Küresel ısınma, buzulların erimesi, çevrenin tahribatı, bazı canlı türlerinin tükenmesi, atom bombaları, olası nükleer savaşlar, genetiği ile oynanmış gıdalar, salgın hastalıklar gibi dünyanın karşı karşıya bulunduğu büyük tehlikelerden dem vurulup kıyamet koparılmaktadır. Medyanın da yardımıyla, bu tehlikelere karşı bir bilinç aşılanmaya çalışılmaktadır.
Bunların hepsi de gerçekten insanlığın geleceği açısından büyük tehditlerdir ve bu tehditler küresel ekonomik düzenin fiziksel doğaya karşı hoyratlığından ileri gelmektedir. Bununla birlikte yine de en büyük tehdit bu sayılanlardan hiçbirisi değildir. Nedir o zaman bunlardan daha büyük tehdit oluşturan? En büyük tehdit, küresel ekonomik düzenin çocuklar üzerinde yarattığı tahribattır. Şu örnekler bu tahribatın boyutlarını anlamamıza yardım edebilir:
Uluslararası Çalışma Örgütü, dünya genelinde, 5-17 yaş arasında 100 milyondan fazla kız çocuğun kötü koşullarda işçi olarak çalıştığını1, yaşanan ekonomik krizin çocuk işçiliğini artıracağını2 söylemektedir. Dikkat edileceği gibi, erkek çocuklar bu sayıya dahil değildir. Sunal’ın (2008) çalışması3 emperyal çıkarlar uğruna çocukların ellerine silah tutuşturulmaktan bile geri kalınmadığını göstermektedir. TRT’de yayınlanan Kırılma Noktası adlı programın Moğolistan’da sokaklarda yaşayan çocukları konu alan bölümünde, binlerce çocuğun yeraltında/tünellerde yaşadığı dünyaya gösteriliyordu.4 Sokakta yaşayan çocuklardan sonra bir de yerin altında yaşayan çocuklar! Uluslararası Af Örgütü çocuklara ilişkin bir başka acı gerçeğe dikkat çekiyor; çocuk idamları.5
Çocuk işçilik, sokağa terk edilen çocuklar, çocuk askerler, idam edilen çocuklar… Bütün bunlar bir gerçeğin gözler önüne serilmesi için yeter de artar bile: Küresel ekonomik düzen çocuğa karşı hoyratlığında sınır tanımamaktadır.
Mekansal olarak gelişmiş ve geri kalmış bölgeler ikiliği ile karakterize olan küresel ekonomik düzende savaşlar, dinsel ve etnik çatışmalar, işsizlik, yoksulluk, açlık, salgın hastalıklar gibi birçok sorun ikinci tür mekanlarla özdeş bir hal almıştır. Dolayısıyla, bu bölgelerde yaşayan çocuklar açısından tahribatın ötesinde bir kıyımdan söz edilebilir. Varolan çarpık yapının kendini koruyup yeniden üretmesi için geri kalmış bölgelerin çocuklarının bu doğrultuda eğitilmesi gerekmektedir. Çocukların eğitim, sağlık ve güvenlik hakları ellerinden alınıp onlar dinsel ve etnik çatışmalar, yoksulluk, açlık ve salgın hastalıklarla yüz yüze getirilerek, bu eğitim en güzel şekilde verilmektedir!?
Bu durum karşısında, milyonlarca insan, yaşadıkları coğrafyaya özgü sorunlardan kurtulmak için kaçak yollardan mekan değiştirmeye, geri kalmış bölgelerden gelişmiş bölgelere gitmeye çabalamaktadır. Bunların içerisinde çocuklar da bulunmaktadır. Mekan değiştirmeye çalışanların önlerinde iki yol çıkmaktadır. Birincisi mülteci/sığınmacılık, ikincisi kaçar-göçer bir yaşam. Her iki yol da çocuğa karşı hoyratlıklarla doludur. Öyle ki, bu yollara koyulmak zorunda kalan çocukların karşı karşıya bulunduğu eğitim, sağlık, beslenme, barınma, dil, uyum vb sosyal ve psikolojik sorunlar ikincil önemde kalmaktadır.
Çocukların mülteci olarak kabul edilmesi, hiç olmazsa onların bu yolla başka bir ülkeye giderek yaşamlarını kurtarması açısından önemlidir. Ancak, mültecilik yolu özellikle çocuklar açısından son derece taşlı-topraklı ve engellerle dolu bir yoldur. Her şeyden önce mülteci/sığınmacı olabilmek için bitmez-tükenmez bürokratik işlemlerin üstesinden gelmek gerekmektedir. Yalnızca bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’de sığınmacı başvurusu yapabilmek için 18 yaşını doldurmuş olmak gerekmektedir.6 Bu nedenle, Türkiye’ye ailesinden ayrı olarak gelen 18 yaşından küçük çocukların sığınmacı olmak için başvuru yapabilmesi bile zorluklarla doludur.
Burada, çocuk mülteciler konusunda dikkatler başka bir noktaya çekilmek istenmektedir. Mültecilik yolunun çocuklara açık tutulması olumlu bir gelişme olmakla birlikte, bu kavram acı bir gerçeği de ortaya koymaktadır: Çocuklar ırk, din, belli bir toplumsal gruptan olmak ve siyasi düşünce gibi nedenler yüzünden zulüm görmektedir. Zulüm fiziksel olabildiği gibi, zulme uğrama korkusu şeklinde psikolojik de olabilmektedir. Bu durum, çocuklar üzerinde oynanan oyunun vahşet boyutuna ulaştığını açıkça göstermektedir.
Uluslararası insan hakları sisteminin ekonomik hakları tanımaması nedeniyle, ekonomik nedenlerle göç yollarına koyulmak zorunda kalanlara mültecilik yolu kapalıdır. Bunlar için, kaçar-göçer bir şekilde hayatta kalmaya çabalamaktan başka çıkar yol kalmamaktadır. Bu yola başvuranlar daha yolun başında ölebilmekte, göç eylemleri bu dünyadan göçmek şeklinde sonuçlanabilmektedir. Görece şanslı olup yasadışı yollardan sınırları geçenlerin kurtulduğunu söylemek güçtür. Bunların, her şeyden önce, insan olarak varlıkları yok sayılmaktadır. Bu noktada onların yaşlarına bakılarak çocuk, eğitim durumuna bakılarak eğitimsiz, sınıfsal konumlarına bakılarak yoksul çocuklar diye adlandırılmaları bile varlıklarının kabul edilmesi anlamında önemli hale gelmektedir.
Fiziksel doğaya yönelik tehlikeler tartışıladursun, daha çocuk yaşta olanların ırkı, dini, vb nedenler yüzünden zulüm gördüğü bir dünyanın sosyal doğası çoktan insaniliğini yitirmiş, yok olmuş demektir.
* Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi
2 >http://www.ilo.org/global/About_the_ILO/Media_and_public_information/Press_releases/lang–en/WCMS_107801/index.htm<.
4 “Moğolistan – Yeraltı Çocukları” başlıklı bu belgesel program hakkında >http://www.kirilmanoktasi.org/default.asp?page=arsiv< adresinden ayrıntılı bilgi edinilebilir.
5 >http://www.amnesty.org.tr/yeni/listall.php<
6 Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, (2008), Mülteci Çocuklar Hukuku El Kitabı – Sığınmacı ve Mülteci Çocukların Hakları Türkiye, United Nations High Commissioner for Refugees, s. 25.