İstatistiklerle Çocuk-2014: Mızrak Çuvala Sığmamış

Giriş Yerine…

2015’in Nisan ayında TÜİK, “İstatistiklerle Çocuk-2014” adlı istatistiki derleme çalışması yayımladı. Çalışmadaki veriler başka araştırma verilerinden damıtılarak, seçilerek düzenlendiği için yalnızca buzdağının görünen kısmını göstermektedir. Veriler, bir birey olarak çocukların herhangi bir durumuna, gerçekliğine ilişkin, ayrıntılı, incelikli değerlendirmeler yapılmasını sağlayacak açıklıkta değildir1. İstatistiki verilerdeki “bilginin doğruluğu, geçerliği ve güvenirliğinin yanı sıra bu bilgiden üretilecek politik kararların toplum yararına çözümler getirmesi temel ilke” (Peker, 2009) olmalıdır. Bu noktadan bakıldığında, TÜİK’in çalışmasında, Alpaslan Işıklı’nın özdeyişinde olduğu gibi “Mızrak çuvala sığdırılmaya çalışılmış.” Çalışmada, Birleşmiş Milletler’in (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nde2 (ÇHS) belirtilen hakların en temeli sayılan çocuğun bir birey olduğu ilkesinin pek de onaylanmadığı anlaşılmaktadır.

Çocuklar, elbette içinde yaşadıkları aileden ve toplumsal yapı(lar)dan ve bunların yaşadığı sorunlardan soyutlanarak düşünül(e)mez. Bununla birlikte, çocukların içinde bulunduğu durumun/durumların her biçiminin dikkate alınması gerekir. Çocuklara yönelik, özel nüfus araştırmaları yeni sorun alanlarını kapsayacak biçimde yapılmalıdır. TÜİK’in söz konusu çalışması açısından baktığımızda ülkemizde, en azından devletin resmi kurumları düzeyinde, –yetkililer söylemlerinde “çocuklar geleceğimiz” sözleriyle önemseniyor ve değer veriliyor görünmelerine karşın– çocukların bir birey olarak algılanmadıklarının, çok da önemsenmediklerinin bir göstergesidir.

Var olan sorunlara çözüm üretebilmek, doğru tanımlamadan geçer. Değişik gruplar içindeki çocukların durumları ve sorunları bütün ayrıntıları ile tanımlanmalıdır. Bunun için de, var olan politika ve uygulamaları daha ileriye taşıyabilecek, çocuklara yönelik bütünü tüm boyutları ile gösterecek yeni araştırmalara ve araştırma sonuçlarına göre çözümlemelerin yapılması gereklidir. Bu yapılırsa çocukların gereksinimleri ve çocukların esenliği konusunda yapılması gerekenler sorgulanabilir. Bu yolla, başta ÇHS olmak üzere, evrensel ve uluslararası hukukta çocukların temel hakları olarak tanımlanan haklar ile ulaşılmak istenen amaç ve hedeflere var(dır)abilecek politika ve uygulamalar belirlenebilir. Çocukların iyi bir gelişmeye uygun yaşam nitelikleri arttırılıp geliştirilir.

ÇHS’de, çocukların yaşama hakkı, insana yakışır bir yaşam ölçününe (standardına) erişim hakkı, eksiksiz biçimde gelişme hakkı, aile, kültür ve sosyal yaşama eksiksiz katılma hakları, cinsel sömürüden korunma hakkı, zararlı etkilerden, sömürüden korunma hakkı gibi temel haklar ve değerler aracılığı çerçevesinde çocuğun en yüksek yararının gözetilmesi gerekliliği vurgulanmaktadır. Çocukların yaşam koşullarını belirleyen ögeler bütünsel ve çok boyutlu bir bakış açısı ile ele alınmıştır. ÇHS’nin 27. maddesi, çocuğun bakım, gelişim ve eğitiminde çocuğun anne ve babasının ve yasal vasilerinin sorumlu olduğunu belirtmekle birlikte, çocuğun temel haklarının korunması ve sağlanmasında temel sorumlu olarak devleti görmektedir (Web-1). Sözün özü, ÇHS, çocuğun korunması gereken bir varlık olduğu, çocukların yaşamlarının iyileştirilmesinin hükümetler için yasal bir zorunluluk olduğu düşüncesinin kabul görmesini istemektedir.

ÇHS’yi onaylayan devletlerden, “eldeki kaynakların elverdiği azami ölçüde (Madde 4)” (başta ekonomik olmak üzere) güvenlik ağları oluşturarak çocukların gelişimlerini olumsuz etkileyebilecek, onlara zarar verebilecek yoksunlukları ortadan kaldırması beklenmektedir. Devletlerden, çocukların yeterli yaşama düzeyine erişme hakkının sağlanması için gerekli önlemleri alması istenmektedir. Devletlerin bu sorumluluklarının ne ölçüde yerine getirdiği, çocuk hakları konusunun ne ölçüde bilindiği ile yakından ilintilidir. Türkiye’de, ÇHS’nin yürürlüğe girdiği 1995 yılından günümüze kadar geçen sürede yapıl(may)anlar dikkate alındığında, çocuk hakları konusunun yeterince bilinmediği ve önemsenmediği söylenebilir.

Çocukların sağlıklı bir yaşam sürmelerinin, çocukların toplumla bütünleşmelerinin kolay ve sorunsuz gerçekleşebilmesinin yolu, onların istek ve özlemlerinin, gereksinimlerinin iyi saptanmasından geçmektedir (Unicef, 2014). Çocuklara yönelik yapılacak araştırmalar, toplumsal bütünleşme adına önemlidir. Ülkemizde resmi kurumların ve toplumun, bu bağlamda “toplumsal bir olgunluk düzeyi”nde olduğunu söylemek güçtür. Bununla birlikte, eldeki nicel veriler, koşullardan çocuklarımızın nasıl (olumsuz) etkilendikleri açıkça ortaya koymaktadır.

Göstergelerin ayrıntılı çözümlenmesine geçmeden, baştan, çocuklarımızın genel durumunun tüm alanlarda, içinde bulunulan sosyal ve ekonomik gelişmişlik düzeyi ile uyumlu bir noktada olmadığını söylemek bir karamsarlık göstergesi değildir. Bakmasını bilirsek eldeki veriler, çocukların yaşamlarına ilişkin pek çok olumsuzluğu ortaya çıkarmakta; süregiden pek çok çocuk haklarına aykırı davranışları göstermektedir. Bu alanda yapılan çalışmalar, yazarın gözlemleri, ülkemizde çocukların birçok alanda yaşadığı sorunların kökleştiğini ve kısa erimli politika ve uygulamalarla çözüme kavuşturulmalarının pek olanaklı olmadığını söyletmektedir.

Resmi kurumlar ve toplum düzeyinde “toplumsal bir olgunluk düzeyi”nin olmadığı bir ortamda, var olan sorun alanlarına her geçen gün yenilerinin eklendiği (Polat, 2008:150) ve sorunların ortaya çıkmasına yol açan nedenlerin çokluğu ve çok boyutluluğu düşünüldüğünde çocukların daha sağlıklı ve güvenli bir ortamda yetişmeleri, bugünkü düşünce yapısıyla pek olanaklı görünmemektedir.

Bu çalışmanın amacı, demografik görünüm yardımıyla Türkiye’de çocukların genel durumunu göz önüne getirmek ve temel veriler yardımıyla temel sorun alanlarını belirlemektir. Bunun için, başta “İstatistiklerle Çocuk – 2014” adlı çalışma olmak üzere TÜİK’in ve diğer resmi kurumların çeşitli yayın ve verileri damıtılarak ve seçilerek “mızrağın çuvala sığmadığını göstermek için” kullanılmıştır.

Genel Demografik Görünüm

ÇHS’nin 1. maddesi ILO’nun 182 sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 18 yaşından küçük herkesi çocuk olarak tanımlamaktadır.

Tablo-1 Yıllara Göre Nüfus Artış Hızı3<

Yıl 2008 >2011 2014
Toplam Nüfus Artış Hızı 13,1 13,5 >13,3
Çocuk Nüfus Artış Hızı 8,8 0,4 3,4

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf:6

2014 yılı verilerine göre, ülkemiz toplam nüfusu içerisinde çocukların (0-17 yaş) oranı %29,4’tür. Toplam nüfus artış hızı ile birlikte çocuk artış hızındaki düşme eğilimi nedeniyle bu oranın önümüzdeki yıllarda daha da düşmesi beklenmektedir. Tablo-1’de 2008-2014 yılları arasındaki toplam nüfus artış hızı ve çocuk nüfus artış hızı verilmiştir. Bu veriler ışığında, çocuk nüfus oranının 2023 yılında %25,7’ye, 2050 yılında %19,1’e ve 2075 yılında %17,6’ya düşeceği tahmin edilmektedir (TÜİK, 2015a:5). Tablo-2 verilerine baktığımızda, nüfus artış hızındaki düşüşün çocukların toplam nüfus içerisindeki payını birdenbire azaltmayacağı görülebilir. 2014 yılı verilerine göre yaklaşık 23 milyon çocuğumuzun %27,6’sı 0-4 yaş, %27,6’sı 5-9 yaş, %27,4’ü 10-14 yaş ve %17,4’ü 15-17 yaş aralığında bulunmaktadır (Tablo-2). Çocukların toplam nüfus içerisindeki payı belli bir süre daha (10-15 yıl) yüksek seyredecektir. Bu nedenle, çocuklara yönelik yatırımların hızlı bir şekilde artırılması gereklidir (>UNICEF, tarihsiz (b))

Son dönem(ler)de, bu verileri (çocuk nüfusundaki azalma eğilimini) temel alan bazı siyasiler, nüfusunun giderek yaşlandığına vurgu yapmakta ve her ailenin en az üç çocuk sahip olmasının istendiği “nüfus artış politikası”nı (Müderrisoğlu vd., 2014:15) ön plana çıkartmaktadır. Nüfus artışını düzenleyici koşulların ekonomik ve toplumsal gelişme ile sağlanması gereklidir. Beklenilenin üzerinde gerçekleşecek çocuk nüfus artışı ülkemizde çocukların var olan sorunlarını daha da ağırlaştıracaktır (Peker, 2009). Doğmuş ve yaşayabilen çocukların durumuna bakarak, doğacak çocukların –gereksinim duyacakları hizmetler belirlenmeden ve buna göre bu hizmetleri yerine getirecek politika ve uygulamalar geliştir(il)meden– “cennette” yaşamayacakları rahatlıkla söylenebilir.

Tablo-2 Çocuk Nüfusunun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı, 2014

Yaş Grubu

0-4

5-9

10-14

15-17

(%)

27,6

27,6

27,4

17,4

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf:9

Çocuklarımızın yaklaşık %92’si kentsel alanlarda yaşamaktadır (TÜİK, 2015a:7). Kentsel alanlarda yaşamak “kentli olmak”, kentin olanaklarından yeterince yararlanmak anlamına gelmekte midir? Kentleşmenin dar anlamındaki tanımı, demografik nitelik taşımaktadır; kentlerde yaşayan nüfusun sayıca artmasını anlatır (Keleş, 1993:19). Rakamları bu bağlamda okuduğumuzda, her on çocuktan dokuzunun “kentli” olduğunu söyleyebiliriz.

