıkmaktadır. Başta bilişim sektöründe çalışan uzmanlar olmak üzere, temel bilimler, mühendislik bilimleri alanındaki bilim insanı ve uzmanlar, beyin göçünün en önde gelen gruplarını oluşturmaktadır. Uluslararası alanda akışkanlığı yüksek bir diğer grup ise, öğrencilerdir. Eğitim sistemlerinin giderek birbirine yakınlaşması sonucu, bir yandan standart nitelikli işgücü havuzu oluşmakta, diğer yandan ise, özellikle lisans-üstü eğitim yurt dışında bir sektör haline gelmektedir. Türkiye’den beyin göçüne ilişkin elimizde resmi bir veri olmamakla birlikte, kalıcı göçe dönüş potansiyeli çok yüksek olan, ABD’ye lisans-üstü öğrenci akımlarında, Türkiye ilk on ülke içinde yer almaktadır(Institute of International Education,2004).Kök ülkelerde işsizliğin yaygınlaşması, alınan eğitime uygun istihdam olanaklarının olmaması, buna bağlı olarak düşük ücretler ve araştırma ve geliştirme faaliyetlerine verilen önemin düşüklüğüne karşın, söz konusu gelişmiş ülkelerdeki istihdam olanaklarının cazibesi, eğitim sonrasında kaçınılmaz olarak göçü beraberinde getirmektedir.
Gerek nitelik düzeyi düşük göçmen grupları gerekse de nitelik düzeyi yüksek göçmen grupları için, günümüz koşullarının, göçü adeta zorunlu kıldığı görülmektedir. İşgücü göçünün en temel özelliği, tarihsel perspektife uygun olarak, kapitalist birikim rejiminin özelliklerine göre şekillenmesidir. Bugün, “küresel/dünya şehirleri” olarak adlandırılan çekim merkezlerine göç, vasıflı ve vasıfsız emek arasında bir kutuplaşma yaratılarak talep edilmektedir(Kofman,2000). Bir yandan, gelişimin motor gücündeki sektörlerdeki, nitelikli işgücü açığı, beyin göçü tarafından sağlanılmakta; diğer yandan özellikle hizmetler sektöründe, yerli işçilerin yapmak istemediği işler, her ne kadar düzensiz göçlere kapalı kapı politikaları uygulansa da, ucuz emek öğeleri olarak, esneklik sağlaması paralelinde, talebi olan niteliksiz göçmenleri ön plana çıkarmaktadır. Aynı zamanda, temel göç alıcısı gelişmiş ülkeler, nüfusunun yaşlanması sonucu yakın gelecekte görülecek işgücüne katılım oranlarının düşmesine bağlı olarak, giderek göçmen işgücü havuzuna bağlanmakta, göç veren ülkeler açısından küreselleşmenin yarattığı, ekonomik, sosyal ve siyasal dengesizlikler ve etkiler, her geçen gün daha fazla sayıda işgücünün, göç havuzuna akmasına neden olmaktadır.
Bu çerçevede, kökenleri yapısal unsurlar temelinde aranması gerekli olan, uluslararası işgücü akımları, mal ve sermaye akımlarının tersi yönünde gelişmektedir. Kapitalist yatırım dalgaları, çevre ülkelerde, köklerinden kopmuş nüfus grupları yaratırken, aynı zamanda uluslararası harekete neden olan merkez ülkeler ile, koloniyel dönemden gelen, ekonomi, eğitim, kültür, yatırım gibi unsurlar temelinde güçlü maddi ve kültürel bağlar kurulmasına neden olmaktadırlar. (Portes, 1976; Castles ve Miller, 2003). Ulusal düzlemde ise, sanayi toplumlarının işgücü piyasalarının ikili yapıda tutulduğu öne sürülmektedir. Bu durumda, birincil sektör, sermaye-yoğun ve yüksek düzeyde nitelik gerektiren işlerin yer aldığı sektördür. Buna karşın, ikincil sektör olarak adlandırılan sektör, emek-yoğun ve nitelik gerektirmeyen işlerden oluşmakta ve iki sektör arasında ücret, cinsiyet, ırk, eğitim ve mesleksel prestij anlamında farklılıklar bulunmaktadır(Tolbert, Horan ve Beck,1980). Talep dalgalanmaları karşısında işverenler bu sektörde işgücünün hacmini ayarlayabilecekleri esnek yapılara gereksinim duymakta, göçmen işgücü de bu esnekliği sağlama işlevi görmektedir. Bu yapısal değişkenler çerçevesinde başlayan göç akımları, bir kez oluştuktan sonra, göçmenler ile kök ülkelerdeki potansiyel göçmenler arasında kurulan sosyal ağlar ile bu konuda aracılık yapan kuruluşların ortaya çıkması ile süreklilik kazanmaktadır(Massey,1986).
