SOSYAL POLİTİKAYA İKİNCİ BÜYÜK HÜKUMET DARBESİ : Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı

İki Büyük Hükümet Darbesi …

Biri, askersel gücünü baskı aracı olarak kullanan 12 Eylül Yönetiminden,

Diğeri, çoğunluk oyunu baskı aracı olarak kullanan AKP Yönetiminden.

“Sosyal” olan her şeyden egemenler rahatsız oluyor. Diğer bir deyişle “dar alanda yapılan paslaşmalar” onlara dokunmuyor da, alan genişledikçe, toplumun tümüne yayıldıkça, rahatsızlık artıyor. Onun için zaman içinde, ülkemizdeki egemenler, “sosyal” politikaya karşı farklı yöntemler geliştirmişlerdir.

Önce “sosyal politika” terimi yasaklanmak istendi. 12 Eylül askersel darbesinden sonra, üniversitelerdeki “sosyal politika” bölümlerinin adı, “çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri”ne dönüştürüldü. Bu sosyal politikaya vurulan ilk darbeydi. Bu ad değişikliğinin arkasında yatan niyet, sosyal politikayı, çalışma yaşamı ile sınırlı tutmaktı. Hızla gelişen yoksulluk, eğitimsizlik, sağlıksızlık, insan hak ve özgürlükleri kapsam-dışı tutulmaya çalışıldı. Ama yine de, sınıf çatışması, sendikal örgütlenmeler, sosyal güvenlik bu yeni bölümün ilgi alanının içine giriyordu.

2007’ye gelindiğinde, AKP, hem seçim beyannamesinde ve hem de Yeni Anayasa çalışmalarında, sosyal politikanın içeriğini yozlaştırmaya başladı. Bu yapılanlar, Dünya Bankası tarafından oluşturulan politika önerileriyle de uyumluydu. “AKP sosyal politikasının bir devenin iki hörgücüne benzediğini söylemiştik (1) :

  1. Küreselleşmenin dayatmalarına boyun eğmek (“Bağımsızlık” kavramının unutulması; eğitimde ve sağlıkta özel kesimin güçlendirilmesi; sağlıkta hastaneciliğin baş-tacı edilmesi, çalışma yaşamında esnekliğin geliştirilmesi; sosyal güvenliğin bireysel emekliliğin yedeğine alınması; sosyal güvenlik fonlarının piyasa araçları olarak algılanması),
  2. Sosyal yardımları çoğaltmak (Dünya Bankası’ndan ve alınan kredilerle ya da diğer uluslararası kuruluşlardan değişik adlar altında bireylere, merkezi hükumet ve yerel yönetimlerce çalışmama karşılığında para, kömür, erzak vb. dağıtma; kişi-şirketlerden “sosyal sorumluluk” ya da “hayır yapma” amacıyla toplanan “lütuf”ların gereksinme içinde olanlara dağıtılması ).

2011’de AKP’nin seçim programında (2) ve seçim sonrası KHK’ye dayanarak kurduğu “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı”nda ise, bu yozluk daha da geliştirilerek, “sosyal politika” tanınmaz hale getirilmiştir (3). Bu da sosyal politikaya ikinci darbedir.

AKP’nin sosyal politika çizgisi, onu sosyal hizmet ve sosyal yardımlarla özdeşleştiren bir çizgidir. Yeni kurulan aile ve sosyal politika bakanlığı’nın kuruluş kanununda belirlenmiş amaçlarına baktığımızda, yanlızca, sosyal yardımların tek elde toplanması ve sosyal risk gruplarına (kadın, çocuk, engelli, şehit ailesi vb) yönelik hizmetleri kapsadığı görülmektedir.

61.Hükumet, kendilerinin deyimiyle “ustalık” dönemi ürünü olan sosyal politika yaklaşımı, çelişkiler ve yalınkat çözümlemelerin yanında, belirli bir mantık zinciri içerisinde izlenebilmektedir.