Geniş anlamı ile kentleşme, özetle, “örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi süreci4 olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım ise “kentli” olma noktasında farklı bir görünüm ortaya çıkarmaktadır. Sanayileşme sürecini tamamlayamamış (ya da ülkemiz gibi yarım bırak(tırıl)mış) ülkeler açısından kentleşme, ekonomik kalkınma ile eş zamanlı gerçekleş(e)mediği için, hızlı ve çarpık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bu hızlı ve çarpık kentleşme olgusu, kırda gizli işsiz olarak yaşayan yetişkinlerin göç ederek yerleştikleri kentlerde açık işsiz durumuna gelmelerine yol açmaktadır. Bu grup içerisinde yer alanların, kentin toplumsal değişmeyi başlatmada ve hızlandırmadaki önemli işlevlerinden yararlanmaları pek olası görünmemektedir. Bu grupta yer alan nüfusun çoğunluğu kentleşmekte ancak kentlileş(e)memekte; eğitim, sağlık, barınma ve istihdam gibi uzun süredir çözüm getirilemeyen temel sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum, yoksulluk, çeşitli yoksunluklar, çocukların çalış(tırıl)ması, çocukların suça bulaş(tırıl)maları gibi çocukları etkileyen sorunların ortaya çıkmasına da zemin hazırlamaktadır.

Tablo-3 Çocuk Nüfusunun Bölgelere Göre Dağılımı 2014, %

Marmara

G..Doğu And.

İç Anadolu

Akdeniz

Ege

Doğu And.

Karadeniz

28,99

15,53

14,03

13,36

10,65

9,77

7,67

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf:10

Toplam çocuk nüfusunun bölgelere göre dağılımında Marmara5 (%28,99), Güneydoğu Anadolu (%15,53) ve İç Anadolu (%14,03) ile ilk üç bölge içerisinde yer almaktadır (Tablo-3). Bölgelerin toplam nüfusu içerisindeki çocuk nüfus oranlarında (İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) Düzey 1’e göre) Güneydoğu Anadolu (TRC) %43, Ortadoğu Anadolu (TRB) %37,6, Kuzeydoğu Anadolu (TRA) %36,3 ve Akdeniz (TR6) bölgeleri Türkiye ortalaması üzerinde değerlere sahiptir (TÜİK, 2015a:10).

Tablo-4 Bazı İllerin Toplam Nüfusu İçerisindeki Çocuk Nüfus Oranı 2014 %

D.Bakır

47,8

47,8

45,7

45,2

45,1

44,7

44,6

43,4

43,1

41,7

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf:11-12

En yüksek çocuk nüfus oranına sahip ilk on il, sırasıyla Tablo-4’de gösterilmektedir. Bu illerin tamamı Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yer almaktadır. Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaşayan hanelerin %41,8 – %55,4’ünün 0-3 yaş grubunda (TÜİK, 2013); %73,5 – %79,8’inin 0-17 yaş grubunda çocuğu bulunmaktadır (TÜİK, 2014a). Türkiye genelinde bu oranlar sırasıyla %20,7 ve %52,2’dir. Tablo-3 ve Tablo-4 birlikte değerlendirildiğinde, çocuk nüfusun iller ve bölgeler arasında dengeli dağılmadığı, buna bağlı olarak da ülkemizde nüfus planlamasının iyi yapıl(a)madağı görülmektedir.

Ülkemizde 0-17 yaş grubunda çocuğu olan ailelerin %40,04’ü tek çocuk, %35,25’i iki çocuk, %14,56’sı üç çocuk, %5,36’sı dört çocuk, %4,79’u ise beş ve daha fazla çocuk sahibidir (TÜİK, 2015a:32-33).

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki illerde aileler –son yıllarda düşme eğilimi gözlenmekle birlikte- çok çocukludur (Tablo-5). Bu illerde beş ve daha fazla çocuk sahibi olan aileler Türkiye ortalamasının çok üzerindedir. Türkiye’de ortalama hane büyüklüğü 3,6 iken Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki illerimizde –Tunceli ili dışında (3,1)- Türkiye ortalaması üzerindedir. Örneğin, Ağrı’da 6,1; Diyarbakır’da 5,7; Hakkari’de 6,8; Şırnak’ta 7,7’dir (TÜİK, 2014a:72-75).

Tablo-5 Bazı İllerimizde 0-17 Yaş Grubunda 5 ve Üzerinde Çocuğu Bulunan Hanelerin Dağılımı 2014 %

Şırnak

Siirt

Ş. Urfa

Hakkari

Muş

Ağrı

Mardin

Batman

Van

Bitlis

43,98

30,17

29,85

29,53

28,2

26,9

26,35

26,12

23,88

23,71

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf:32-33

Çok çocuğa sahip olma ile düşük gelir düzeyi arasında kurulan ilişki (Savaş, 1986:24-25); düşük gelir ve düşük eğitim düzeyli ailelerin çok çocuk sahibi olma eğilimleri (Peker, 2009; Tunçcan, 2000:244) bağlamında veriler değerlendirildiğinde, çok çocuklu ailelerdeki çocukların “ailenin ekonomik kalkınmasına” katkıda bulunacak potansiyel işgücü” (Bulutay, 1995:1) olarak değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Çok çocuklu ve düşük gelirli ailelerin sayıca artması, ülkede çocukların çözüm bekleyen sorunlarını daha da artıracaktır.

Çocuğun yaşlılıkta sağlayacağı sosyal güvence (Bulutay, 1995:2) de çok çocukluluğa etki etmektedir. Çocuklara yüklenen bu ekonomik işlev, ailelerin daha çok çocuk sahibi olmalarını beraberinde getirerek nüfus planlamalarına da olumsuz yansımaktadır.

Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan ve çıkacak olan diğer olumsuz gelişmelerin gelir dağılımını ulusal ve uluslararası düzeyde, özellikle düşük gelirliler aleyhine bozması, çalış(tırıl)acak çocuk sayısını daha da artıracaktır. Bu ise azımsanmayacak sayıda çocuğun birçok temel hak ve özgürlükten yararlanamayacakları anlamına gelecektir. TÜİK (2014b) verilerine göre, Güneydoğu Anadolu’da yoksulluk oranı yaklaşık %30’lardadır. Gürsel ve arkadaşları (2015), aynı kaynağın kesit verilerinden, şiddetli maddi yoksunluk çeken çocukların oranını Güneydoğu ve Doğu bölgelerinde %60-75 aralığında hesaplamışlardır. Türkiye’de gelir dağılımı eşitsizliğine bağlı olarak ortaya çıkan yoksulluk resmi rakamlarda gösterildiğinden daha da yüksektir.

ADNKS verilerine göre ise (2013-2014 döneminde), çocukların genel nüfus içindeki paylarının aşırı yüksek olduğu Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki illerin hepsi göç vermektedir. Bu illerden göç edenlerin yaklaşık %30’luk bölümünü çocuklar oluşturmaktadır. Türkiye genelinde göç eden çocuk nüfusun oranı %20 dolaylarındadır (TÜİK, 2014a:75-77). İstanbul, İzmir, Mersin, Kocaeli, Adana gibi büyükşehirler göç edenlerin büyük bir kısmının yöneldiği iller arasındadır. Bu durum, bu illerin eğitim, sağlık, barınma ve istihdam gibi süregiden temel sorunların artmasına ve bu illere sonradan yerleşenlerin büyük çoğunluğunun kentlileş(e)memesine zemin hazırlamaktadır. Bu saptamaya göre, önümüzdeki dönemlerde, Türkiye nüfusu içerisinde yoksulların oranının artacağı rahatlıkla söylenebilir.

Tablo-6 Bazı İllerimizde 0-17 Yaş Grubunda Tek Çocuğu Bulunan Hanelerin Dağılımı 2014%

Kırklareli

Edirne

Çanakkale

Eskişehir

İzmir

Balıkesir

Tekirdağ

57,36

56,84

55,31

53,32

52,26

50,92

49,80

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf:32-33

Tek çocuklu aileler, Batı Marmara Bölgesindeki illerde yoğunlaşmaktadır (Tablo-6). Doğu ve Güneydoğu bölgesi dışındaki aileler 1-2 çocuk sahibi olma eğilimindedir.

Çocuk ve Sağlık
Çocukların sağlık durumları nasıl değerlendirilmeli? Çocuklarımızın sağlıklı olup olmadıkları, “hasta ya da sakat olmama durumu” şeklinde mi, yoksa –bunlara ek olarak “fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam iyi olma durumu”nu da içeren Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO, 2006) “sağlık” tanımı üzerinden mi değerlendirilmeli? Resmi verilerde ve değerlendirmelerde, “hasta ya da sakat olmama durumu”nun sağlıklı birey ve toplum için gerekli temel değişken olarak kullanıldığı dikkati çekmektedir. TÜİK’in İstatistiklerle Çocuk-2014 yayınında 30 sayfalık “Çocuk ve Sağlık” bölümü incelendiğinde bu anlayış daha da belirginleşmektedir6. Bu yayındaki (ve diğer yayınlardaki) göstergeler bile toplumun (halkın) sağlık durumunu, genelde topluma özelde ise çocuklara yönelik sağlık hizmetlerinin hedeflerinin ne olması gerektiğine yönelik önemli bilgiler sunmaktadır.

Ülkemizde bebek ve çocuk ölüm hızı, birçok ölçüte göre düşme eğilimindedir. Ancak AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında ise yüksektir. 2013 verilerine göre her bin canlı doğan bebekten 7,8’i ölmektedir. Bu oran Güneydoğu Anadolu (TRC) 11,9, Ortadoğu Anadolu (TRB) ve Kuzeydoğu Anadolu (TRA) bölgelerinde 11’dir. Bu bölgelerdeki perinatal, neonatal ve postneonatal ölüm hızları da Türkiye ortalamasının üzerindedir (Sağlık Bakanlığı, 2014:18-20). Kilis (‰25,1), Batman (‰17,2), Gaziantep (‰17,2), Van ((‰17,1) ve Ağrı ((‰16,8) bebek ölümlerinin en yoğun olduğu illerdir (TÜİK, 2015a:60).

Beş yaş altındaki çocuklar açısından durum daha da acıklıdır. Bu yaş grubunda, her bin canlı doğumdaki ölüm hızı 10,3’tür. Güneydoğu Anadolu (‰16,0), Ortadoğu Anadolu (‰15.4) ve Kuzeydoğu Anadolu (‰14,8) ilk üç bölge içerisindedir7 (Sağlık Bakanlığı, 2014:21). Bu yaş grubunda ölenlerin toplam çocuk ölümleri içindeki oranı %76,5’tir. Bu oran 0 yaş grubu için %61,9 iken 1-4 yaş grubu için ise %14,6’dır (TÜİK, 2015a:64).

