Yerleşikler ve Yeni Gelenler ya da Dışlanmışların Oluşumu

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 76 Yıl : Eylül Ekim 2004

Bu denemenin amacı; kente uyum sağlayamayan, kentsel bir işi ve geliri olmayan kent yoksullarının geleneksel ve modern dayanışma dışında kentte yeni bir yaşam biçimi sürdürmelerini tartışmaktır. Tartışmaya başlamadan önce iki kavramı açıklamak istiyorum.

Yerleşik vurgulamasını 1980 dönemi öncesinde değişik nedenlerle kente gelmiş ve geleneksel dayanışmacı ilişkiler ile kentte bir tutamak knoktası bulanlara yapıyorum. Geleneksel dayanışmacı ilişkinin özneleri olarak ”din ve aile” kurumlarını görüyorum. Ülkemizde sözkonusu tarihe kadar göçe katılanlar varış noktasında bu iki kurumun geliştirdiği geleneksel dayanışmacı ilişkileri “köken, hemşehri, bölge-yöre” bağlamında kullanarak kentte “kalkış noktası değerleri”ni başat kılmaya çalıştılar.

Ülkemizde içgöçün zorlayıcı-gönüllü çizgisinde sürdüğü 1980 dönemine kadar geleneksel dayanışmacı ilişkiler, kente gelenlerin “aile-din” kurumları değerleri ile uyumlarını sağladı. Gelenlerin kentsel uyumunun geleneksel dayanışmacı ilişki içinde çözümü, kamu yönetiminin yükünü azaltırken, kamunun modern dayanışmaya da kentsel refah kurumlarını yaşama geçirmesini yarınlara öteledi. Bu bağlamda merkezi ve yerel yönetimler, göçedenlerin kentte mekan oluşturma, işbulma sorunlarını aile kurumunun çözmesini hoşnutlukla karşıladı. Göçmenlerin kentsel yaşama uyum sorunları, sosyalleşme süreçleri ve sosyal hizmet gereksinimleri din kurumu ağırlıklı girişimler ile çözümleniyordu. Kamu yönetimleri karmaşıklaşan kentsel yaşamdaki sorunların bu iki kurum tarafından çözülmesine bir yandan sevinirken, bir yandan da bunları daha işlevsel kılacak kararlar üretiyor, bunlara kaynak aktarıyordu.

Kente göçedenlerin başlangıçta karşılaştıkları barınma sorunu ve bu nedenle mekan oluşturma eylemleri masum ve kabul edilebilir bir istek olarak algılandı. Ne var ki süreç içinde böylesi istekler kentsel rant paylaşımının önemli bir ögesi olarak ortaya çıktı. Benzer olgu, iş bulma ve sosyalleşme süreçlerinde de görülmeye başlandı. ”Aile-din” kurumu önemli geleneksel dayanışmacı ilişkiler kentte, sınıf, kültür ve kimlik sorunlarını belirginleştirdi. Çünkü göçlerin sonu gelmiyordu. Kentteki olanaklar ise sınırlıydı. Tüm gelenlere yetecek düzeyde değildi. Sorunların çözülmesi bir noktada piyasalaştırıldı. Böylece kentte, varsıllaşmış ilişkileri, sorunun konusuna göre erkek egemenliğinde çözümleyen yerleşik güçler oluştu.

Yeni gelenler kavramı ile 1980 sonrasında zorunlu-gönüllü göçe katılan fakat yerleşiklerin 1960’larda kentte buldukları olanakları bulamayanları tanımlıyorum. Bu grubun temel özelliği, kentte hem geleneksel dayanışmacı ilişkiden hem de kamunun desteğinden yoksun oluşlarıdır. Yukarıda belirttiğim gibi 1980 sonrasında kentlerde geleneksel dayanışmacı ilişki bir yönü ile piyasalaştı, bir yönü ile de hiyerarşik nitelikli olmaya başladı. Kamu ise, yüksek enflasyon ortamında borç-faiz sarmalı altında farklı kesimlere kaynak aktarmak zorundaydı.

