Sanayileşme, Yoksullaşma, Kentleşme ve Çevrenin Yoksunlaşması Döngüsü

Sanayileşme – Yoksullaşma – Kentleşme – Çevrenin Yoksunlaşması… Bu dört kavram arasında döngüsel bir ilişki vardır. Hangisinin daha önce çıkıp, diğerinin ortaya çıkmasına yol açtığı uzun uzun tartışılabilir. Bunun yerine, zamanımızı, bunların arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin çözülmesine harcamak daha yerinde olur.

Bu dört olgu arasında “gel-git” ilişkisi vardır. Sanayileşme bütün sorunları besleyen “ana” oldu. Sanayileşme yoksullukları derinleştirdi; bu kaçınılmazdı. Çünkü sanayiin gelişmesi için sermaye birikimine gereksinme vardı. Çoğunluk gelirinden yitirmeliydi ki, azınlığın elinde daha çok kaynak biriksin. Bir yandan küçük bir azınlık daha da zenginleştirilmekte, büyük çoğunluğun yoksulluğu artmakta… Artan yoksulluk ise, sanayi için daha düşük ücrete ve olumsuz koşullara hazır “yedek işçi ordusu” yaratmaktadır.

Yine artan yoksulluğun beslediği işsizler (ve işsizliğin beslediği yoksulluk), işbulma umuduyla kentlere koşmaktadırlar. Bu kentlerde yığılmayı sağlamakta ve bu zoraki büyüme kentleşme olarak görülmektedir. Kentlere göçen yoksullar, hem sağlıksız kentleşmenin kurbanı; hem de geniş pazarların yeni alıcıları ( ya da kurbanları) olmaktadır.

Kentleşme, kentlerin iç pazarda aldığı payın artışı, yeni iş alanları ve sanayileşme olanakları doğururken; hesapsız kentleşme ve sanayi kuruluşlarının gelişigüzel konuşlanması, çevredeki önemli ölçüde tahribata yol açmaktadır. Çevremiz yoksunlaşmakta…

İşsizlik, yoksulluk, çaresizlik içindeki çoğunluk –üstelik de örgütsüz– , çevrenin yoksunlaştırılması karşısında direnme gücü bulamamakta; yeni iş alanları açılması umuduyla, sanayi site ve kuruluşlarının, tarımsal alanları yutmasına kayıtsız kalmakta –hatta alkış tutmaktadırlar-. Ne yazıkki, çevrenin yoksunlaşması, gelecekte azalan çevresel olanakların, daha sınırlı ellerde toplanmasını ve yoksulların doğadan da yoksun kalmasını getirecektir.

Böylece, az gelişmiş ülkelerin bir karakteristiği olarak, sanayileşme, insanları, daha mutlu ve zengin bir yaşama ulaştırma yerine; bir önceki güne oranla daha mutsuz ve yoksul bir konuma itmektedir.

Sanayileşme, yoksullaşma, kentleşme ve çevrenin yoksunlaşması, hepsi birbirinin içine girmiş yumak oluşturmuştur. Bu yumak gitgide daha karışmakta ve çözülmez hale gelmektedir. Sonunda öyle düğüm olacak ki…

Bu dört kavram arasındaki döngüsel ilişki, bir kısır döngü müdür?
Hayır.

Sanayileşme

Yoksullaşma

Çevrenin Yoksunlaşması

Kentleşme

Bu döngüyü (ya da yumağı) çözmenin tek yolu, yukarıdaki döngünün merkezine “insan hakları”nı koymaktır. Demekki yukarıdaki 4 temel sorunun “insan” yüzünü görmek gerek.

YOKSULLUK : En temel insan haklarından yoksunluktur. Yeme, içme, barınma ve sağlıklı yaşama hakkından yoksun kişinin eski çağların kölelerinden farkı nedir?

Sözgelimi, 1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin1 22.maddesi, “Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı” olduğunu, herkesin “onur ve kişiliğinin serbestçe gelişimi için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahip” olduğunu vurgulamaktadır.

Aynı bildirge, 23. maddesinde, “herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı”nı dile getirmektedir.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama açık olan şudur ki, 1948 yılında dile getirilen bu ilkeler, yıllar içerisinde Avrupa Sosyal Şartı, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ve bir çok Uluslararası Çalışma Sözleşmesi ile daha ileri götürülmüş ve ayrıntılandırılmıştır.