Tablo-7: İBBS 1. Düzey, Toplam ölümler içindeki çocuk ölümleri dağılımı %

G.Doğu And.

Doğu And.

Akdeniz

Ege

Karadeniz

İstanbul

Türkiye

20,0

13,2

6,9

3,2

2,8

5,2

6,0

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf:

Toplam ölümler içerisinde çocuk ölüm oranlarının en yüksek olduğu bölgeler Güneydoğu Anadolu (%20) ve Doğu Anadolu (%13,2) bölgeleridir. Türkiye genelinde bu oran %6’dır. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Bu bölgelerdeki çocuk ölüm hızlarının bu kadar yüksek olmasının nedeni sağlık hizmetlerinin herkese sunulmasına karşın herkes tarafından alın(a)madığının bir göstergesi midir?

Çocukların beslenme durumları önemli bir sağlık göstergesidir. Bu durumu 3 yaş altı çocukların emzirilme durumlarında net olarak görebilmekteyiz. 2013 verilerine göre, bebeklerin “sadece anne sütü” ile beslenme süresi üç aydan daha azdır (HÜNEE, 2014:160). Beslenme durumu küçük çocukların hastalık ve ölüm durumunu etkilemektedir (HÜNEE, 2014:157). Yetersiz ve dengesiz beslenme, çocuklarda büyüme ve gelişme gerilikleri ile ölümlere neden olabilmektedir.

DSÖ’nün ölçütleri temel alınarak yapılan araştırma sonuçları, beş yaşın altındaki her 10 çocuktan birinin bodur (yaşına göre kısa), bu çocukların da üçte birinden fazlasının ise ciddi şekilde bodur olduğunu göstermektedir (HÜNEE, 2014:168). Aynı araştırma sonuçlarına göre Türkiye’de yetersiz beslenme daha düşük sosyo-ekonomik statüdeki nüfusun bir sorunu iken, fazla kiloluluk/şişmanlık daha yüksek sosyo-ekonomik statüdeki nüfusun bir problemi olarak öne çıkmaktadır.

7-8 yaş çocukların vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve beden kitle indeksi Z-skorlarına göre 2013 yılında inceleyen bir başka çalışmada, çocukların belirtilen ölçütlere göre sırasıyla %90,2; %95,3 ve %75,5’i normal ölçülerde olduğu değerlendirilmiştir (Sağlık Bakanlığı, 2014:45).

Tablo-8: 3 ve üzeri yaştaki çocuk nüfus içerisinde en az bir engeli olan çocukların dağılımı, 2011, %

Batı

Marmara

Doğu

Karadeniz

Ege

Orta Anadolu

Batı

Karadeniz

Doğu

Marmara

Batı

Anadolu

Akdeniz

4,8

6,3

6,6

6,6

6,8

8,3

8,8

8,9

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, syf:56

2011 yılı verilerine göre, Türkiye’de üç yaş ve üzeri nüfusunun %6,9’unun en az bir engeli bulunmaktadır8. En az bir engeli olanların %8,7’si ise üç yaş ve üzeri çocuklardan oluşmaktadır. Güneydoğu Anadolu bölgesindeki 3 yaş ve üzeri engelli nüfus içerisinde çocukların oranı %13,7’dir. Bu oran Kuzeydoğu Anadolu’da %10,9 ve Ortadoğu Anadolu’da %9,6’dır; İstanbul ilinde ise %10’dur (TÜİK, 2013:90). Bu illerde engelli çocuk oranının yüksek olmasının nedeni, yakın akraba evliliği ve “çocuk anneliğin daha sık olarak görülmesinden mi yoksa sağlık hizmetlerinin herkes tarafından alın(a)madığından mı kaynaklanmaktadır?

Tablo-9: Trafik Kazalarında Ölen ve Yaralanan Çocukların Yaş Gruplarına Göre Dağılımı

Yıllar

Çocukların Toplam

İçindeki Oranı

Yaş Grubu

0-9

10-14

15-17

Ölü

Yaralı

Ölü

Yaralı

Ölü

Yaralı

Ölü

Yaralı

1995

24,6

23,4

70,6

57,7

16,5

21,0

12,9

21,3

2000

19,3

20,8

68,5

52,5

21,4

24,0

10,1

23,6

2005

10,8

17,1

51,9

42,9

31,3

28,3

16,8

28,8

2010

9,8

16,4

49,1

40,5

28,8

28,0

22,1

31,5

2012

9,5

17,4

49,4

40,2

24,3

27,7

26,3

32,1

2013

11,2

17,6

48,9

39,9

23,0

27,8

28,1

32,3

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, syf:66

Çocuğunu sevmeyen, onu koruyup kollamayan çok az aile vardır. Ancak koruyup kollama, çocukları güvenlik içinde tutma gereksinimi genellikle olması gerektiği gibi karşılan(a)mamaktadır. Çocukların binek arabalarında seyahat ederken alınması gereken güvenlik önlemleri bu noktada en iyi örnekleri oluşturur. 2013 yılı verilerine göre 0-5 yaş arası çocukların %48,5’i arka koltukta anne ya da bir büyüğün kucağında seyahat ederken, %17,3’ü olması gerektiği gibi arka koltukta kendisine ait özel oto koltuğunda, emniyet kemeri takılı olarak yolculuk yaptırılmaktadır. 6-10 yaş grubundaki çocuklarda bu oranlar sırasıyla %35,3 ve %7,3’tür. Bu grupta, arka koltukta yalnız ve emniyet kemeri takılı olarak yolculuk yaptırılanların oranı ise %20,7’dir (Sağlık Bakanlığı, 2014:51). Bu verilerin anlamı, trafik kazalarında ölen ve yaralanan çocuk verileri ile karşılaştırdığımızda ortaya çıkmaktadır.

1995-2012 yılları arasında trafik kazalarında ölenlerin sayısında yaklaşık %58’lik bir azalma göze çarparken yaralı sayısında ise yaklaşık iki katı bir artış gerçekleşmiştir9. 1995 yılında trafik kazalarında ölenlerin %24,6’sı, yaralananların ise %23,4’ü çocuktur. Bu yılda kazalarda ölen çocukların %70,6’sı, yaralananların ise %57,7’si 0-9 yaş grubundaki çocuklardır. 2013 yılında trafik kazalarında ölenlerin %11,2’si, yaralananların ise %17,6’sı çocuktur (TÜİK, 2015a:66). Trafik kazalarında ölen ve yaralanan 15-17 yaş grubu çocuklarda oransal olarak sürekli bir artış gözlenmektedir. Bunun temel nedenlerinden birisi, özellikle erkek çocukların trafik kazalarına sürücü olarak karışmalarıdır. 2013 yılında trafik kazalarında ölen 15-17 yaş grubu erkek çocukların %47,5’i araç sürücüsüdür (TÜİK, 2015a:67). 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre sürücü belgesi olmayanların motorlu araç kullanmaması gerekmektedir. Yine aynı kanuna göre 19 yaşından gün almayanlar, bir diğer ifade ile çocuklar sürücü belgesi alamazlar ve motorlu araç kullanamazlar. Bu yasal düzenlemenin varlığına karşın, kaza yapsın ya da yapmasın çocukların sürücü koltuğuna otur(tul)ması mutlaka sorgulanmalıdır.

İntihar olaylarının toplumun sağlık göstergeleri arasında önemli bir yeri vardır. İntihar, “kişinin amacının bilincinde ve değişik derecelerde ölümcül amaçlı olarak kendine zarar verme” (WHO, 2000) eylemi olarak tanımlanmaktadır. Yaşamı kendi isteği ile sonlandırmayı amaç edinen her türlü eylem intihar olarak değerlendirilmektedir. Durkheim, intiharı toplumsal bir olgu olarak ele almıştır. Toplumsal yapıda ortaya çıkan değişim ve dönüşümlerin intihar eğilimine etki etmektedir. Başta sosyo-demografik risk etmenleri olmak üzere, sosyo-ekonomik düzey, işsizlik ve göç gibi birçok toplumsal etmen (Ekici vd., 2001) intihar eğilimine etki etmektedir. İntihar olaylarındaki artışlar “fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden” sağlıklı bir toplum yapısının olmadığının bir göstergesidir. İntihar olaylarında, 2002-2013 yılları arasında, %38,6’lık bir artış gerçekleşmiştir. Ekonomik kriz dönemlerinde, işsizliğin arttığı dönemlerde intihar olaylarında artmaktadır. Bu dönemde intihar eden erkeklerin oranı %66,6 artmıştır. Buna karşılık kadın intiharları yaklaşık %5’lik bir oranda düşmüştür. İntihar eden çocukların toplam içindeki oranı aynı dönemde %9,0 – %12,5 aralığındadır. Erkek intiharları içerisinde çocukların oranı aynı dönemde %6,1 -%7,5 arasında seyretmiştir. İntihar eden kadınların ise %14,1 – %23’lik bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır10 (TÜİK, 2015a:68). 2013 yılında çocuk intiharlarının toplam içindeki oranı Doğu Anadolu (%20,1), Güneydoğu Anadolu (%18,5), Akdeniz (%10,1) bölgelerinde Türkiye ortalamasının (%9,5) üzerindedir. Bu bölgelerde kız çocuklarının kadın intiharları içindeki oranları sırasıyla %30,1; %25,9; %21,3 ve %18,2’dir. Kız çocuklarının intihar etme nedenleri arasında “çocuk gelin sorunu”nun ve ataerkil şiddet ve baskıların ön sıralarda yer alıp almadığı sorgulanmalıdır.

Çocuk ve Eğitim

Günümüz eğitim anlayışında nitelik ağırlık kazanmıştır. Ülkelerin olabildiğince yüksek nitelikli ve yaratıcı insan gücünü yetiştirmeleri günümüz ve gelecek için önemlidir. Ruhen, bedenen sağlıklı, nitelikli ve yaratıcı çocuklar yetiştirmek, onların gelişim özelliklerini ve bu özellikler doğrultusunda gereksinimlerinin neler olduğunu bilmeye bağlıdır (Yücel ve Demiral, 1989:69-70). Türkiye’de eğitim politikalarının bu gereksinimler doğrultusunda şekillendirildiğini söylemek olanaklı değildir. Bu sorun ve bu sorunun varlığı nedeniyle eğitim alanında ortaya çıkan diğer sorunlar, doğrudan siyasi inanç ve tercihlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle de çözümü siyasal ve (istenirse) kısmen de kolay olan sorunlardır.
Bütün çocuklar nitelikli/kaliteli eğitime erişebilmelidir. Çocukların eğitim hakkına temel erişim göstergelerinden ilki okullaşma oranlarıdır. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul, ortaöğretim ve yükseköğretim seviyelerindeki “brüt” ve “net” okullaşma oranları ve eğitim seviyesine göre cinsiyet oranı eğitimin niceliksel boyutunu, bir diğer ifadeyle “okula gidiyor olma” durumunu gösterir. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, derslik başına düşen öğrenci sayısı gibi göstergeler de eğitimin niceliksel boyutlarını göstermektedir. Milli Eğitim Bakanlığının yayınladığı istatistiki verilerin tümünde (MEB, 2015), bölgelerarası eşitsizliklerin sürdüğü, yeterli olmasa da (kağıt üstünde) olumlu gelişmelerin olduğu görülmektedir.