Yeni gelenler içinde zorunlu göçle kente gelenler çoğunluktaydı. Bunlar hem kenti tanımıyorlar hem de nitelik olarak kentsel bir iş yapacak düzeyde değildiler. Bu grubun barınma, çalışma ve kentte yaşama sorunlarının çözümünde, geleneksel dayanışmacı ilişki ağını kurabilecekleri sınıf, kültür ve kimlik bağları yok denecek düzeyde kaldı. Kırsal kesimde aile kurumunun dayanışmacı ilişkisi kentte piyasa ile karşılaşınca çaresizleşti. Kendini boşlukta hissetti. Sonuçta bunlar büyük kentlerin hem çevrelerinde hem de terk edilmiş merkez bölgelerinde sefalet adacıkları oluşturmaya başladılar.

Kentteki yöneticilerin, girişimcilerin ve yerleşiklerin yeni gelenlere farklı gözle bakması, kökene dayalı gruplaşmaların böylesi ceplerde toplanmasına ve büyümesine neden oldu. Gruplaşmalar, kent yaşamında farklılaşan ve çeşitlenen talepleri gündeme taşıdı. Ne varki, kamunun buralardaki örgütsüzlüğü yanı sıra uygulamalarındaki kaynak eksikliğinden ötürü yeni gelenler kendilerin dışlanmış olarak görmeye başladılar. Kamunun benzer işlemlerde yerleşik ve yeni gelenlere eşitsiz uygulamaları, dışlanmışlık duygusunu pekiştirirken, kentsel sorunların ve gerilimlerin artmasına neden oldu.

Bu süreçte aile kurumu yoruldu ve parçalanmaya başladı. Çünkü şimdiye değin kamunun, toplumun ve bireylerin tüm sorununu çözümleyen aile kurumu kırılgan bir konuma gelmişti. Sorunlar, onu, kalkış ve varış noktasında bunalttı. Dahası sorunlarının çözümü için farklı seçeneklerin sunulmaması, bunların değişik ortamlarda tartışılıp hizmet olarak götürülmemesi, yeni gelenlerin kentsel alanlarda dışlanmalarına neden oldu. Aile bu süreçte hem parçalanmaya başladı; hem de üretimi olan çocukların kentsel yaşama hazırlama işlevini yerine getiremedi. Parçalanarak kendini ve çocuklarını, sorunları ile birlikte sokağa attı.

Bunun en karakteristik örneklerinden biri İzmir’de saptanmıştır. Kahramanlar-Alsancak arasında kalan alanda yaşayan ve çalışanların temel niteliklerini saptayan bir araştırma tarafımdan yapılmıştır (*). Bu araştırmanın kimi bulgularını daha önce sizlerle paylaşmıştım (Aile: Kurumdan Eşler Ailesi Ayrılığa – Çalışma Ortamı Kasım Aralık 2001 Sayı: 59).

Bulgularımızı kısaca anımsayalım:
İşyeri ve konut birlikteliğinin bulunduğu Çınarlı, Ege, Umurbey, Turan, Hilal ve Bayraklı mahallelerinin deniz kıyısındaki konut ve işyerlerinde yapılmıştır. Verilerimiz, aileler ile yörede 10’dan fazla işçi çalıştıran işyeri sorumlularının gözlemlerinden oluşmaktadır. Aile temelinde hızlı bir dönüşüm vardır; bu mekanı terkeden ailelerin yerine çoğunlukla doğu ve güneydoğu Anadolu kökenli aileler taşınmaktadır.

Bu mahallelerde parçalanmış aile ile aile içi nüfussal dönüşümün yaşandığı çekirdek aile (yaşlı anne-baba ve dul-boşanmış kız-erkek çocuk ile torun/lar) oranı %41’e ulaşmakta. Bu nedenle hane başkanı olan genç kadın oranı yüksek. Bunun bir başka göstergesi dul-boşanmış kadın/erkek oranı=5 düzeyinde. Bölgede evliliğini sürdürebilen çiftler hızla azalmakta.

Bölgedeki nüfusun genç olmasına karşın, çoğunluğunun eğitimi (%70) ilköğretim düzeyinde. Bulara okur-yazar olmayanları eklediğimizde bu oran yükselmekte. Bu gençlerin, kentsel yaşamı sürdürecek bir meslekleri yok. Erkek nüfus daha çok günlük satış ve hizmet işleri ile değişik hurda toplama işinde çalışıyor. Kadınlar ise, lokanta vb yerlerde bulaşık yıkama ve temizlik işlerinde çalışmakta.