Göçmen işgücü içersinde de, cinsiyet üzerinden işleyen alt-esneklik durumu söz konusudur. Dolayısıyla, göçmen grupları içerisinde, göçmen kadın ve genç kızlar, sosyal politika açısından öncelikli risk grubu olarak karşımıza çıkmaktadır.
2. Uluslararası Göçmen Grupları İçinde Bir Risk Grubu Olarak Kadın Göçmenler ve Göçün Toplumsal Cinsiyet İlişkileri İçinde Değerlendirilmesi :
2.1. Göçmen Kadınların Çalışma ve Yaşam Koşulları :
Farklı bir toplumsal yapı içerisinde göçmen olmak güçtür. Göçmen kadın olmak ise daha güçtür. Buna karşın, genelde göç literatüründe, kadınların bağımsız göç sürecinin nadiren incelenmesi, kadınların esas olarak işgücü göçü kapsamında öne çıkan erkeklerin, izleyicisi olarak aile birleşmesi kapsamında bağımlı olarak ele alınması, eleştirisi konusu olan başlıca noktadır (Pedreza,1991;Kofman,2000). Dolayısıyla, kendi başına göç eden ve ailedeki karar alma süreçlerine katılan kadınlara yönelik çalışmalar, her ne kadar bu kadınların sayısı fazla olsa da, çok az sayıdadır. 1960-1070’li yıllardaki göç hareketleri içinde, başta Almanya olmak üzere, çok sayıda kadın işçinin yer aldığı bilinmektedir. Toplumsal cinsiyet temelinde yapılan göç araştırmaları, göçmen işçi kadınların göçmen olarak yerli kadın işçi karşısında, kadın olarak göçmen erkek işçi karşısında, göçmen işçi olarak vasıflı göçmen işçi karşısında dezavantajlı konumda bulunduğunu göstermektedir. Genel olarak, göçmen kadınların, çalışma yaşamında karşılaştığı ve olumsuz sonuçlar doğuran riskleri şu şekilde sıralamak olanaklıdır(Toksöz,2005):
- – İmalat sanayinde, vasıfsız işgücü olarak istihdam edilen birinci kuşak göçmen kadınların, bu sektördeki yeniden yapılanmaya bağlı olarak işsiz kalması,
- – İşsiz kalan kadınların, , enformel sektör faaliyetlerine ( evlerde temizlik, yemek pişirme, dikiş, küçük ölçekli ticaret gibi) yönelmesi,
- – İkinci kuşak göçmen kadınların, eğitim olanaklarından büyük ölçüde yararlanmamaları sonucu hizmetler sektörde başta temizlikçilik olmak üzere, işsizlik riski yüksek işlere yönelmesi,
- – Ailesi ve yakın sosyal çevrenin baskısı sonucu, sosyal yaşam ve çalışma yaşamına entegre olamama ve izolasyonun yarattığı sorunlar,
- – Gelişmiş ülkelerde, yerli kadınların işgücüne katılımının artması ve kamusal nitelikli sosyal bakım hizmetlerinin (çocuk,yaşlı ve hasta bakımı gibi) azalması doğrultusunda, öncelikle ev içi hizmetlerinde göçmen kadınlara talep artışı karşısında, geleneksel kadın işlerine yoğunlaşma,
- – Özellikle, izinsiz ve kayıt dışı yollarla ülkeye giriş yapılmışsa, uzun çalışma saatleri ve düşük ücret olmak üzere, çeşitli sömürü ve istismara maruz kalınması
Bu sömürü ve istismar, özellikle eğlence fuhuş sektöründe çalışmak zorunda kalan kadınlar için en olumsuz sonuçları ortaya çıkarmaktadır. Ülkelerinde, ekonomik zorluklar ve istihdam koşullarının elverişsizliliği nedeniyle, eğitimli ve meslek sahibi kadınların bile bu sektörlerde çalışmak zorunda kaldığı bilinmektedir. Özellikle, ülkelerinden çeşitli vaatler ile kandırılarak başka ülkelere getirilerek insan ticaretine konu olan, eğitimsiz ve yoksul kadınlar için durum çok daha vahimdir. Bu kadınlar zorla fuhuş sektöründe çalıştırılmakta, pasaportlarına insan tacirleri tarafından el konularak kaçmaları önlenmekte, kimi durumlarda ücret bile ödenmeyerek, sömürüye maruz kalmaktadırlar. Yakalanan kadın tüccarları cezalandırılsa da, kadınlara bir mağdur olmaktan çok, suçlu gözüyle bakılmakta, onları rehabilite edecek ve eski sağlıklarına kavuşturacak politikalar yürütülmemektedir.