Tablo-10: Bölgelere göre Öğretmen ve Derslik Başına Düşen Öğrenci Sayısı, 2013-2014

İlkokulda öğretmen başına düşen öğrenci sayısı

Ortaokulda öğretmen başına düşen öğrenci sayısı

Ortaöğretimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı

İlkokul ve Ortaokulda derslik başına düşen öğrenci sayısı

Ortaöğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı

Türkiye

19

18

16

29

29

İstanbul

24

23

22

39

35

Ege

16

15

14

24

27

Akdeniz

18

18

17

29

30

Orta Anadolu

17

15

14

22

24

Doğu Karadeniz

16

14

13

21

22

Ortadoğu Anadolu

22

21

17

31

29

Güneydoğu Anado.

25

25

22

39

37

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, syf:75

2013-14 eğitim ve öğretim yılı için ilkokul, ortaokul, ortaöğretim ve yükseköğretimde brüt okullaşma oranları sırasıyla %111,94, %108,80, %103,26, %81,70, net okullaşma oranları ise ilkokulda %99,57, ortaokulda %94,52, ortaöğretimde %76,65 ve yükseköğretimde %39.89 olarak gerçekleşmiştir. İlkokul, ortaokul, ortaöğretim ve yükseköğretimde cinsiyet oranları 2013-14 eğitim ve öğretim yılı için sırasıyla %100,82, %103,69, %94,59, %89,24’tür (TÜİK, 2014c:10; MEB, 2015:1). Verilerden anlaşılacağı üzere kız çocuklarının eğitim hakkına erişimi noktasında var olan eşitsizlikler süregitmektedir. Kimi illerde ve bölgelerde bu eşitsizlik, özellikle ortaöğretim seviyesinde çok daha şiddetlidir.

4+4+4 sistemine geçişin gerçekleştiği 2013-2014 eğitim-öğretim yılı ile birlikte 9. sınıftan itibaren özellikle kız öğrencilerin açık lisede eğitimlerini sürdürmelerinin önü açılmıştır. Bu durum, net okullaşma oranlarında kendini göstermektedir. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında, ortaokul düzeyinde kızlarda net okullaşma oranı %92,98 iken 2014-2015 eğitim-öğretim yılında ortaöğretim (lise) düzeyinde kızlarda net okullaşma oranı %79,26 olmuştur. Eğitimi piyasanın işleyişine bırakmak 4+4+4 sisteminin en önemli hedeflerindendir. Bu yolla eğitim piyasanın işleyişi içerisinde para ile alınan ve satılan bir meta durumuna getiriliyor. Ayrıca kız çocuklarının eve kapatılması da siyasi iktidarın temel hedefi olarak gerçekleşiyor. Kız çocuklarının eve kapatılması, onların yalnızca dört duvar içerisinde tutulması olanağını tanımıyor, aynı zamanda “çocuk gelin” olmalarının da önünü açıyor.

Son yıllarda, tüm eğitim düzeylerinde, öğretmen başına düşen öğrenci sayısında ve derslik başına düşen öğrenci sayısında olumlu sayılabilecek gelişmeler olmuştur. Tüm olumlu niceliksel gelişmelere karşın eğitimin niteliği açısından olumlu gelişmelerin olduğunu söylemek pek olanaklı görünmemektedir. TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti Araştırması-2014’e göre, ilkokul mezunları bireyler’in %54,7’si, ilköğretim ya da ortaokul mezunlarının %57,1’i, lise ya da dengi okul mezunlarının ise %62,8’i aldıkları eğitimden, bir diğer ifade ile aldıkları eğitimin niteliğinden memnundur (TÜİK, 2015b:32). Aynı araştırma sonuçları, 2014 yılı için devlet okullarında eğitim araçlarının niteliği/sayısını (%32,4), sınıflardaki öğrenci sayısını (28,7), okuldaki eğitimin kalitesini (%28,6) başlıca eğitim sorunları olarak düşünüldüğünü göstermektedir (TÜİK, 2015b:33).
Milli Eğitim istatistiklerinden, anne-babaların, ilköğretim 4. sınıftan başlayarak çocuklarına tüm örgün eğitim boyunca ya ders programlarını tamamlayan kurslara gönderdiği ya da YGS-LYS, TEOG vb. giriş sınavlarına hazırlık amacıyla ders aldırdığı anlaşılmaktadır (TÜİK, 2015a:77-8). Bu bağlamdaki en son nokta, her eğitim düzeyindeki KPSS kurslarıdır. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında 1.220.435 çocuk özel dershanelere, 371.706 kişi de çeşitli özel kurslara kayıt yaptırmıştır (TÜİK; 2014d:4). Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, okula gitmek, tek başına bütün çocukların hakkı olan kaliteli/nitelikli eğitime erişimi güvence altına al(a)mamaktadır.

Engelli (sakat) çocukların özel gereksinimleri bulunmaktadır. Bunların bireysel gelişimlerini ve toplumla bütünleşmelerini sağlamak, (engellilik) durumlarına uygun özel eğitimle mümkündür. 2014 yılı verilerine göre, yaklaşık 23 milyon olan çocuk nüfusun 20 milyonunu üç yaş ve üzeri olduğunu, bununda yaklaşık 1,7 milyonunun en az bir engeli bulunduğunu söyleyebiliriz. Bir diğer ifadeyle, 1,7 milyon çocuğa engellilik durumlarına uygun özel eğitim verilmesi gerekmektedir.

Eğitim sistemimizdeki sıkıntılı alanlardan biri de, özel eğitime gereksinimi olan engelli çocukların eğitil(e)memesinde görülmektedir. Özel eğitim kurumları ile ilgili okul, öğrenci, öğretmen ve derslik sayısı gibi nicel veriler durumu net olarak gösteremez. Ulusal Özürlüler Veri Tabanına kayıtlı özürlülerin eğitim durumlarını gözler önüne sermek bizi daha doğru sonuçlara götürür.
İlgili veri tabanına kayıtlı özürlülerin %41,6’sı okur-yazar değildir. %18,2’sini okur-yazar olup bir okul bitirmeyen, %22,3’ünü ilkokul mezunu, %10,3’ünü ortaokul ve dengi okul mezunu ve %7,7’sini lise ve daha üstü okul bitirenler oluşturmaktadır. Kayıtlı olan özürlü bireylerin en son bitirilen okula göre eğitim durumu yüzdeleri erkeklerde kadınlara göre daha yüksektir. Okuryazar olmayanların oranı, erkeklerde % 32,1, kadınlarda % 54,9’dur. Okur-yazar olup bir okul bitirmeyenlerin oranı, erkeklerde % 19,2, kadınlarda % 16,8’dir. İlkokulu bitirenlerin oranı, erkeklerde % 26,3, kadınlarda % 16,5’dir. İlköğretim veya ortaokul ve dengi mezunların oranı, erkeklerde % 12,5, kadınlarda % 7,1’dir. Lise ve daha üstü mezunların oranı, erkeklerde % 9,8, kadınlarda % 4,7’dir (TÜİK, 2011:3-5). Bu verilerde göstermektedir ki, birçok alanda olduğu gibi engellilere yönelik uygulama ve politikalarda da “toplumsal bir olgunluk düzeyi”ne ulaşılamamıştır.

Son yıllarda, siyasi iktidar verdiği tabletlerle, bir diğer ifade ile örgün eğitimde öğrencilerin teknoloji kullanımını artırarak Türkiye’nin “bilgi toplumu”na ulaşacağını düşünmektedir. Bilgi toplumunda temel amaç, ekonomik değeri olan her türlü bilginin üretilmesidir. Bu amaçla üretilmiş bilginin kullanımını değil. Bilgi toplumunun bir diğer göstergesi internet kullanımı olarak düşünülmektedir. Ülkemizde teknoloji/internet kullanımı çocukları asosyal yapmaktadır. 6-15 yaş grubunda teknoloji/internet kullanan çocukların daha az ders çalıştığı, daha az kitap okuduğu, ailesi ile daha az zaman geçirdiği, arkadaşları ile daha az görüştüğü, sosyal aktivitelere daha az katıldıkları ve daha az spor yaptıkları belirlenmiştir (TÜİK, 2015a:89).

Çocuk: Evli ve Anne

Ülkemizde, çocuk yaşta yap(tır)ılan evlilikler önemli bir sorundur, kanayan bir yaradır. Ataerkil ve geleneksel toplum yapısı içerisinde çocuk yaşta yap(tır)ılan evlilikler, özellikle kız çocuklarının toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirerek yaşamsal olanaklarını ve seçeneklerini azaltmaktadır (Aydemir, 2011). Çocukluklarını yaşayamadan, genellikle kendilerinden yaşça büyük erkeklerle evlendirilen bu çocukların evlilikleri, sosyal bir sorun olduğu kadar, birçok sorunun ortaya çıkmasına yol açan süreçleri de içinde barındırmaktadır.
TÜİK verilerine göre, toplam (resmi) evlenme sayısı içerisinde 16-17 yaş grubundaki evli çocuk nüfus oranı son yıllarda düşme eğilimi göstermektedir (Tablo-11). Ancak çocuk yaşta evlendirilen kız çocuklarının sayısı ve oranı bu düşüşe karşın yüksektir.

Tablo-11: 16-17 Yaş Grubunda Evlenen Çocuklar ve Toplam İçindeki Oranları

Yıl

Toplam Evlenme Sayısı

Evlenen Çocuk Sayısı

Evlenen Çocukların Toplam İçindeki Oranı (%)
Yıl

Toplam Evlenme Sayısı

Evlenen Çocuk Sayısı

Evlenen Çocukların Toplam İçindeki Oranı (%)

Erkek

Kız

Erkek

Kız

2002

510.155

2.592

37.263

0,5

7,3

2005

641.241

2.270

51.944

0,4

8,1

2008

641.973

2.214

49.703

0,3

7,7

2011

592.775

1.860

42.700

0,3

7,2

2014

599.704

1.670

34.629

0,3

5,8

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf:23

Ülkemizde 2014 yılında resmi yolla yapılan evliliklerdeki her yüz gelinden yaklaşık altısı “çocuk gelin”dir. 2002-2014 yılları arasında “çocuk damat” sayısında sayısal ve oransal olarak düşüş eğilimi göze çarpmaktadır. Çocuk gelin sayısı 2007 yılına kadar sürekli artmış; bu yıldan sonra az da olsa düşme eğilimine girmiş görünmektedir11. 2014 yılındaki resmi evliliklerde 1.670 “çocuk damat” ve bunun 21 kat daha fazlası “çocuk gelin” bulunmaktadır. Kız çocuklarının bir eşya olarak görülüp (Web-2) erken yaşta (zorla) evlendirilmesi süregitmektedir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yapılan her bin resmi evliliğin yaklaşık 92’si, İç Anadolu Bölgesinde her yüz resmi evliliğin yedisinde “çocuk gelin” sorunu göze çarpmaktadır (TÜİK, 2015a:24). Resmi kayıtlara yansımayan, “imam nikahı12” kıydırılarak yap(tır)ılan çocuk yaştaki evlilikler de düşünüldüğünde durum resmi istatistiklere yansıyandan daha kötüdür. Önümüzdeki yıllarda eğitim sisteminde 4+4+4 şeklinde gerçekleştirilen dönüşüm sonucunda okuldan uzaklaş(tırıl)an ve uzaklaş(tırıl)acak kız çocuklarının “annelerinin dizinin dibinde” oturtulacağını beklemek iyimserlik olacaktır.

