Yazar arşivleri

Sanayileşme, Yoksullaşma, Kentleşme ve Çevrenin Yoksunlaşması Döngüsü

Sanayileşme – Yoksullaşma – Kentleşme – Çevrenin Yoksunlaşması… Bu dört kavram arasında döngüsel bir ilişki vardır. Hangisinin daha önce çıkıp, diğerinin ortaya çıkmasına yol açtığı uzun uzun tartışılabilir. Bunun yerine, zamanımızı, bunların arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin çözülmesine harcamak daha yerinde olur.

Bu dört olgu arasında “gel-git” ilişkisi vardır. Sanayileşme bütün sorunları besleyen “ana” oldu. Sanayileşme yoksullukları derinleştirdi; bu kaçınılmazdı. Çünkü sanayiin gelişmesi için sermaye birikimine gereksinme vardı. Çoğunluk gelirinden yitirmeliydi ki, azınlığın elinde daha çok kaynak biriksin. Bir yandan küçük bir azınlık daha da zenginleştirilmekte, büyük çoğunluğun yoksulluğu artmakta… Artan yoksulluk ise, sanayi için daha düşük ücrete ve olumsuz koşullara hazır “yedek işçi ordusu” yaratmaktadır.

“Ya Ben Çocuk Değilim, Ya Siz Büyük Değilsiniz”

Ya Ben Çocuk Değilim, Ya Siz Büyük Değilsiniz”

İnsan beyni ve onun uzantısı olan emeği, insanlığın en önemli hazinesi olma özelliğini sürdürüyor.

“Bilgi paylaşıldıkça zenginleşir” ilkesinden yola çıkarak, geniş kitlelerin, en iyi ve en ileri eğitimi alması beklenirken gördüğümüz şudur : Günümüzde, iktidarların sınıf temelli yaklaşımları, eğitim sistemini “toplum için” olmaktan çıkarıp, “siyaset ve küresel çıkarlar” için alet olmaya itmektedir. Seçilmiş beyinlerin ileri eğitimi, beyin gücünü küreselleşmenin merkez ülkelerine çekerken (tıpkı zenginlikleri olduğu gibi); kitlelerin büyük bölümü eğitilirmiş gibi yapılmaktadır.

Bu aldatmacanın farkına varan genç beyinlerimiz, bireysel kurtuluş olanakları aramaktadır. Eğer aileniz dar gelirliyse ve size başka bir seçenek sunulmamışsa, kısa yoldan yaşama atılmak zorundasınız. Meslek liselerine ulaşamıyorsanız, erken yaşta çalışma yaşamına atılıp; hem günü kurtarmak ve hem de geleceğinizi kurmak zorundasınız. Ne pahasına olursa olsun çalışmak zorundasınız.

İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİNDE HÜKUMETİN ÇIKMAZI : İŞÇİ SENDİKALARI

İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİNDE HÜKUMETİN ÇIKMAZI :

İŞÇİ SENDİKALARI

Avrupa Birliği Çerçeve Direktifi’nin (89/391) üzerinde ağırlıkla durduğu iş sağlığı güvenliği sorunlarının çözümünde işçi katılımı, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve sonrasında hakkettiği yeri bulamamıştır.

6331 sayılı yasa hala iş sağlığı güvenliği sorunlarının çözümünde tepeden inmeci yaklaşımların başarılı olacağına inanmaktadır (Yasanın diğer çıkmazları için bakınız: Fişek A.G. : YENİ DÖNEMDE (6331 s.k.sonrası) DEĞERLENDİRMELER, Çalışma Ortamı Dergisi Sayı : 130-132, Eylül 2013-Şubat 2014 ve www.isguvenligi.net) Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) iş müfettişlerinin ceza tehdidinin, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının işyerindeki “tek yanlı ve buyurgan” çabalarının, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önüne geçeceği varsayımı, yasa koyucuda da vardır.

Www.isguvenligi.net aracılığı ile yaptığımız ankette konuyla ilgilenenlerin bu beklentiye kapılmadıkları anlaşılmaktadır. “Tek başına işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı istihdamının sağlanması, işyerlerinde iş kazalarıyla meslek hastalıklarının önüne geçer mi?” sorusuna verilen yanıtların dağılımı şöyledir (Erişim : 10 Kasım 2014) :

HALK SAĞLIĞINDA İZ BIRAKANLAR | PROF.DR.NUSRET H.FİŞEK : BİR ÖNDERİN SEYİR DEFTERİ

HALK SAĞLIĞINDA İZ BIRAKANLAR

PROF.DR.NUSRET H.FİŞEK : BİR ÖNDERİN SEYİR DEFTERİ

Nusret Fişek 1914’te Sivas’ta doğduğu gün, babası Sivas’ın doğusunda, dağlarda düşmanla savaşıyordu. Uzun yıllar, yurdu için savaşan babasını çok az gördü. Bunu, anne ve babasının, Anadolu’da oradan oraya göreve gittikleri dönem izledi. O da yatılı olarak Kabataş Lisesi’ni ve İstanbul Tıp Fakültesi’ni okudu.