2.2. Nitelik Düzeyi Yüksek Göçmen Kadınlar :
Eğitim ve buna bağlı olarak nitelik düzeyi yüksek kadın göçmenler için göç, yukarıda aktardığımız nitelik düzeyi düşük göçmen kadınlardan farklı olarak, kendini geliştirme anlamında mesleki ilerleme olanakları ve özerklik sağlama açısından önemli fırsatlar sunmakla birlikte, mevcut literatürde, nitelikli kadın göçmenler üzerine yok denecek kadar az sayıda çalışma olması, olguya ilişkin genel değerlendirmeler yapmamıza olanak tanımamaktadır. Bu durum, beyin göçünün hız kazanmaya başladığı, 1960’lı ve 1970’li yılların ilk tartışmalarında, göreli olarak daha az sayıda kadının yüksek eğitime girmesi ve buna bağlı olarak uzman mesleklerde yer alması nedeniyle şaşırtıcı olmasa da, günümüzdeki göç çalışmalarında, kadının değişen konumuna uygun olarak nitelikli göçmen kadınlar üzerine yoğunlaşılmaması, olguyu tüm boyutları ile ortaya koyma açısından önemli bir dezavantaj sunmaktadır. Toplumsal cinsiyet bağlamında göçü konu alan çalışmalar, yukarıda da belirttiğimiz gibi öncelikli risk grubu olarak ortaya çıkmaları nedeniyle, ağırlıklı olarak, kadını ya bağımlı statüde göçmen kadın ya da vasıfsız ve insan ticaretine konu olan kadın işgücü olarak ele almaktadır. Buna karşın günümüzde, öncelikli göç alıcısı gelişmiş ülkelerin, göç politikalarını nitelik düzeyi yüksek göçmenler lehine değiştirdikleri ölçüde, nitelikli göçmen kadın sayısında, her ne kadar görünürlüğü erkek göçmenlere göre daha az olsa da, artış olmaktadır. Avrupa’ya olan nitelikli göç akımlarını konu alan çalışmalar içerisinde, toplumsal cinsiyet boyutunun sınırlı kalmasını Kofman(2000) şu unsurlar etrafında açıklamaktadır:
- – İstatistik sistemlerinde ve sınıflandırmalarda, öncelikle kadını bağımlı olarak görmenin getirdiği anlayıştan ötürü kadının görünmezliği.
- – Teorik yaklaşımların olguya ilişkin dar bakış açısı. Özellikle, ulus-ötesi şirketlerin içsel işgücü piyasalarındaki genişleme ve bilişim sektöründeki uzmanların akışkanlığının önemli ölçüde artmasına paralel olarak, çalışmaların kadınların fazla yer almadığı bu sektörlerde yoğunlaşması.
- – Buna karşın, son dönemde etkisini genişleten sosyal ağ teorilerinin, kadınların bizzat bu ağlar içinde yer almasına karşın, söz konusu alana uygulanmaması .
Gelişmiş ülkelerin nüfusunun yaşlanması temelinde artan sağlık ve soysal hizmetlere karşın, bu alanda refah devletinin yeniden yapılanmasına bağlı olarak, azalan kamu sunumu ve artan özel sunum karşısında, bu alanda dışarıdan gelecek nitelikli göçmen kadın işgücüne duyulan gereksinim önemli ölçüde artmaktadır. Ancak, bu artış, niteliksizler kadar olmasa da, nitelikli kadınlar içinde toplumsal cinsiyetçi rollerin yeniden üretilmesinin önüne geçememektedir. Bu anlamda nitelikli dahi olsalar, göçmen kadınların gerek göç sürecinde gerekse de göç sonucunda karşılaştıkları riskleri şu şekilde sıralamak olanaklıdır (Shauman ve Xie,,1996;Yeoh ve Khao,1998;Salaff ve Greve,2003;Maguerou,2004;;Raghuram,2004):
- – Nitelikli kadın göçmenler, işgücü piyasalarında, teknik alanda yetişmiş işgücü olsalar dahi, eşlerine oranla kendi mesleklerinden çok, öncelikle kadın işleri(eğitim, sağlık,sosyal hizmet) olarak görülen işlerde yer alabilmektedir.