Çocuk gelinlerin birçoğu için “çocuk anne”lik durumu da söz konusudur. 2001-2013 yılları arasında 15 yaşından küçük doğum yapan “çocuk anne” sayısı yaklaşık %90 oranında azalsa da önemli bir sorundur. Kız çocukları, “oyuncak bebek” ile oynamaları gereken bir yaşta kucaklarındaki bebeklerin bakım ve sorumluluklarını üstlenmektedirler. 15-17 yaş grubundaki çocuk annelerde 2001-2013 yılları arasında yaklaşık %60’lık bir azalma söz konusudur. Tablo-12’deki 2013 yılındaki verilere 18-19 yaş aralığında doğum yapanları eklediğimizde –bu yaş grubundakilerin toplam doğum yapanlar içerisinde %5,25’lik bir ağırlıkları bulunmaktadır (Sağlık Bakanlığı, 2014:64)- çocuk gelin ve çocuk anne sorununun aslında gösterilenden daha ciddi olduğu görülecektir. 18-19 yaş aralığında anne olanların önemli bir kısmının çocuk gelin olduğu bilinmelidir.

Tablo-12: Çocuk Annenin Yaş Grubuna Göre Doğumlar

Yıl

Doğum Yapan Çocuk Anne Sayısı

Yaş Grubu

Çocuk Annelerin Toplam Doğum Yapanlar İçindeki Oranı (%)

15 ve altı

15 – 17

2001

53.578

2.730

50.848

4,0

2004

37.447

1.943

35.504

3,1

2007

35.331

1.468

33.719

2,7

2010

29.888

644

29.244

2,4

2013

20.700

326

20.374

1,6

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf: 46

Sağlık Bakanlığı verilerine göre sağlık kuruluşlarında gerçekleşen doğumların tüm doğumlar içindeki oranı, Türkiye genelinde, 2002 yılında %75 iken 2013 yılında %98 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran, 2013 yılında Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Türkiye ortalamasına eşittir. Ancak Doğu Anadolu Bölgesinde yaklaşık %90 ile Türkiye ortalamasının altındadır (Sağlık Bakanlığı, 2014: 61). Çocuk gelin sorunun en ciddi biçimde yaşandığı bu bölgelerde, “çocuk anne” sorunu resmi kaynaklara yansıyandan daha büyüktür.

Çalış(tırıl)an Çocuklar

Çocuk işçiliği ya da farklı bir deyişle “çocukların çalış(tırıl)ması”, insani gelişim açısından ciddi bir sorundur. Çocukların çalış(tırıl)ması, başta eğitim hakkı olmak üzere çocukların birçok temel hak ve özgürlüklerinin, istekleri dışında ellerinden alınmasına, fiziksel, sosyal, kültürel, duygusal gelişimlerinin kesintiye uğramasına ve birçok açıdan zarar görmelerine yol açmaktadır. Tüm bunlar, çocukların çalıştırılmasının sınırlandırılmasına ve yasaklanmasına yönelik çok sayıda ulusal ve uluslararası düzenleme bulunmasına karşın ortaya çıkmaktadır.
Birçok temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı bir durum olmasına karşın, çocuklar ev işlerinde ve ekonomik işlerde çalış(tırıl)maktadır. Çalış(tırıl)an çocuklar ülkemizde de önemli bir sorundur. TÜİK’in 1994 yılında 6-14 yaş grubunu kapsayan çalışan çocuklar anketi ile ortaya konan durumun ciddiyeti ve yol açtığı sorunlar bilinmesine karşın, çocukların çalış(tırıl)masının önüne geçecek gerçekçi politikalar üretil(e)mediği için sorun tüm acımasızlığıyla süregitmektedir.

Tablo-13’de 2006-2012 yılları arasında çalış(tırıl)an çocukların yaş grubu ve cinsiyete göre çeşitli değişkenlere göre dağılımları verilmektedir. 2012 yılı verilerine göre, Türkiye genelinde 6-17 yaştaki çocukların yaklaşık %5,9’u, kentsel bölgelerdekilerin yaklaşık %4’ü, kırsal bölgelerdekilerin ise yaklaşık %10’u gelir getirici bir işte çalış(tırıl)maktadır. Bu oranlar erkek çocukları için sırasıyla %7,9; %5,9 ve %11,9 iken kız çocuklarında sırasıyla %3,7; %2 ve %7,3’tür (TÜİK, 2013b:1-2). 2006 verileri ile karşılaştırıldığında çalış(tırıl)an çocuk sayısındaki artış süregitmektedir.

2006-2012 yılları arasında, özellikle 6-14 yaş grubunda ekonomik işlerde çalışan kız çocuklarının sayısında %13,7’lik artış gerçekleşmiştir (TÜİK, 2013b:1). 4+4+4 sistemi ile birlikte örgün eğitim sisteminden ayrılmalar nedeniyle 13-14 yaş grubunda çalış(tırıl)acak çocuk sayısında artışın ortaya çıkma olasılığı da yüksektir. Gelir getirici bir işte çalış(tırıl)an çocukların %55,2’sini kırsal bölgedeki çocuklar oluşturmaktadır. Bu durumun temel nedeni kırsalda yoksulluğun daha yoğun yaşanmasıdır.

2012 yılı verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık her iki çocuktan biri (%49,2) ev işlerinde çalış(tırıl)maktadır. Bu oran kentsel bölgelerde %54 iken kırsal bölgelerde yaklaşık %40’tır. Bu oranın kırsal bölgelerde görece düşük olmasının nedeni gelir getirici bir işte çalış(tırıl)an çocukların kırsalda daha yüksek olmasıdır. 2006-2012 yılları arasında her yaş grubunda ev işlerinde faaliyette bulunan çocuk sayısında artış gerçekleşmiştir. Türkiye genelinde 6-17 yaş grubu her yüz çocuktan 55’i bir şekilde çalıştırılmaktadır (TÜİK, 2013b:4).

Tablo-13: Yaş Grubu ve Cinsiyete Göre Kurumsal Olmayan Nüfus ve İstihdam, Kent-Kır

Yaş Grubu ve Cinsiyet

2006

2012

Kurumsal Olmayan Nüfus

İstihdam Edilenler

İstihdam Oranı

Kurumsal Olmayan Nüfus (Bin)

Ekonomik İşlerde Çalışanlar (Bin)

İstihdam Oranı (%)

Ev İşlerinde faaliyette bulunanlar (bin)

Toplam

Kent

Kır

Kent

Kır

Kent

Kır

Kent

Kır

Toplam

6-17

15025

890

5,9

15247

10139

5109

400

493

3,9

9,6

5479

2024

6-14

11378

285

2,5

11386

7567

3819

79

214

1,0

5,6

3888

1402

15-17

3647

605

16,6

3861

2572

1290

322

279

12,5

21,6

1591

622

Erkek

6-17

7677

601

7,8

7775

5157

2617

302

312

5,9

11,9

2460

783

6-14

5809

190

3,3

5794

3845

1948

57

128

1,5

6,6

1829

572

15-17

1868

411

22,0

1981

1312

669

246

184

18,8

27,5

631

211

Kız

6-17

7349

289

3,9

7472

4982

2490

98

181

2,0

7,3

3020

1241

6-14

5569

95

1,7

5592

3722

1870

22

86

0,6

4,6

2059

830

15-17

1780

194

10,9

1880

1260

620

76

95

6,0

15,3

960

411

Kaynak: TÜİK, (2013b) Çalışan Çocuklar-2012, TÜİK:Ankara, syf:1-4

15-17 yaş grubundaki çocukların ise %57,3’ü ev işlerinde çalıştırılmaktadır. Bu yaş grubunda, ev işlerinde çalıştırılan kız çocuklarının oranı, Türkiye genelinde %72,9 iken kentsel bölgelerde %76,2’dir (TÜİK, 2013b:3). Kentsel bölgelerde çocuklar ev işlerinde daha yoğun olarak çalıştırılmaktadır.

Tablo-14: Okula devam durumuna göre çalışan çocuklar, 2012

Yaş Grubu ve Cinsiyet

Okula Devam Etmeyen Çocuk

Okula Devam Eden Çocuk Sayısı

Okula Devam Etmeyen Çocuk Sayısı

Okula Devam Eden Çocuk Sayısı

KENT

KIR

KENT

KIR

Toplam

Ekonomik İşlerde Çalışan

Ev İşlerinde Faaliyette Bulunan

Toplam

Ekonomik İşlerde Çalışan

Ev İşlerinde Faaliyette Bulunan

Toplam

Ekonomik İşlerde Çalışan

Ev İşlerinde Faaliyette Bulunan

Toplam

Ekonomik İşlerde Çalışan

Ev İşlerinde Faaliyette Bulunan

Toplam

6-17

1297

13950

639

203

252

658

244

251

9500

197

5227

4451

248

1773

6-14

319

11067

154

16

52

166

37

60

7414

62

3836

3653

177

1342

15-17

978

2884

486

187

200

492

208

191

2086

134

1391

798

72

431

Erkek

6-17

628

7146

340

161

60

289

150

38

4818

141

2400

2329

162

745

6-14

133

5660

76

10

14

58

14

7

3770

46

1815

1891

114

565

15-17

483

1486

264

151

46

231

136

31

1048

94

585

438

48

180

Kız

6-17

669

6804

300

42

192

118

94

213

4682

56

2827

2122

86

1028

6-14

186

5406

78

6

38

26

23

53

3644

16

2021

1762

63

777

15-17

816

1397

222

36

154

92

72

160

1038

40

806

360

24

251

Kaynak: TÜİK, (2013b) Çalışan Çocuklar-2012, TÜİK:Ankara, syf:5-6
Tablo-14 çalış(tırıl)an çocukların eğitimdeki durumlarını göstermektedir. Türkiye’de 6-17 yaş grubundaki her bin çocuktan 85’i okula devam etmemektedir. Bu oran 15-17 yaş grubunda %25,3’tür. 15-17 yaş grubundaki kız çocuklarının %25,7’si okula devam etmez iken erkeklerde bu oran %25’tir. 6-17 yaş arasında okula gitmeyen erkek çocuklarının %65,1’i; kız çocuklarının ise %80,8’i çalışmaktadır.

