Türkiye’de Mülteci Çocuk Olmak

Türkiye’de Mülteci Çocuk Olmak

Eski dönem tarih araştırmaları ve çalışmaları daha çok bir olay veya durumun gerçekten geçmişte yaşanıp yaşanmadığı, yaşandıysa nasıl yaşandığı ile ilgilenmiştir. Akademik anlamda bu bakış açısı geçirdiği paradigma değişikliği ile bugün, bir olayın yaşanıp yaşanmadığının kesinliği ile ilgilenmekten çok bu olay veya durumun -gerçekten gerçekleşmemiş olsa bile- toplumda, siyasal alanda veya ekonomide yarattığı etkiyi ve buna bağlı değişimi odak almaya başlamıştır.

Bugün Suriye’de yaşananların daha iyi anlaşılması için iç savaşın nedenleri çok iyi araştırılmalıdır. Bu çalışmanın asıl hedefi başlı başına bu araştırmayı yapmak olmamakla birlikte; nedeni veya nedenleri ne olursa olsun, bu durumun öncelikle Suriye’yi, daha sonra da çevresindeki diğer ülkeleri etkilediği kabul edilmektedir. Bu çalışmada; öncelikle sığınmacı çocukların; sığınmacılar arasındaki dağılımı, Türk mülteci mevzuatının durumu ve sığınmacı çocukların Türkiye’de çocuk haklarının hangilerinden nasıl faydalanabildikleri birkaç örnek çalışma ile anlatılmaya çalışılacaktır. Daha sonra da durum toplumsal açıdan ele alınmaya çalışılacaktır.

Suriye’de 2011 yılından beri yaşananlardan en çok zarar gören sivil toplumdur. Bugüne kadarki süreç, yetişkin yurttaşların yanı sıra Suriyeli pek çok çocuğun yaşamını yitirmesine neden olmuş; yaşama tutunup göç etmeyi başarabilenlerin de yaşayışlarını derinden etkilemiştir. Mültecilik; bugüne kadar pek çok ülkenin deneyimlediği, bugün de Suriye’deki iç savaşın beraberinde getirdiği bir durumdur. BM Yüksek Komiserliği’ni kuran 1951 Mültecilerin Statüsüne İlişkin Sözleşmesi mülteciyi,

Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen her şahıs

olarak tanımlar.

2011 yılından 2014 yılının ortalarına kadar Suriye’deki iç savaştan, Türkiye de içinde olmak üzere diğer ülkelere kaçan mültecilerin sayısı 3 milyona yaklaşmışken1, 2015’te bu sayı 4 milyonu geçmiştir2. Türkiye’deki mültecilerin sayısı ise, Ağustos 2015 itibariyle yaklaşık 2 milyon olarak açıklanmış, bu sayının yılsonuna kadar 2,5 milyona yükseleceği tahmin edilmiştir. Buna ek olarak, Türkiye’deki mültecilerin yarısının çocuklar olduğu bilinmektedir.

Tablo 1: 2015 yılı ayları itibariyle Kayıtlı Mülteciler3

Aylar

0–17 yaş

18 ve 18 yaş üstü

Toplam

Oran

Sayı

Oran

Ocak

14374

%38

23298

%62

37672

Şubat

14552

%37

24164

%62

38716

Mart

14769

%38

24424

%62

39193

Nisan

32645

%80

7761

%19

40406

Mayıs

15788

%38

26016

%62

41804

Haziran

12059

%36

21534

%64

33593

Temmuz

12408

%36

22255

%64

34663

Ağustos

12605

%36

22654

%64

35259

Eylül

12758

%36

22919

%64

35677

Ekim

12563

%36

22618

%64

35181

Ocak-Ekim Toplam

154521

%41

217643

%58

372164

Yukarıdaki veriler; Afganistan, İran, Irak, Somali ve diğer ülkelerden, Türkiye’ye gelen mültecilere ait, 2015 yılının Ocak-Eylül ayları arasındaki çocuk ve yetişkinlerin sayılarını ve oranlarını yansıtmaktadır. Suriyeliler, Türk Hükümetinin tanıdığı geçici koruma hakkıyla Türkiye’de ikamet ettikleri için sayıları genel istatistiklere yansıtılmamıştır. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin de belirttiği gibi, Türkiye’deki mültecilerin neredeyse yarısının çocuk olduğu düşünülürse, ne kadar çok çocuğun yaşananlardan etkilendiği daha kolay anlaşılabilir. Buna ek olarak; 65 bin Suriyeli annenin, Türkiye’de doğum yaptığı da basına yansımıştır4.