- – Araştırmacı kimliğe sahip kadınların bile, yurt dışında kariyerlerini sürdürme eğilimlerinin, aile sorumlulukları nedeniyle, bekar kadınlara ve erkeklere oranla önemli ölçüde düşük olduğu görülmektedir
- – Çocuk sahibi olmak ise, bilim kadınlarının coğrafi akışkanlığını sınırlayan en önemli etken olarak karşımıza çıkmaktadır
- – Kadınların genelde eşlerinin bağımlıları olarak söz konusu ülkeye girdiklerinden belli bir süre çalışmalarına izin vermeyen yasal düzenlemeler, farklı bir toplumda kadınların çocukları ve ev işleri ilgili olarak aileden yardım alamaması ve göçmen kadınların öncelikli sorumluluk alanının ev içi hizmetler olması gibi unsurlar nedeniyle, işgücüne katılım oranlarının düşmektedir.
Sonuç:
Küreselleşmenin yarattığı ortam içinde, uluslararası göçün arttığını, göçmen grupları içerisinde, toplumsal cinsiyete bağlı olarak kadın göçmenlerin öncelikli risk grubunu oluşturduğunu, her ne kadar nitelik düzeyi kadın göçmenlerin işgücü piyasasındaki durumunda iyileşme yaratsa da bir şekilde geleneksel cinsiyetçi roller ve bakış açısı temelinde, kadının göreli dezavantajlı konumunu sürdürdüğü görülmektedir. Dolayısıyla, küreselleşme karşısında, emek olmanın güç; göçmen emek olmanın daha güç; göçmen kadın emek olmanın daha da güç olduğu ortaya çıkmaktadır. Göçmen işgücüne yönelik olarak uygulanacak sosyal politikalarının, bu gerçekliği dikkate alarak ve göçmen kadınların yaşadıkları sorunlara özgün çözümler üretecek bir yapılanma içine girmesi beklenmelidir.
_____
Kaynakça :
Carrington, W ve Detragioche,E .(1998), How big is the brain drain , IMF Research Department.
Castels, S ve Miller, M.J. (2003)., The Age of Migration, Palgrave Mac Millan, Third Edition, England.
Institute of International Education(2004)., Report on International Education Exchange 2004 USA.
IOM(2005)., World Migration 2005, Cenevre.
Kofman, E(2000), “The Invisibility of Skilled Female Migrants and Gender Relations in Studies of Skilled Migration in Europe”, International Journal of Population Geography, (6), s: 45-59.
Massey, D(1986)., “The Settlement Process among Mexican Migrants to The United States”, American Sociological Review, No:51, s:670-684.
OECD (2002)., International Mobility of Highly Skilled, Policy Brief, OECD Observer.
Pedreza, S(1991), “Women and Migration: The Social Consequences of Gender ”, Annual Review of Sociology,Vol:17, s:303-325.
Portes, A(1976)., “Determinants of The Brain Drain”, International Migration Review, Vol:10,No:4, s:489-508.
Raghuram, P(2004)., “The Differences that Skills Make: Gender, Family MigrationStrategies and Regulated Labor Markets”, Journal of Ethnic and Migration Studies, Vol:30, No:2, s:303-321.
Salaff, J ve Greve, A(2003), “Gendered Structural Barriers to Job Attainment for Skilled Chinese Emigrants in Canada”, International Journal of Population Geography, (9), s: 443-456.
Shauman, K ve Xie,Y(1996), “Geographic Mobility of Scientist :Sex Differences and Family Constraints”, Demography, Vol:33, No:4, s:455-468.
Toksöz, G(2005)., 21. Yüzyılda Avrupa Birliği’ne Emek Göçü, İmaj Yayınevi, Ankara.
Tolbert, C, Horan P ve Beck, M.(1980), “The Structure of Economic Segmentation : A Dual Economy Approach”, American Journal of Sociology 85, s:1095-1116.
Yeoh, B ve Khao, L (1998)., “Home-work, Community : Skilled International Migration and Expatriate Women in Singapore”, International Migration, Vol:36(2), s:159-186.