Okula gitmeyen çalışan çocukların (6-17 yaş grubu) %47,1’i, 6-14 yaş grubunun %14,5’i, 15-17 yaş grubunun ise %50,3’ü ekonomik işlerde çalış(tırıl)maktadır.

Türkiye genelinde okula giden 6-17 yaş arasındaki çocukların %3,2’si, kentsel bölgelerde %2’si, kırsal bölgelerde ise %5,6’si ekonomik işlerde çalış(tırıl)maktadır. 6-14 yaş grubu için bu oranlar sırasıyla %2,2; ‰8,3 ve %4,8 iken 15-17 yaş grubunda sırasıyla %7,1; %6,4 ve %9’dur.
Okula giden 6-17 yaş grubu çocukların %50,2’si, 6-14 yaş grubu çocukların %46,8’i, 15-17 yaş grubu çocukların ise %63,2’si (çocuk ve yaşlı bakımı, temizlik, yemek gibi) ev işlerinde çalış(tırıl)maktadır. Kentsel bölgelerde okula giden ve ev işlerinde çalış(tırıl)an çocukların oranı her yaş grubunda kırsal bölgeye göre daha yüksektir. Aynı şekilde okula giden kız çocukları, her yaş grubunda okula giden erkek çocuklarına göre ev işlerinde daha yoğun bir şekilde çalıştırılmaktadır. Kentsel bölgelerde yaşayan ve okula giden kız çocukları kırsal bölgelerdeki yaşıtlarına göre daha fazla ev işlerinde çalıştırılmaktadır. Kentte okula giden çocuklar arasında ev işlerinde faaliyette bulunanların sayısı artmaktadır.

Tablo-15: Yaş gruplarına göre ekonomik faaliyet kolu ve işteki durumun dağılımı

Ekonomik Faaliyet Kolu

İşteki Durum

Yaş Grubu ve Cinsiyet

Tarım

Sanayi

Hizmetler

Ücretli/Yövmiyeli

Ücretsiz Aile İşçisi

Kent

Kır

Kent

Kır

Kent

Kır

Kent

Kır

Kent

Kır

Toplam

6-17

31

368

162

56

208

69

324

145

71

342

6-14

11

189

30

10

38

15

45

25

33

189

15-17

20

179

132

46

170

55

280

121

38

153

Erkek

6-17

19

216

127

42

156

54

246

107

51

200

6-14

8

109

23

7

26

11

32

18

24

110

15-17

12

107

104

34

130

43

214

88

28

91

Kız

6-17

11

152

35

14

51

15

78

38

19

142

6-14

3

80

7

2

12

3

13

6

9

79

15-17

8

72

28

11

40

12

66

32

10

63

Kaynak: TÜİK, (2013b) Çalışan Çocuklar-2012, TÜİK:Ankara, syf:7-9

Tablo-15 çalışan çocukların ekonomik faaliyet kollarını ve işteki durumlarını göstermektedir. Çalışan çocukların çoğu güvencesiz çalışmanın en yaygın olduğu tarım sektöründe (%44,6) çalış(tırıl)maktadır. 2006-2012 döneminde tarım sektöründe çalış(tırıl)an çocuk sayısında %22,4’lük bir artış gerçekleşirken bu sektörde çalışan erkek çocuk sayısı %37,2 artmıştır. Tarım sektöründe çalış(tırıl)an çocukların %59,1’ini erkekler oluşturmaktadır. Bu sektörde çalış(tırıl)anların çocukların önemli bir kısmı ücretsiz aile işçisidir. Türkiye genelinde ekonomik faaliyette bulunan çocuklar içerisinde ücretsiz aile işçiliğinin oranı %46.4’tür. Bu oran, erkeklerde %40,8 iken kız çocuklarında %57,9’dur. Ücretli olarak çalış(tırıl)an erkek çocuklarının oranı %57,4 iken kız çocuklarında bu oran %41,7’dir.

2012 yılının 2006 yılı ile karşılaştırmasında, kırsalda, her yaş grubunda (15-17 yaş grubu kız çocukları dışında) ücretsiz aile işçiliğinde sayısal ve oransal artış sözkonusudur. Bu dönemde, ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırılan çocuklarda %26,2’lik bir artış gerçekleşmiştir (TÜİK, 2013b:8).
2006-2012 döneminde sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışan çocuk sayısında rakamsal ve oransal düşüş söz konusudur. Ancak 15-17 yaş grubunda hizmet sektöründe çalışanlarda %9,2’lik bir artış ortaya çıkmıştır. Bu yaş grubunda hizmet sektöründe çalış(tırıl)an kız çocuğu sayısında ise %40,5’lik bir artış gerçekleşmiştir (TÜİK, 2013b:7).

Hangi sektörde çalıştırılırlarsa çalıştırılsınlar, çocukların çoğunluğu (%82,9) aileye ekonomik katkı amacıyla çalıştırılmaktadır. TÜİK (2015a:101) verilerinde, aile gelirine katkı (%41,4), ailenin ekonomik faaliyetine yardımcı olmak (%28,7), kendi gereksinimlerini karşılamak (%6,8) ve aile isteği (%6) gibi ayrı sınıflandırılan çalışma nedenlerinin hepsinin özünde ekonomik kökler bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle gelir dağılımı, yoksulluk sorunudur. Yoksulluk, kırda kente göre daha yoğun yaşanmaktadır. Kırda aileye ekonomik katkı amaçlarıyla çalış(tırıl)anların oranları yaklaşık %92,1’dir. TÜİK, verileri farklı gruplandırma ile “Mızrağı çuvala sığdırmak” için çabalamış görünmektedir.

Çocuk ve Yoksulluk

Yoksulluk, çocukların yaşama, büyüme ve gelişme için gereksinim duydukları özdeksel, zihinsel ve duygusal kaynaklardan yoksun biçimde yaşamasına, haklarından yeterince yararlanamamasına, gelişmesi olanaklı yetilerini ve yeteneklerini geliştirememesine ve toplumsal yaşama tam ve eşit üyeler olarak katılamamasına (UNICEF, 2005:18) yol açmaktadır. Çocuklukta yaşanan yoksulluğun etkileri çocukluktan başlayarak yaşam boyu sürmekte ve kendi çocuklarını da etkilemektedir. Doğumda yaşam beklentisinin düşüklüğü, sağlıksız çevre, yetersiz beslenme, alkol ve sigara kullanımı, sosyal güvence eksikliği, sağlık hizmetlerini tam kullanamama, sınırlı eğitim, çocuk yaşta çalış(tırıl)ma, dışlanmışlık, güçsüzlük, suça itilme gibi olumsuzluklar (Dedeoğlu, 2004:52; Hamzaoğlu, 2004:54-7; Ceylan, 2006) çocuk yaşlarda deneyimlenen yoksulluğun yansımaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ülkemizde istatistiki verilere yansıyan ve yansımayan boyutları ile yoksulluk önemli bir sorundur. 2013 yılı verilerine göre, geçimine etki edecek düzeyde yardım alan hanelerin oranı %20,7’dir. Geçimine etki edecek düzeyde yardım alan ve hanesinde 0-17 yaşta en az bir üyesi bulunan hane oranı ise %12,6 olarak verilmiştir. Türkiye’de çocuk nüfusun yaklaşık %32,5’i yoksuldur. Kız çocuklarının yoksulluk oranı %33,1 ile erkek çocuklarınkinden (%32) daha yüksektir. Kız çocukların eğitimlerini sürdür(e)meme ve erken evlen(diril)me sorunlarının önemli temel nedenlerinin başında yoksulluk gelmektedir.

Yoksul çocukların yoksul fertler içindeki oranı ise %44,3’tür. Bu oran, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde %55,8 iken Doğu Anadolu Bölgesinde yaklaşık %51,4; kentsel bölgelerde %44,8 iken kırsalda %47,5’tir (TÜİK, 2015a:102-103). Yoksul çocukların nitelikli bakım hizmetlerine erişimleri ve okul öncesi eğitime katılma şansları düşük düzeydedir.
Çocuk yoksulluğunda 2007-2013 yılları arasında sayısal bir artış gerçekleştiği ve oransal olarak da yüzde otuzlar seviyesinde seyrettiği görülmektedir (TÜİK, 2015a:102-103). TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2014 yılı sonuçlarına göre Gini katsayısı bir önceki yıla göre 0,009 puan düşüş ile 0,391 olarak tahmin edilmiştir. Bu durum, gelir dağılımında bir önceki yıla göre iyileşme anlamı taşımaktadır (Web-3). Madalyonun öteki tarafına bakıldığında ise farklı bir manzara ile karşılaşılmaktadır. OECD raporunda yer alan verilere göre Türkiye, Gini katsayısı bakımından OECD içinde yer alan toplam 34 ülke arasında 32. sırada yer almaktadır (OECD, 2014). TÜİK, kentsel ve kırsal bölgeler için ayrı ayrı yoksulluk sınırları belirleyerek yoksul çocuk sayısını vermektedir. Bu durum, bölgesel düzeydeki toplam yoksul sayısının Türkiye genelindeki yoksul sayısında daha az çıkmasına yol açmaktadır. İBBS 1. Düzey’de yoksul çocuk toplamı 5.675.000 olarak bulunurken Türkiye’deki yoksul çocuk sayısı 7.393.000 olarak verilmiştir (TÜİK, 2015a:103).

Çocuk, Şiddet ve Suç

Toplumun en incinebilir kesimi olan çocukları suç ile birlikte anmak, sorunun hem büyüklüğünü hem de çok boyutluluğunu göstermektedir. Çocuk suçluluğu, çocuğa etki eden, onu biçimlendirip kendine göre bir şekil veren toplumsal yapının (Fişek vd., 2008:XXII) bir yansıması olarak “suç”un ne ölçüde tabana yayıldığının, kuşaktan kuşağa geçtiğinin önemli bir göstergesidir. Suçun tabana yayılması, “Bizi nasıl bir gelecek beklemektedir?” sorusunun da yanıtıdır aynı zamanda… Suçlu çocuk yoktur, bir şekilde “suça sürüklenen çocuk” vardır. Suça sürüklenen çocuk ise çocuğun yoldan çıkarıldığını ve toplumun bu durumu önleyecek ekonomik ve sosyal politikaları oluştur(a)madığını bize anlatmaktadır.