Çocukların veya anne karnındaki bebeklerin, Suriye’den veya diğer ülkelerden Türkiye’ye gelmesi kadar önemli olan bir diğer konu da, çocuk ve bebeklerin Türkiye sınırları içerisinde geçirdikleri sürenin onlar için korunaklı, verimli bir süre olması gerektiği konusudur. Bunun için çocukların mülteci olarak tanımlanması gibi prosedürler geçerlidir. Fakat Türk mevzuatında mülteci tanımlamasında yaş sınırlaması olmadığı gibi, yetişkin ya da çocuk olma gibi bir ayırım da yapılmamıştır. Yetişkinlere uygulanan prosedürün aynısı çocuklar için de geçerlidir5. Bu durumda, ana-babalarının biri veya ikisiyle birlikte ülkeye gelen çocukların statüsü, ana-babaların statüsüne bağlıdır. Anne ya da babasının mültecilik talebi kabul edildiğinde çocuk da otomatik olarak mültecilik statüsünü kazanmaktadır. Refakatçisiz gelen çocukların dilekçe ve beyanları ise, bulunduğu yer kaymakamlarınca alınmakta ve çocuklar mülakatları yapılarak kayıt altına alınmaktadır. Çocuğun mültecilik statüsünü kazanması için hiçbir belge aranmamaktadır6.

Türk mülteci mevzuatında sığınmacı çocuklara özel haklar veren hiçbir düzenleme bulunmadığı, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından eleştirilen konulardan biridir. Sadece her konudaki genel düzenlemeler çerçevesinde yabancı çocuklara tanınan haklardan sığınmacı çocuklar da yararlanabilmektedirler. Bu haklar eğitim hakkı, sığınma hakkı, sağlık hakkı, her türlü istismar ve kötü davranıştan korunma hakkı gibi haklardır.

Çocukların Türkiye’ye sığındıkları ilk günden başlayarak, bu haklarından hangilerine kolayca ulaşabildikleri büyük bir soru ve sorun olarak kalsa da, bazı veriler bize mülteci çocukların yaşamları hakkında fikir verebilir. Örneğin, Avrupa Birliği adaylık sürecinin en önemli belgelerinden olan İlerleme Raporu’na göre, 2014 yılındaki durum şöyle açıklanabilir;

Çocukların bazılarına sosyal yardım ve sağlık hizmetleri sağlanmış ve okula devam edebilmişlerdir; ancak diğer çocuklar yoksulluk, dil yeterliliği veya kimlik belgeleri ve zorunlu ikamet yerleri gibi hususlar yüzünden zorluklarla karşılaşmıştır.”

Yukarıda belirtildiği gibi çocuklardan “bazılarının” yararlandığı sosyal yardım ve sağlık hizmetleri, Türkiye’nin mülteci çocuklar konusundaki çalışmalarının yeterliliği (veya yetersizliği) açısından fikir vermektedir.

Bu hak temelli yaklaşım, aslında olması gerekenler konusunda bir çerçeve çizmektedir. Ama bu çerçeve doğrultusunda uygulamada yaşananlar, olması gerekenlerden çok farklıdır. Ulusal ve uluslararası aktörler tarafından bugüne kadar uygulamaya konan çabalar ve politikalar takdirle karşılanmasına karşın, çocukların bugünkü durumu hakkında Uluslararası İnsan Hakları Örgütü’nden Volkan Görendağ’ın yapmış olduğu açıklama oldukça ilgi çekicidir. Görendağ; Türkiye’de bulunan ve eğitim çağındaki 650 bin Suriyeli çocuktan sadece yüzde 15’inin okuma olanağı bulduğuna işaret ederek,

Sanırım BM’nin tarif ettiği o ‘kayıp kuşak’ Suriye’de oluşmaya başladı ve her geçen yıl buna katkı sunan bir süreci yaşıyoruz.”