Aileler çocuklarının eğitim harcamalarını yatırımdan çok, tüketim harcaması olarak görmekte. Bu nedenle ilköğretim dışında çcocuklarını ne okutan ne de böyle bir istemi olan aile var. Aileler çocuklarına ekonomik bir değer atfetmekte. Fakat çocuğun ailede benimseyeceği-ideal edineceği bir kişi olmadığı için,aileye ekonomik katkı yapma konusunda da başarısızlar. Halen yaptıkları süreksiz işlerin kent ve ülke açısından temel ve marjinal bir yararı yok. Eğitim, beceri ve ustalık düzeyleri düşük olduğu için kentsel bir işte çalışarak kentsel gelirlerini artırma olanakları da yok.

Çocukların gündüz ve gece referans aldıkları kişilerin farklılaşması onları çalışma yaşamından hızla uzaklaştırmakta. Sözgelimi gündüz sabahtan akşama kadar çalışması karşılığında aldığının daha fazlasını bir eğlence mekanının önünde ya da garajında alabilmekte. İmrendiği sigara içki de yanında olmak koşulu ile. Bu nedenle böylesi yerlere ulaşabilmek buradakileri örnek (ideal) edinmek dürtüsü gençlerde ağır basıyor.İşte bu süreçte karşılaştığı bir dizi olay onlarda “karamsarlık kültürü” ve “dışlanmışlığın” değişik görünümü olarak ortaya çıkıyor.

Yörede ondan fazla işçi çalıştıran işyeri sahip ve sorumluları ile yapılan derinlemesine görüşmelerde, belirginleşen noktalar ise şunlardı:

    – Yörede hırsızlık son derece artmış; artık emniyet güçleri de bunlarla uğraşmak istemiyor.
    – İşyerlerinde özel güvenlik harcamaları artış göstermiş.
    – Söz konusu mahallede yaşayan gençleri işealmak istemiyorlar; çünkü düzenli bir çalışma yaşamları yokmuş.
    – Sözkonusu mahallelerde gece güvenliği belli gençlik çetelerinin eline geçmiş. Bu nedenle istenmeyen olaylar hıza artmakta.

Görüldüğü gibi, bu mahallelerde yaşayan nüfus, kentlileşememe ve dışlanma olgularının tam ortasında yer almaktadır. Nüfus sayımı verilerinden yararlanarak, hanebaşkanı mesleği, konut niteliği ve oturulan konuta sahiplik açısından İzmir için oluşturulan haritalarda sözkonusu mahalleler en küçük değeri almakta.

Kentleşmenin ve kent yenileme çalışmalarının fiziksel altyapı sorunu olmadığı görülmeli. Kentte ve özellikle yenilenen mekanlarda yeni kentsel refah kurumları ve bunların kurallarını egemen kılacak sosyal sistemi oluşturmaya çaba harcamalıyız.

____________________

* İzmir Büyükşehir Belediyesi, Bayraklı Höyüğü (İlk İzmir) ile Kahramanlar-Alsancak arasında kalan 500 hektarlık bir çöküntü alanını, kentin yeni vizyonu için prestij alanı olarak oluşturma amacıyla uluslararası kentsel tasarım proje yarışması gerçekleştirdi. Yarışmacılara ışık tutması açısından yörede yaşayan ve çalışan nüfusun temel niteliklerini saptayan çalışma, yazar tarafından yapılmıştır. Bu bölgede,büyük ölçüde terkt edilmiş sanayi yapıları (elektrik ve havagazı fabrikası, tütün-incir işleme depoları, tahıl ambarları vb) deniz kıyısını kaplamakta. Sözkonusu mekan, 1950’den kısa bir süre konut-işyeri birlikteliği ile büyümüş; iki katlı konutların alt katlarına işyerleri yerleşmişlerdi. Üst katlarda bazen bir aile,bazen çırakların barınması amacıyla kullanılmaktadır. Bazı mahallelerde ise konut-işyeri yanyana iki bağımsız bina olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgede hızla yayılan küçük sanayi işletmeleri, aileleri buradan kovmaktadır.