SANAYİLEŞME : İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 23.maddesiyle, “herkesin, çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma” hakkını getirmektedir. Bu bir yanıyla çeşitlendirilen işlerin varlığını, bir yanıyla da bu işlerin serbestçe seçilebilmesini önkoşul saymaktadır. Avrupa Sosyal Şartı, bir adım ileri gitmekte ve ilkeyi ayrıntılandırmakta, “güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları hakkının etkin biçimde kullanılmasını sağlamak üzere” kullanılabilecek araçları ele almaktadır.

Birleşmiş Milletler Toplumsal Gelişme ve Kalkınma Bildirgesi2 17.maddesinde şöyle demektedir: “Özellikle gelişmekte olan ülkelerde tüm halkın yararına olmak üzere toplumsal yönleri yeterince göz önüne alınarak, endüstrileşme sürecini hızlandıracak önlemlerin benimsenmesi; endüstri kesiminin kesintisiz ve çeşitlenmiş büyümesi için yeterli bir örgütlenmenin ve yasal çerçevenin geliştirilmesi; otomasyon dahil kentsel gelişme ve endüstrileşmeden doğabilecek olumsuz toplumsal etkilerin üstesinden gelebilmek için önlemlerin alınması; kırsal ve kentsel kalkınma arasında uygun bir dengenin kurulması ve özellikle, başta büyük endüstri merkezlerinde olmak üzere daha sağlıklı yaşam koşullarını amaçlayan önlemlere başvurulması …”

KENTLEŞME: Aynı Bildirge’nin aynı maddesinde, “kentleşme ve kentsel kalkınma sorunlarını çözümleyecek bütünleşmiş bir planlama”ya gereksinme olduğu vurgulanmakta; “kır halkının yaşam düzeyini yükseltmek ve dengeli bir ulusal kalkınmayla toplumsal gelişmeyi güdüleyecek biçimde kent-kır ilişkisini ve nüfus dağılımını düzenlemek üzere kapsayıcı kırsal kalkınma tasarımları” ile “toprağın toplum yararına kullanılmasını gereğince götmek üzere önlemlerin alınması” öngörülmektedir.

ÇEVRENİN YOKSUNLAŞMASI: Sanayileşme ve kentsel yerleşimin yaygınlaşması, çevrenin de doğallıktan uzaklaşmasını ve betonlaşmasını (ya da cansızlaşmasını) getirmektedir. Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi3, Avrupa Konseyi’nin bu konudaki eğilimini ortaya koymaktadır:
“ * Yabani flora ve faunanın, korunması ve gelecek nesillere aktarılması gerekli, estetik, bilimsel, kültürel, rekreasyonel, ekonomik ve özgün değerde doğal bir miras oluştur”makta
* “Biyolojik dengelerin devamlılığında yabani flora ve fauna” temel bir rol oynamakta
* “Yabani flora ve faunanın bir çok türlerinin ciddi biçimde tükenmekte olduğu ve bazılarının yok olma tehlikesine maruz” kalmakta
* “Doğal yaşama ortamlarının muhafazasının, yabani flora ve faunanın koruma ve muhafazasında hayati önem”
taşımaktadır.

Kısır gibi görünen döngüleri, çıkmaz gibi görünen sokakları, anlaşılmaz gibi görünen oyunları aşabilmenin yolu, haklarına sahip çıkabilmekten, bunun için sesini yükseltmekten, örgütlerini bu uğraşa sahip çıkmaya itmekten ve durmadan ipuçlarını sürmekten geçmekte… İşte o zaman, yakaladığın ipin ucunu çekince, her şey iplik söküğü gibi gidecektir.


 

1:Savaş Taşkent: İnsan Haklarının Uluslararası Dayanakları, Basisen Eğitim ve Kültür Yayınları No.26 s.103

2: Muzaffer Sencer: Belgelerle İnsan Hakları , Beta Yayınları , İstnbul 1988 s.309.

3: Türk Çevre Mevzuatı, T.Çevre Sorunları Vakfı Yayını, Aralık 1988 s.365.