şeklinde açıklama yapmıştır7.

Suriye’de oluşmaya başlayan “kayıp kuşak” ve Türkiye ile mültecilerin sığınmaya çalıştığı diğer ülkelerdeki savunmasız ve korumasız mülteci çocuklar gerçeği, tek bir yerel veya ulusal otorite veya yerel halkın takdirine bırakılabilecek bir konu olmaktan çok, toplumsal bir konudur. Çocuk hakları ihlallerinin sona erdirilmesi ve çocukların kayıp kuşak olmalarının önlenmesi çalışmaları, tek başına bunlara odaklanılarak başarıya ulaşabilecek çalışmalar olmaktan çok, tüm toplumu ve toplumları ilgilendiren bir çalışma olmaları dolayısıyla çok yönlü toplumsal çabaya, dayanışmaya ve bütünleşmeye gereksinim duymaktadır.

Buna koşut olarak, bu çalışmanın hazırlığı sürecinde yapılan incelemelerde Suriyeli göçmenlerin ülkelerine dönme niyetleri olduğunu gözler önüne seren araştırmalarla karşılaşılmıştır. Örneğin; AFAD’ın 2013 yılında yapmış olduğu saha araştırmasında8 Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların gelecek planlarına da yer verilmiştir. Buna göre kamplarda yaşayanların %55’i, kamp dışında yaşayanların da %63’ü Suriye’deki karışıklıklar düzeldiği zaman, yine kamp içinde yaşayanların %25’i ile kamp dışında yaşayanların %15’i yönetim değişikliği gerçekleştiği zaman Suriye’ye dönmeyi düşündüklerini paylaşmışlardır.

Bu rapor aslında mültecilerin “geçici” bir süre Türkiye’de kalacakları izlenimlerini verse de; gerek mültecilerin, ülkelerine yakın ülkelerde savaşın bitmesini beklemek yerine, “yaşamak” için kendi ülkelerinden daha uzakta olan diğer Avrupa ülkelerine göçleri, gerekse yukarıdaki raporun “Suriyeli sığınmacıların gelecek planları” kısmının tersten incelenmesi doğrultusunda; mültecilerin, Türkiye ve diğer ülkelerde hayatlarına devam edecekleri ve ülkelerine dönmeyecekleri de anlaşılabilir. O yüzden yapılacak olan çalışmalar sadece mültecilerin gelecekte Suriye’ye döneceklerini varsayarak değil, Türkiye’de veya başka bir ülkede yaşacaklarını bilerek uygulamaya konmalıdır. Bu açıdan mültecilerin çalışma hakları, uyum problemlerinin ortadan kaldırılması, hayatlarını insan haklarına uygun ve insan onuruna yakışır şekilde devam ettirmelerinin yolunun açılması gerekmektedir. Kısacası hem Türkiye hem de aynı koşullardaki diğer ülkeler bugün kendi sınırları içerisinde hayatını devam ettiren mülteciler ve özellikle mülteci çocuklar için çalışmalarını çok yönlü olarak devam ettirmelidir.

Dahası, bu süreçte odaklanılması gereken sadece Suriyeli mülteciler ve mülteci çocuklar değildir. İnsanların, toplumsal yaşamdan uzaklaşacak düzeyde, maddi ve manevi yoksunluk içinde olmaları, haklarını ve yaşamlarını koruyacak kurumlardan ve sosyal destekten yoksun olmalarını ifade eden sosyal dışlanma, bugün pek çok toplumun deneyimlediği bir kavramdır. Tanım olarak yalnızca aynı toplumdaki bireyleri/grupları kapsayan sosyal dışlanma kavramı, topluma yeni katılan mültecilerin durumunun aydınlatması açısından da ele alınabilir. Sosyal dışlanma tanımında yer alan ölçütlere fazlasıyla uyan yetişkin ve çocuk mültecilerin de topluma katılmasıyla birlikte, toplumsal açıdan dışlanan birey ve gruplar hem çeşitlenmekte, hem de sayısal olarak artış göstermektedir. Bu açıdan; sosyal dışlanmanın sonuçlarının daha da hızlı bir şekilde ortaya çıkması, toplumdaki kopukluğu daha çabuk derinleştirmesi olasıdır. Bu durum mülteci çocukları yetişkinlerden daha çok etkileyebilir.