1933 Üniversite Reformu’nun mimarlarından İsviçreli Pedagog Prof.Albert Malche, çok geniş ve ayrıntılı ön-inceleme raporunda profesörlerin özelliklerini tanımlarken şöyle diyordu (H.Widmann 2000, s.35):

SAĞLIK MESLEK BİRLİKLERİ DANIŞMA KURULU’NUN
II. SAĞLIK KURULTAYI’NA SUNULAN RAPORU

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 47    Yıl : Kasım Aralık 1999

2-3 HAZİRAN 1990

Sağlık Meslek Birlikleri Danışma Kurulu, 4 meslek birliğinden oluşmaktaydı. Bunlar Türk Eczacıları Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği ve Türk Veteriner Hekimleri Birliği idi. 1988 Kasımında biraraya gelen bu örgütler, uzun erimde bütünleşmeyi amaçlayan, bir Danışma Kurulu çatısı altında ortak eylemler gerçekleştirmeyi kararlaştırmışlardı. *

25-26 Şubat 1989’da toplanan I.Sağlık Kurultayı’nın 3 ana teması, “Ulusal Sağlık Politikası”, “Ulusal İlaç Politikası” ve “Özlük Hakları ve Sendikalaşma” idi.

FİŞEK ENSTİTÜSÜ’NÜN SOSYAL GÜVENLİK KURULUŞLARINDA SAĞLIK HİZMETİNE YAKLAŞIMI

(T.C.Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun İsteği

Üzerine Hazırlanan 16 Nisan 1997 Tarihli Rapor)

Ülkemizde sosyal güvenlik kavramının gelişimine baktığımızda, 1950 yılına gelene değin, “sosyal devlet” ile “sosyal güvenlik” yaklaşımının birbirinin içine girmiş olarak sunulduğu görülmektedir.

Hatta 1924’ten sonra bir türlü İş Yasası’nın çıkartılamamış olması ve çok güçlü bir Sağlık Bakanlığı’nın bulunmasının etkisiyle, çalışma yaşamına ilişkin önlemlerle birlikte sosyal güvenlik önlemleri de Sağlık Bakanlığı etkinliklerinin arasında ve Umumi Hıfzıssıhha Kanunu içerisinde yeralmıştır. Bu gelişme, diğer ülkelerden farklı olarak bir “Model”in doğmasını getirmiştir. Özellikle işçi sağlığı iş güvenliği alanında çıkartılan tüzüklerde ve yapılan uygulamalarda, iki bakanlığın (Sağlık ve Çalışma -önce İktisat-) eşgüdüm içerisinde çalışması öngörülmüştür. Bu birliktelik, diğer ülkelerin bugün bile sağlayamadığı ve Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün etkinliklerindeki uzaklıkla kendisini gösteren bir olgudur.

GEREKSİZ KILMAYA ÖNCELİK

Sosyal güvenlik sistemimiz, tazmin edici bir mantıkla oluşturulmuştur. Kesilen primler; yıpranan sağlığı, bedeni, ruhu onarmay yöneliktir; yıpranmamasına değil. Hastalıkların ve kazaların sonuçlarına karşı sigortalar oluşturulmuş, tedavi edici hizmetler öne çıkarılmıştır. Oysa ki mesleki ya da değil; birçok hastalığın ve kazanın önlenmesi olanaklıdır. Etkin bir planlama, eğitim ve koruyucu hekimliğin geliştirilmesi; sağlığın bozulmasını büyük ölçüde önleyici niteliktedir ve tazmin etmeye yönelik dev boyuttaki harcamaları gereksiz kılmaktadır. Ağır iş yükünden ve uzun yıllar süren olumsuz çalışma koşullarından kaynaklı bedensel ve ruhsal yıpranmaya özür olarak erken emeklilik (mezardan önce ama hastanede emeklilik) gündeme gelmektedir. Oysa ki yaşa, sağlık durumuna ve beceriye göre ayarlanacak iş yükü ve içeriği, sağlıklı-güvenli çalışma koşulları; ruhsal ve bedensel yıpranmayı azaltacaktır. Önemli olan bozulan sağlığı tazmin etmek değil; sağlığın bozulmasının önüne geçerek tazminatı gereksiz kılmaktır.

Bu yaklaşım, SSK’nın çekirdeğini oluşturan İşçi Sigortaları Kurumu’nun kuruluşunu izleyen yıllarda iyice ağırlığını hissettirmiş ve “sosyal devlet” olgusu ile giderek bağlarını koparmıştır. Yalnızca tazmin edici yaklaşım, risk gruplarına ve bu risklerin kurbanlarına karşı başka sosyal politika seçeneklerini hesaba katmamaktadır. Sözgelimi, belli bir süre prim ödeyeni “emek”li etmekte, ama “emeklilik” olgusu ile “yaşlılık” olgusu arasındaki köprüyü kopardığı için, yaşlılara yönelik diğer sosyal politika atılımlarına arka çıkmamaktadır. Buna karşın, yaşlılara yönelik sağlık-sosyal hizmetlerin geliştirilmesi, “tazmin” ile yükümlü olan sosyal güvenlik yapıları üzerindeki yükü de azaltacaktır. Aynı örneği, meslek hastalıklarının önlenmesi konusunda da kullanabiliriz. Meslek hastalıkları tamamen önlenebileceğine göre, bu konuda kapsamlı ve etkin sosyal politika programları uygulamaya konulduğunda, onu “tazmin” edecek yapının varlığı da gereksizleşecektir.

“Gereksiz” kılıcı etkinlikleri arttırmanın yolu, sosyal güvenlik ile sosyal devlet arasındaki köprünün kurulması ve geliştirilmesidir.