Tablo-16 ve Tablo-17 ülkemizde, çocuk ve suç arasındaki ilişkinin farklı yönlerini göstermektedir. Türkiye’de “suça sürüklenme” nedeniyle 2009-2013 yılları arasında “suça sürüklenen13” çocuk sayısı %68,9 artmıştır. Suça sürüklenen kız çocuklarındaki artış %81,9 ile suça sürüklenen erkeklere (%67,4) göre daha fazladır. Mağdur çocuklardaki artış daha dramatiktir. Aynı dönemde mağdur çocuk14 sayısı %197,4 oranında artarken mağdur kız çocuklarındaki artış %206 olarak gerçekleşmiştir. Özpolat ve Solak (2011:51) mağdur çocuk sayısını 2009 yılı için 288.457, 2010 yılı için ise 328.385 olarak bulgulamışlardır. Bu rakamlar, TÜİK’in aynı yıllar için verdiği rakamların sırasıyla yaklaşık 4.7 ve 4.3 katıdır. Yazarlar, 2008-2010 yılları arasında çocuk mağduriyet oranında %34,6’lık bir artış hesaplamışlardır. Çocuklarımız giderek suçun daha çok öznesi ve suçtan daha çok zarar göreni olmaktadır.

Tablo-16: Geliş nedenine göre güvenlik birimine gelen veya getirilen çocuklar

2009

2011

2013

Toplam

Erkek

Kız

Toplam

Erkek

Kız

Toplam

Erkek

Kız

Suça Sürüklenme

68 344

61 151

7 193

84 916

76 405

8 511

115 439

102 350

13 089

Mağdur

61 645

34 776

26 869

88 582

47 532

41 050

121 717

66 353

55 364

Kayıp Bulunan

5 081

2 018

3 063

10 067

4 254

5 813

16 218

6 421

9 797

Sokakta Çalışma

3 579

3 078

501

1 712

1 426

286

1 574

1 327

247

Evden Kaçma

3 195

1 381

1 814

3 222

1 514

1 708

2 821

1 209

1 612

Kurumdan Kaçma

827

462

365

1 106

548

558

1093

556

537

Kaynak:TÜİK, (2014e) Güvenlik Birimine Gelen Veya Getirilen Çocuklar 2013, TÜİK:Ankara, syf:1

2013 yılında suça karış(tırıl)an çocukların %70’ini 15-17 yaş grubundaki çocuklar oluşturmaktadır. Bu yaş grubunda suça karış(tırıl)an çocukların %89,6’sı erkektir. Aynı yıl suça karış(tırıl)an çocukların yaklaşık %36,9’u yaralama, %28,6’sı hırsızlık, %9’u uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak ve satın almak suçlarına karış(tırıl)mışlardır (TÜİK, 2014e:11). Bu suçlara karış(tırıl)anların çoğunluğu erkek ve 15-17 yaş grubundadır. Suça karış(tırıl)an çocukların %85,2’si adli birimlere sevk edilmiştir. Suça karış(tırıl)an çocukların yaklaşık %13,6’sı ailesine teslim edilmiştir. Mağdur çocukların ise %87,8’i ailesine teslim edilirken %4,8’i sağlık, eğitim ya da sosyal kurumlardan birine teslim edilmiştir (TÜİK, 2014e:10). Anayasamızın 41. maddesi, “devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır” demesine karşın, evde, okullarda, bakım yerlerinde, çocuk evlerinde, yetiştirme yurtlarında ve cemaat evlerinde çocuklara karşı cinsel istismar ve şiddet uygulayanlar, çocuklardan çok daha fazla devlet/hükümet tarafından koruma altına alınmaktadır.

Suça sürüklenerek ceza alan ve ceza infaz kurumuna giren çocuk hükümlü sayısı da artmıştır. Bu artışı daha acıklı yapan ise çocuk hükümlü oranının toplam hükümlü içindeki oranının sürekli artmasıdır. 2009 yılında çocuk hükümlülerin toplam hükümlüler içindeki oranı %1,5 iken, bu oran, sürekli artarak 2013 yılında %3,8’e ulaşmıştır. 2009-2013 yılları arasında çocuk hükümlü sayısı ise yaklaşık 5.7 kat artmıştır (Tablo-17). Tüm bu olumsuzluklara sorunlu çocuk adalet sistemini de eklemek gerekmektedir.

Tablo-17: Yaş grubuna göre ceza infaz kurumuna giren çocuk hükümlüler, 2009-2013

Yıl

Türkiye Toplamı

Çocuk Toplamı

Yaş Grubu

Çocukların Toplam İçindeki Oranı(%)

12-14

15-17

Toplam

Erkek

Kız

Erkek

Kız

Erkek

Kız

2009

74404

1087

1064

23

179

8

885

15

1,5

2010

88480

1443

1402

41

184

7

1218

34

1,6

2011

80096

1665

1622

43

217

6

1405

37

2,1

2012

115505

3069

2978

91

408

16

2570

75

2,7

2013

161711

6132

5967

165

1102

35

4865

130

3,8

Kaynak: TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara, syf:111

Sonuç Yerine…

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS), çocukların zihinsel, duygusal, bedensel, sosyal ve ekonomik bakımlardan, sağlıklı ve normal biçimlerde nitelikli birer insan olarak yetişebilmeleri için gerekli önlemleri almalarını, başta hükümetlerden olmak üzere çocukların içinde yaşadığı toplumlardan ve ailelerinden istemektedir. ÇHS’nin özünde çocukların “bir birey” olarak onaylanması vardır. TÜİK’in “İstatistiklerle Çocuk-2014” adlı istatistiki derlemesine bu bağlamda baktığımızda, çalışmanın veri sunumunda, çocuğu “bir birey olarak görmemek” başta olmak üzere birçok eksikliği bulunduğu; çocukların özel sorun alanlarını doğrudan kapsayacak veri seti sunmadığını görmekteyiz.

Çalışma, ülkemizde “çocuk gelin”, “çocuk damat”, “çocuk anne”, “çocuk yaşta çalıştırılma”, “çocuk yoksulluğu” “çocuk yaşta suça sürüklenme”, “çocuk sağlığı” ve sosyal politika biliminin sorun edindiği birçok sorunun ciddi düzeylerde yaşandığını göstermektedir. Bu durum, çocuklarımızın esenlikler içinde yaşamadığını, çeşitli ölçütlere göre önemli eşitsizliklerin öznesi olduklarının da bir göstergesidir. Çocuklarımızın, çocukluk döneminden başlayarak tüm yaşamları olumsuz bir biçimde etkilenmekte; gelecekleri ve geleceğimiz tehlikeye düşmektedir.

Son yıllarda, sağlık ve eğitim alanlarında çocuklarla ilgili göstergelerin sayısal olarak iyileştiği resmi kurumların yayınlarında ve iktidardaki politikacılar tarafından sıklıkla belirtilmektedir. Bu noktadan baktığımızda, iktidarda bulunan siyasi partinin son yıllardaki uygulama ve politikalarının çocukların sağlık ve eğitim hakkına yönelik sayısal anlamda iyileştirmeler ortaya çıkardığı düşünülebilir. Ancak nicel veriler aracılığıyla sergilenen bu iyileşmelerin niteliksel boyutu ise gündeme hiç getirilmemektedir. Gerek toplum gerekse çocuk sağlığı değerledirilirken “hasta ya da sakat olmama durumu” sağlıklı birey ve toplum için gerekli temel değişken olarak kullanılmakta, “fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam iyi olma durumu” gözardı edilmektedir. Sağlık hizmetlerine erişebilen çocuk ve erişkin sayısındaki artış sağlık hizmetlerinin herkes tarafından alındığının bir göstergesi olarak okunmamalıdır.

Sağlık alanında olduğu gibi eğitim alanında da gereçekleştiği belirtilen niceliksel iyileşmelerin niteliksel boyutlarına bakılması gerekir. Niteliksel anlamda olumlu gelişmelerin olduğunu söylemek ise iyimser olmayı gerektirmektedir. Bizler iyimser olsak da çocuklarımızın ruhen, bedenen sağlıklı, nitelikli ve yaratıcı bir ortamda yetişmediklerini bilmek ve görmek tüm iyimserliğimizi yok etmektedir. Peki, çocuklarımızın ruhen, bedenen sağlıklı, nitelikli ve yaratıcı bir ortamda yetişmediklerini hangi verilere göre söylüyoruz? Çalış(tırıl)ma, yoksulluk, şiddet ve suç olguları ile çocuklar arasında resmi kaynaklarda yansımasını bulan rakamlar bize tüm bu olumsuzlukları söyletmektedir.

Türkiye, ÇHS’yi (bazı maddelerine çekince koyarak) 27 Ocak 1995 tarihinde yürürlüğe soktu. Ancak ülkemizde çocuk olgusunun ÇHS’nin istediği bütünsellikte ele alındığını söylemek olanaklı değildir. Uluslararası ve ulusal yükümlülükler, belirsiz bir çocuk politikası izlenerek yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Çocukları temel hak ve özgürlüklerini oluşturmayı ve geliştrimeyi hedefleyen sosyal politika uygulamaları yetersiz, eşgüdümsüz ve dağınıktır. Sosyal politika alanında egemen olan düşünce biçimi, devlet-yurttaş ilişkisinden daha çok hayır/sadaka işini temel almaktadır. Sosyal devletten daha çok dinsel içerikli, “sadaka (veren) devlet” düşüncesi egemen kılınmak istenmekte; uygulama ve politikalar buna göre şekillendirilmektedir. Çocuğun “birey” olarak görülmediği ve algılanmadığı bir toplumsal ve yönetsel yapıda çocuk hakları kültürünü toplumda yerleşik kılmak da zor olmaktadır.

Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi (ÇHS) başta olmak üzere, insan ve çocuk haklarıyla ilgili birçok uluslararası sözleşmenin tarafı olarak çocukların temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi noktasında önemli sorumluluklar yüklenmiştir. Sorumlulukların yerine getirilmesi noktasında, toplumsal ve yönetsel yapılarda çocuk hakları kültürünün oluşturulması ilk yapılması gerekenler arasındadır. Devlet ve hükümet görevlileri başta olmak üzere, çocuğa birey olarak yaklaşılmasını sağlayacak duyarlılıkların geliştirilmesi için hükümetler, bağımsız sivil toplum örgütlerinin, uluslararası kuruluşların girişimlerini desteklemeli ve bu alandaki girişimlerin artmasını sağlayacak güçlü, işlevsel ve sorunlara odaklanmış politikalar geliştirme noktasında esnekliğe kavuş(turul)malıdır. Bu yolla, hem kurumların sorumlulukları geliştirilebilir hem de çocuk hakları politikası geliştirilmesinde ve uygulanmasında süreklilik sağlanabilir.

Çocukların içinde bulundukları ve gelecekte karşılaşabileceği tehlikeleri tespit ederek bu alandaki bilgi eksikliklerini giderecek, çocukların temel haklarının korunması ve geliştirilmesi noktasında yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde üretilecek politikalara çağdaş anlamda ve gerçekten katkı sunabilecek (STK’lar, üniversiteler gibi) paydaşların ilgili süreçlere etkin katılımını sağlayacak her türlü düzenleme en kısa sürede gerçekleştirilmelidir.