Özellikle bu çalışma kapsamında odaklanılan konu olan çocukların, eğitim, sağlık, sığınma ve her türlü istismar ve kötü davranıştan korunma haklarının, yalnızca yazılı birer hak olarak kalmaması ve çocukların toplumdaki diğer bireylerle ve çocuklarla tanışmaları, aynı devlet okullarında eğitim görmeleri ve birlikte yaşamayı deneyimlemeleri çok önemlidir. Sosyal içerme ışığında; ana-babalarının ve diğer yetişkinlerin toplumsal ve ekonomik yaşama katılımları, hem yetişkinler hem de çocuklar için bütünleşmenin ve sosyal içermenin her yönüyle daha kolay sağlanmasını beraberinde getirecektir.

Aslında yapılması gereken,

a)Barışın sağlanmasıdır.
b)Suriyeli göçmenlerin sorunlarını, diğer vatandaşların sorunlarından ayırmadan ele almaktır. Sosyal devletin yaşadığı erozyon kendisini vatandaşların üzerinde gösterdiği kadar, Suriyeli göçmenlerin üzerinde de fazlasıyla göstermektedir. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, gelir ve hak arama özgürlüğü alanlarındaki eksiklikler, toplumda derin yaralar oluşturmaktadır. Suriyeli göçmenlere yapılacak farklı uygulamalar, iki toplum arasındaki uçurumu derinleştirecektir. Olması gereken, sosyal devletin her iki toplum için vazgeçilmez uygulamalarıyla, bütünleşmeyi sağlamaktır. Hoşgörü kültürümüz her ne kadar kaybolmaya yüz tutsa da, kültürel çeşitliliğin ve bölgesel barışın büyük bir zenginlik olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

  • Türkiye’nin Uluslararası Göç Politikaları, 1923–2023: Ulus-devler oluşumundan ulus-ötesi dönüşümlere, MiReKoc Araştırma Raporları 1/2014, TÜBİTAK1001_106K291, Eylül 2009

  • Çakır, Ö.(2002) Sosyal Dışlanma, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt.4, Sayı:3

  • Erdoğdu, S., Gökbayrak, Ş. Sosyal İçerme Belgesinin Düşündürdükleri (https://sosyalpolitika.fisek.org.tr/calisma-ve-sosyal-guvenlik-bakanligiavrupa-birligi-koordinasyon-dairesi-baskanligi-tarafindan-hazirlanan%E2%80%9Csosyal-icerme-belgesi-jimtaslagina-iliskin-goruslerimiz/ )

  • Sunal, O., Sosyal Dışlanmaya Kuramsal Yaklaşımlar (https://sosyalpolitika.fisek.org.tr/soysal-dislanmaya-kuramsal-yaklasimlar/

KUTU No.1

TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİLER VE ÇOCUKLARI

Suriyelilerin ölümden ve savaştan kaçışı sürüyor. Basın organları Türkiye’ye sığınanlarının yarıdan fazlasının çocuk olduğunu söylüyor. Buna ek olarak Türkiye’de doğanlar var. Göçmen kamplarında ya da kentlerde barınma koşulları zaten kötü… İş koşulları da, zaten işsizliğin yüksek olduğu bir ülkede kötü.

Türkiye’de iki çeşit Suriyeli profili ile karşı karşıyayız. Birisi yukarıda saydığımız kötü koşulları kabullenmeyip, Avrupa’ya (önce Yunanistan, İtalya) kaçmaya çalışanlar… Diğeri bu koşullara karşın Türkiye’de yaşamayı sürdürmeyi seçenler… Her ikisinin çocukları da bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya.

*Fişek Enstitüsü, Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
1BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, Basın Bildirisi, 29 Ağustos 2014
2 BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, Basın Bildirisi, 9 Temmuz 2015

3 UNHCR Türkiye İstatistikleri,

5BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, Çocuk Mültecilere İlişkin Türkiye’deki Yasal Çerçeve, Erişim: 27.10.2015
6BM Mülteciler Yüksek Komiserliği
8 T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar, 2013 Saha Araştırması Sonuçları