Kentli olmak, mekânsal olarak kentlerde yerleşmek, yaşamak ve çalışmak anlamına gelmektedir. Ancak tüm bu koşullar, kentlileşme sürecinin yalnızca bir parçasıdır. Kentlileşme sürecinin tamamlanabilmesi için, kentli değerlerin içselleştirilmesi gerekmektedir. Kentlileşmek, modern kentlerin sağladığı olanaklardan faydalanabilmek, kentsel bir forma uygun bir hayat sürmek anlamına gelir. Modernite kavramı, tüm kurumlarıyla birlikte kent yaşamı ile bağlantılı bir yapıya sahiptir.
Gerçek anlamda kentlileşmenin üç belirleyeni vardır: Bunlar, sosyal hakların kullanılması, mekânsal açıdan kentin kullanılması ve kentsel hizmetlerden faydalanılması ve kentsel tüketim kalıplarının benimsenmesidir. Sanayileşmenin Batı kentlerinde hız kazanmasıyla birlikte kitlesel üretim-kitlesel tüketim çarkının dönmesi, kentlerde formel istihdam olanaklarına sahip kesimlerin tüketim kalıplarını benimseyebilmesi ve bunu hayat tarzlarına yansıtmalarıyla mümkün olmuştur. Bu süreçte, kentli olmanın bir yüzü, modern kapitalist üretim biçimlerine uygun olarak üretilen ürünlerin tüketilmesi olarak ortaya çıkmaktadır.
Kentli olmak, belli tüketim kalıplarına sahip olmak ve buna uygun şekilde bir yaşam tarzı geliştirmekten öte, evrensel bir sosyal politika anlayışına uygun bir şekilde, kentlerde sunulan birçok hizmetten faydalanabilmek anlamına gelmektedir. Bu, kentli olabilmenin çok önemli bir koşuludur. Kentsel hizmetlerden faydalanmak, vatandaşlık haklarının kullanılması anlamına gelmektedir. İngilizce vatandaş anlamına gelen “citizen” kelimesinin kökünün kent anlamına gelen “city” kelimesinden türediği hatırlandığında, bu durum çok daha anlaşılır hale gelmektedir. Sosyal bir devlette vatandaş olabilmenin çok önemli bir koşulu, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, hak arama ve örgütlenme özgürlüğü, çalışma hakkı ve işsizliğin önlenmesi gibi sosyal hakları kullanabilmektir.
Kentli olmanın üçüncü koşulu ise, kenti mekânsal olarak kullanabilmek, bunun yanı sıra bazı kültürel ve eğlenceye dayalı etkinliklere katılabilmek anlamına gelmektedir. Kentin mekânsal kullanımı, o kentin biçimsel özellikleri ve tasarımıyla, ayrıca ulaşım hizmetlerinin yaygınlığı ve gelişmişlik düzeyiyle ilişkilidir. Eğer bir kent, yayaların kenti mekânsal olarak kullanmalarına uygun değilse, kent kullanımında yayalar aleyhine bir dengesizlik varsa, o zaman o kentin, kendiliğinden sakinlerini kentli olmaktan dışlayan bir özelliğe sahip olduğunu görürüz. Keza ulaşım sisteminin yaygınlığı ve gelişmişlik derecesi de, kent sakinlerinin kentin birçok bölgesini kullanabilme olanakları üzerinde belirleyiciliğe sahiptir.
Konuyu somutlaştırmak için, yazının sonraki kısmında, 2009 yılının Mart ve Nisan aylarında Ankara’da Tuzluçayır, Tepecik ve Dostlar Mahallelerinde yaptığımız bazı gözlemler aktarılmaktadır. Bu mahalleler, özellikle de Dostlar ve Tepecik mahallelerinden oluşan bölge, 1970’lerden itibaren ağırlıklı olarak Erzurum, Erzincan, Sivas, Kars, Çorum ve Çankırı’dan iç göçle gelenlerin yaşadığı yerleşim yerlerdir. Ağırlıklı olarak iki ya da daha fazla çocuğa sahip olan ailelerde, kadınlar ağırlıklı olarak ücretli bir işte çalışmamakla birlikte Çankaya, Ümitköy, Etimesgut gibi başka mahallelere zaman zaman temizliğe gitmektedirler. Erkeklerin büyük çoğunluğu ise sigortasız olarak çalışmaktadırlar. Devlet dairelerinde çalışıp emekli olanlar da mevcuttur. İnşaat sektöründe, kayıtdışı ve mevsimlik çalışanlar da vardır. Bu kişiler, yurtdışında kaçak işçi olarak çok ağır şartlarda çalıştırılmaktadırlar. Gençlerin çoğu ise işsizlerdir. Genellikle tanıdık ya da akraba vasıtasıyla sözleşmeli olarak büyük marketlerde, ağır koşullar altında çalışmaktadırlar.