Kaynakça

Aktepe, Evrim, S. Kandil, Z. Göker, K. Sarp, M. Topbaş, E. Özkorumak, (2005), “İntihar Girişiminde Bulunan Çocuk ve Ergenlerde Sosyodemografik ve Psikiyatrik Özelliklerin Değerlendirilmesi”, TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 2006: 5 (6), (444-451)
Aydemir, Elvan ( 2011) “Evlilik mi Evcilik mi? Erken ve Zorla Evlilikler: Çocuk Gelinler”, USAK Sosyal Araştırmalar Merkezi, http://www.usak.org.tr/images_upload/files/11-08%20evlilik%20mi%20evcilik%20mi.pdf
Bulutay, Tuncer (1995) Türkiye’de Çalışan Çocuklar, DİE ve ILO: Ankara
Ceylan, Cesur (2006) “Yoksulluğun Çocuk Suçluluğuna Etkisi”, http://www.rehabilitasyon.com/action/makale/1/YOKSULLUGUN_COCUK_SUCLULUGUNA_ETKISI-1615
Dedeoğlu, Necati (2004) “Sağlık ve Yoksulluk”, Toplum ve Hekim, Cilt:19, Sayı:1 (51-3)

Ekici, Gıyasettin, H. A. Savaş, S. Çıtak (2001) “İntihar Riskini Artıran Psikososyal Etmenler: Sosyal Güvence Yokluğu, Göç ve Diğer Stresörler” Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2(4): (204-212)

Fişek, A. Gürhan, Can U. Ciner ve Taner Akpınar (2008), “Çocuk Suçluluğu’nda Öncü Çalışmalar ve İki Doktora Tezi (Dr. Hicri Fişek ve Dr. Naci Şensoy)”, AÜHFD, Cilt:57, Sayı:2 (XVII-XXIX)

Gürsel, Seyfettin, Gökçe Uysal, Mine Durmaz (2015) “Çocukların Yarısı Maddi Yoksunluk İçinde”, Araştırma Notu 15/180, BETAM:İstanbul

Hamzaoğlu, Onur (2004) “Yoksulların Sağlığı: Ne Durumda, Etken Ne, Sorun Nasıl Çözülür?”, Toplum ve Hekim, Cilt:19, Sayı:1 (54-7)

HÜNEE, (2014), 2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, T.C. Kalkınma Bakanlığı ve TÜBİTAK: Ankara

Keleş, Ruşen (1993) Kentleşme Politikası, İkinci Basım, İmge Kitabevi: Ankara

MEB (2015) Millî Eğitim İstatistikleri: Örgün Eğitim 2014/’15, T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı: Ankara

Müderrisoğlu, Serra, Ceyda Dedeoğlu, Seda Akço, Bürge Akbulut (2014), Türkiye’de 0-8 Yaş Arası Çocuğa Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması, Bernard van Leer Vakfı, Boğaziçi Üniversitesi, Hümanist Büro ve Frekans Araştırma: İstanbul

OECD, (2014) “Income Inequality Update Rising İnequality: Youth And Poor Fall Further Behind”, http://www.oecd.org/social/OECD2014-Income-Inequality-Update.pdf

Özpolat, Vahap ve Adem Solak (2011), Türkiye’nin Çocuk Mağduriyeti Haritası, Hegem Yayınları: Ankara

Peker, Mümtaz (2009) “Türkiye’de Nüfusbilimin Kurumsallaşması ve Bu Süreçte Prof. Dr. Nusret H. Fişek’in Yeri” Memleket Siyaset Yönetim, Cilt: 4, Sayı: 11, (132-162)

Polat, Oğuz (2008), “Türkiye’de Çocuk Haklarının Durumu”, Toplum ve Demokrasi, 2 (2), Ocak-Nisan, (149–157)

Sağlık Bakanlığı, (2014) Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2013, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü:Ankara

Tunçcan, Nilgün (2000), “Çocuk İşçiliği: Nedenleri, Boyutları ve Küreselleşen Dünyadaki Konumu”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Cilt: 43-44, Sayı: 1, (243-259)

TÜİK, (2013) Nüfus ve Konut Araştırması 2011, TÜİK:Ankara

TÜİK, (2013b) Çalışan Çocuklar-2012, TÜİK:Ankara

TÜİK, (2014a) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sonuçları 2013, TÜİK:Ankara

TÜİK, (2014b) Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2012, TÜİK:Ankara

TÜİK, (2014c) Rakamlar Ne Diyor? 2013, TÜİK:Ankara

TÜİK, (2014d) Yaygın Eğitim İstatistikleri – 2012/’13, TÜİK:Ankara

TÜİK, (2014e) Güvenlik Birimine Gelen Veya Getirilen Çocuklar 2013, TÜİK:Ankara

TÜİK, (2015a) İstatistiklerle Çocuk – 2014, TÜİK:Ankara

TÜİK, (2015b) Yaşam Memnuniyeti Araştırması – 2014, TÜİK:Ankara

Savaş, Vural (1986) Kalkınma Ekonomisi, 4. Baskı, Beta:İstanbul

UNICEF (2005). The State of the World’s Children 2005: Childhood Under Threat, Unicef: New York

UNICEF, (2014), Sayılarla Dünya Çocuklarının Durumu 2014: Her Çocuk Önemlidir, http://www.unicef.org.tr/files/bilgimerkezi/doc/Unicef%20SOWC%202014%20web.pdf

UNICEF, (tarihsiz (a)), Türkiye’de Çocukların Durumu Raporu 2011

UNICEF, (tarihsiz (b)), Türkiye’de Çocuk ve Genç Nüfusun Durumunun Analizi 2012

Yücel, Asuman ve Demiral, Özgür (1989) “Çocuk ve Eğitim”, Türkiye’de Çocuğun Durumu

Web -1: (http://www.unicef.org/turkey/crc/_cr23a.html)

Web-2: STK Raporu: Türkiye’de Çocuk Haklarının Durumu 2001-201, http://www.cocukhaklariizleme.org/wp-content/uploads/NGO-Report-TR.pdf

Web-3: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18633

WHO (2000), Preventing Suicide a Resource for Media Professionals, Mental and Behavioural Disorders Department of Mental Health World Health Organization Geneva, http://www.who.int/mental_health/media/en/426.pdf

WHO, (2006) Basic Documents. Pub No: 57.8, Geneva: WHO

1 Benzer eleştiriler Unicef (tarihsiz(a)) tarafından da yapılmaktadır.
2 Sözleşmeyi 14 Eylül 1990 yılında imzalayan Türkiye, 9 Aralık 1994 tarihinde onaylayarak 11 Aralık 1994 tarihinde yürürlüğe sokmuştur. T.C. Anayasası’nın 90. maddesine göre, usulüne göre onaylanmış uluslararası sözleşmeler yasa hükmündedir.
3 Bu çalışmada tablolarda kullanılan verilerin bir bölümü doğrudan tabloların altında verilen kaynaklardan alınırken bir bölümü de kullanılan kaynaklardaki verilerden yazar tarafından hesaplanmıştır.
4 Geniş anlamı ile kentleşme “sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi süreci” olarak tanımlanmaktadır (Keleş, 1993:19).
5 Türkiye’deki toplam çocukların %17,29’u Marmara Bölgesindeki çocukların ise %59,65’i İstanbul’da yaşamaktadır.
6 İlgili bölümde, doğurganlık hızı, cinsiyete göre doğum sayısı ve oranı, sağlık kuruluşunda gerçekleşen doğum oranı, hastane ve hastane yatağı sayıları, çeşitli ölçütlere göre belirli yaş gruplarında görülen sağlık sorunlarının dağılımı, çeşitli ölçütlere göre engelli çocuk dağılımı, çeşitli göstergelere göre bebek ölüm hızları gibi “hastalık ya da sakatlık”la ilintili veriler düzenlenmiştir.
7 TÜİK’in Ölüm İstatistikleri 2013 verilerinde bebek ölüm hızları sıralaması Güneydoğu Anadolu (‰15,5), Ortadoğu Anadolu (‰15,4), Kuzeydoğu Anadolu (‰14,9), Akdeniz (‰11,6) ve Türkiye (‰10,8) olarak verilmektedir (TÜİK, 2015a:59).
8 DİE’nin “Türkiye Özürlüler Araştırması -2002” sonuçlarına göre Türkiye’de özürlü nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %12,3 olarak verilmiştir.
9 Trafik Karayolu Kaza İstatistikleri 2012 yılına kadar sadece trafik polisi sorumluluk alanındaki sayıları kapsamakta iken 2013 yılı ile birlikte Jandarma sorumluluk bölgesindeki veriler de dahil edilmiştir. Bu nedenle karşılaştırma 1995- 2012 yılları aralığında yapılmıştır. 1995-2012 yılları verilerine Jandarma bölgesindeki trafik kazaları da eklendiğinde, trafik kazalarında ölen ve yaralananların sayısı artacaktır.
10 Aktepe ve diğerlerinin (2005) Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi bölümüne intihar girişimi nedeniyle başvuranlara yönelik yaptıkları çalışmada kız çocuklarının (yaklaşık %90) daha yoğun olarak intihar eylemi gerçekleştirdiği ve yine kız çocukları arasında, 15-16 yaş grubunun ise (yaklaşık %47) en riskli grup olduğu bulgulanmıştır.
11 2002 yılında evlenen erkek çocuk sayısı 2.592 iken evlenen kız çocuk sayısı 37.263’tür. Aynı yıl yapılan evlilikler içerisinde çocuk damat oranı %0,5 iken çocuk gelin oranı %7,3 olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam ve oranlar 2007 yılı için sırasıyla 2.279, 50.723, %0,4 ve %7,9; 2013 yılı için sırasıyla 1.866, 37,481, %0,3 ve %6,2 olarak gerçekleşmiştir (TÜİK, 2015a:23).
12 Geçmiş yıllarda “dini nikah” olarak da adlandırılan imam nikahının gerçekleştirilebilmesi için “resmi nikah”ın yapılması zorunluydu. Resmi görevli din adamlarının önemli bir bölümü “resmi evlenme belgesi”ni görmeden dini nikahı kıymaktan çekinmekteydi. Kıyanlar, şikayet durumunda ceza alabiliyorlardı. Günümüzde ise “imam nikahı” kıydırmak için resmi din görevlisine pek gereksinim duyulmamaktadır.
13Suça sürüklenen çocuk: Kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuğu, ifade eder.
14 “Mağdur”, bireysel veya toplu olarak, fiziksel veya zihinsel, duygusal zarar, ekonomik kayıp veya temel hakların önemli derecede çiğnenmesini içeren zarardan etkilenen kişiyi ifade eder; suçun sonuçlarını doğrudan doğruya üzerinde hisseden kişidir. Mağdur çocuk, “kanunun suç olarak nitelediği olaylarda fiziksel, sosyal, ekonomik, cinsel, psikolojik vd. yönlerden zarara uğrayan çocuk”tur. Çocuklar şiddet, yaralama, cinsel istismar, kötü muamele ve dilendirme başta olmak üzere birçok suç teşkil eden olayda mağduriyet yaşamaktadırlar. Türk Ceza Kanunu’nda, çocukların mağdur olarak yer alabileceği iki yüzden fazla suç türü tarif edilmiştir.