Bu mantık zincirinin temel belirleyicilerini şöyle özetleyebiliriz:

  1. Sosyal politika, sosyal hizmet ve sosyal yardım kavramlarıyla sınırlandırılmıştır.
  2. Sosyal hizmet ve sosyal yardımların tek başına bir politika olarak belirlenmesi ve yürütülmesi sürdürülmüştür.
  3. Hedef grupların karşı karşıya kaldığı sorunlar, bütün program içerisinde dağıtılmış ve değişik bakanlıkların görev alanları arasına konulmuştur.
  4. Bu hizmetlerin götürüleceği hedef gruplar belirlenmiş ve -sorun odaklı değil-, hedef odaklı bir örgütlenmeye gidilmiştir.
  5. Sosyal hizmet ve sosyal yardımların ana hedeflerinden biri de, ailelerdir. Aile toplumun muhafazakar yapısını sürdürmenin temel aktörü olarak belirlenmekte ve desteklenmektedir.
  6. Hükumet otoritesinin genişletilmesi eğilimi doğrultusunda, kendisi dışındaki güç odaklarını kontrol altına alma ve yönlendirme isteği yasalaştırılmaktadır.
  7. Cumhuriyetin anıt kurumlarına olan tahammülsüzlük, SHÇEK’in tamamen kaldırılması ile kendini göstermektedir.
  8. Sosyal politika kavramına düşmanlık sürmektedir; kavramın içi boşaltılmaya çalışılmaktadır.
  9. Küresel düzenle bütünleşme hedefi, sürdürülmektedir.

Sosyal politika, sosyal hizmet ve sosyal yardım kavramlarıyla sınırlandırılmıştır.

2828 sayılı SHÇEK Yasası, sosyal hizmetleri şöyle tanımlamaktadır : “Kişi ve ailelerin kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya kontrolleri dışında oluşan, maddi, manevi, sosyal yoksunlukların giderilmesine ve ihtiyaçlarının karşılanmasına, sosyal sorunların önlenmesi ve çözümlenmesine yardımcı olunmasını ve hayat standartlarının iyileştirilmesi ve yükseltilmesini amaçlayan sistemli ve programlı hizmetler bütünüdür.” (Madde 3)

Buradan da kolayca anlaşılabileceği gibi, sosyal hizmetler, birey ile yüzyüzedir. Onun yoksunluklarının giderilmesi, onun toplumla yaşadığı sorunların çözümüne katkıda bulunulması, onun hayat standartlarının geliştirilmesi vs.

Bu hizmetin bir yönüyle günübirlik, bir yönüyle yerel özelliğini vurgulamaktadır. Bu, sosyal politikanın genelden yerele indirgenmesi açısından, önemli bir araç olduğunu ortaya koymaktadır.

Sosyal yardım hizmetleri de böyledir. Hayatın akışı içinde, beklenmeyen biçimde doğan ve kurulu sistemlerle giderilemeyen gereksinmelere yanıt verir. “Beklenilmeyen” durumun bir an önce giderilmesinin ardından, sosyal yardımlar kesilir; yaşam olağan akışına döner. Bu özelliğiyle sosyal yardımların, sosyal güvenlik sistemindeki boşlukları kapatabilme rolü vardır.

Buna karşın sosyal politika, tüm yoksunlukların kaynağını bulup onları yok etmeyi amaçlayan, kısa ve uzun erimli, bir çok politikanın bileşkesidir. Toplumun geneliyle ilgilenir ve makro düzeyde hizmetlerin bütünlüğü, birbirini tamamlayıcılığı üzerinde kafa yorar. Yerele indirgenmesi konusunda da araçların oluşturulması ve işlemesi için yol gösterir. Bütün bunları, toplum adına ve toplumsal sorumluluğun gereği olarak yerine getirir. Toplum, kendi insanına değer verdiği için bu önlemleri alır; bunun göstergeleri, risklerin önlenmesi konusunda yol göstericidir (Sosyal güvenlik, sağlık, istihdam, insanca gelir, eğitim, hak arama-örgütlenme özgürlüğü vb.).

Sosyal hizmet ve sosyal yardımların tek başına bir politika olarak belirlenmesi ve yürütülmesi sürdürülmüştür.

İthal reçete kullanımı sürmektedir. Dünya Bankası’nın şartlı nakit para transferi önerisini hayata geçirmek için SHÇEK tarafından ısrarla yürütülen “diğer bakanlıklardan bağımsızlık” (tek başına hareket etme) yaklaşımı, bu kez SHÇEK olmaksızın sürdürülmektedir. Farklı bakanlıklar bünyesinde yer etmiş olan sosyal politika araçlarıyla arasında köprü kurmadan yürütülen, sosyal hizmet ve sosyal yardımların, daha düşük yarar getireceği çok söylenmiştir; uygulamada da görülmüştür. Ama sosyal yardımları yönlendiren kurumun görece bağımsızlığı karşısında, yardım alanların bağımlılığı çarpıcıdır. Çünkü, bir sosyal güvenlik önlemi olarak sosyal yardımların geçici karakterde olması gerektiği halde, sosyal yardım kuruluşlarınca sürekli bir karakter kazandırılmıştır. Bunun bir çok nedeni vardır:

  1. Yoksunluk (acz) içindeki insanların iktidardaki partiye olan bağımlılıklarını arttırmak.
  2. Küreselleşmenin zorunlu olarak yol açtığı işsizliğin bir an önce ortadan kaldırılması gerektiği yönündeki baskıyı hafifletmek,
  3. Genel olarak toplumda hareketliliği azaltmak ve olası işsiz kalma ya da yoksunluk durumunda, yardımlardan yararlanmayı tehlikeye sokmama düşüncesiyle, korkutarak, insanları pasifleştirmek vs.