Mahalle sakinleri çalışma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, gibi birçok haktan yeteri kadar yararlanamamaktadır. Mahalle sakinlerinin eğitim düzeyi genellikle düşüktür. Kırsal kökenli olanlar genellikle ilk ya da ortaokul mezunudur. Bunun nedeni geçmişte yaşadıkları köylerdeki eğitim olanaklarının kısıtlılığıdır. Kadınlar ise, babaları izin vermediği ya da ailelerindeki erkek çocuklara öncelik tanındığı ve maddi kaynaklar aktarıldığı için eğitimlerini yarıda bırakmışlardır. Bununla birlikte, mahalle sakinleri, çocukların eğitimlerine son derece önem vermekte ve birçoğu çocuklarının üniversiteye gitmesini istemektedir. Halkevlerinin son derece örgütlü olduğu bu mahallelerde Halkevleri üniversiteye hazırlık kursları düzenlemektedirler. Okuma yazma oranlarının düşüklüğünün dikkat çektiği Dostlar Mahallesinde, 25-26 yaşında okuma yazma bilmeyen ve utandıkları için okuma yazma kurslarına katılamayan kadınların varlığından bahsediliyor.
Kentli olmanın son derece önemli bir koşulu olan formel sektörde düzenli bir işe sahip olamamak en önemli sorunlardan biridir. Kadınlar ise genellikle baba ya da eşleri tarafından engellendikleri ya da ev işlerini, yaşlı ve çocuk bakımını üstlendikleri için ücretli bir işte çalışmamaktadır. Kadınlar nadiren de olsa gündelik ev temizliği işlerine gitmektedir. Ancak burada ilginç olan, gerek kadınların gerekse erkeklerin eşlerinin bu etkinliklerinden bahsederken, bunu bir çalışma biçimi olarak saymamalarıdır. Bu durum, çok yaygın bir şekilde kadın emeğinin görünmezliği ve önemsenmemesi durumunu yansıtmaktadır
Gecekondu mahallelerinde yaşayan insanlar sağlık hizmetlerinden de yeterince yararlanamamaktadır.
Mahalleler, hemşeri dernekleri ve birçok etkinlik yürüten Halkevleri etrafında yoğunlaşan bir örgütlülüğe sahip. Bunun dışında, üye olunan örgütler arasında bazı sendikalar, siyasi partiler ve bazı yardımlaşma ve dayanışma dernekleri de bulunmaktadır.
Bu gözlemlerin yapıldığı gecekondu mahallesinde yaşayan insanlar, yalıtılmış olarak nitelenebilecek bir yaşam tarzı sürmekte ve kent ile zayıf son derece bağlara sahip durumda bulunmaktadır. Yalıtılmışlık, mekânsal bağlamda dikkat çekmektedir. Ulaşım olanaklarının yetersizliği ve maliyetlerin yüksekliği, bu durumu pekiştirmektedir. Cinsiyet üzerinden bir analiz yapıldığında ise, kadınların özellikle çalışmalarının engellenmesiyle, bu yalıtılmışlığa çok daha fazla maruz kaldıkları ve kentlileşmekten uzaklaştıkları görülmektedir. Kent merkezine hiç gitmeyen kadınlar vardır.
Aslında görüşülen kişilerin kentle bağları açısından tüketime baktığımızda, ekonomik imkânsızlıkların tüketim kalıplarını da etkilediği görülmektedir. Gecekondu sakinlerinin çoğu ev ve araç sahibi değildir. Cep telefonu kullanımı ve televizyon izleme yaygındır. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle köyle bağlarını koparmayıp un, bulgur gibi bazı temel gıda maddelerini köyden temin edenler bulunmaktadır.
Gecekondu mahallelerinde yaşayan insanlar, genellikle kentin sundukları imkânlardan faydalanamamışlardır. Bu bağlamda kentli değerleri içselleştirememişler ve kentli olamamışlardır. Mahalle sakinleri, böyle bir yaşamdan bunaldıklarını, insanların kentte birbirine yabancılaştığını, buna karşın, köyün daha özgür ve doğa güzelliklerle dolu olduğunu belirterek köye özlemi dile getirmektedirler.
Genel bir değerlendirme yapacak olursak, gecekondu sakinlerinin aslında kentli olmaktan dışlandıkları ve kentlileşme sürecini gerçekleştiremediklerini söylemek gerekmektedir. Bu insanlar, hem vatandaşlık haklarından kentsel hizmetler boyutuyla faydalanmak bakımından, hem de modern kentli değerlerin benimsenmesi bakımından, arada kalmışlardır.