Hedef grupların karşı karşıya kaldığı sorunlar, bütün program içerisinde dağıtılmış ve değişik bakanlıkların görev alanları arasına konulmuştur.

AKP Seçim Beyannamesi, 61.Hükumet Programı (4) ve Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı Kuruluşu Hakkında KHK birlikte incelendiğinde, sosyal politikayı ilgilendiren şu başlıklar dikkat çekmektedir : Yoksulluk, işsizlik, eğitim, sağlık, gençlik. Seçim beyannamesinde istihdam ve işsizliğe özel bir önem verilmiştir. “Uzmanlaşmış meslek edinme merkezleri” projesiyle, İŞKUR, herkese bir meslek danışmanı verecektir (Beyannamede tıpkı aile doktorluğu gibi denilmektedir). Güçlü toplum hedefinin gerçekleştirilmesi için eğitim, gündemin başında yer alacaktır. Zorunlu eğitim-öğretim 13 yıla çıkarılacaktır. Türkiye bölge ülkeleri için cazip bir sağlık üssü haline gelecektir. Kamu-Özel Ortaklığı Modeli ile yüksek teknoloji merkezleri vb kurulacaktır. Gençliğe gelince : 2023 yılına daha etkin, girişimci, donanımlı, ahlaklı, evrensel değerler ve kendi tarihinde aldığı değerleri harmanlamayı bilen bir gençlikle girilecektir. Gençlik Ajansları projesi, TOKİ ve YURTKUR bu çalışmaların en önemli aktörleri olacaktır. Ama dikkat edilirse, bu hedeflerden hiçbiri “Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı”na yönlendirilmemiştir. Demek ki, “sorun”ların çözümü başka bakanlıklara, “hedef” gruplara yönelik “sorunu hafifletici” hizmetler başka bir bakanlığa verilmiştir.

Bu hizmetlerin götürüleceği hedef gruplar belirlenmiş ve -sorun odaklı değil-, hedef odaklı bir örgütlenmeye gidilmiştir.

Seçim beyannamesi, 61.Hükumet Programı ve “Aile ve Sosyal Politika” Bakanlığının kuruluş yasasında, şu hedef gruplara ulaşmak planlanmıştır : Aile, muhtaç, çocuk, kadın, özürlü, yaşlı, şehit ailesi. Bütün bu eşitsiz konumdaki sosyal kümelerin sorunları içiçe geçmiş olup, birbirinden bağımsız değildir. Halbuki iktidar, bu kümeleri tek tek ele almakta, bütünden soyutlayarak, tek tek çözmeye çalışmaktadır. Sözgelimi, yoksulluk bu kümelerin en temel ortak özelliğidir; gelir, sağlık, eğitime erişimdeki yetersizlikler ortaktır. Bütüncül yaklaşımla bu sorunun üzerine gittikten sonra, hala yoksunluk halini sürdürenlerin saptanması için “hedef odaklı” yaklaşım benimsenebilir. Ama sorunun tümü çözümlenmek isteniyorsa, bunu, toplumun ortak paydalarını kullanarak çözmek gerekmektedir. Sorun çözülmeden, yeni yeni katılımlarla artan hedef gruplara, “nakit vb transferlerle” yoksulluğu azaltmak söylemi, tersine yoksulluğu derinleştirmek ve hedef grupların nüfusunu daha da arttırmak anlamına gelecektir.

Sosyal hizmet ve sosyal yardımların ana hedeflerinden biri de, ailelerdir. Aile toplumun muhafazakar yapısını sürdürmenin temel aktörü olarak belirlenmekte ve desteklenmektedir.

Seçim beyannamesinde, ASPED (Aile Sosyal Destek Programı)ndan sözedilmektedir. Böylece sosyal destek ve hizmetlerin hak temelli ve bütünleşik bir şekilde sunulması öngörülmektedir. Bunun sağlık, istihdam ve eğitimle uyumlu götürüleceği söylenmektedir. Ama AKP iktidarı dönemi de içinde olmak üzere, bürokraside görülen, bakanlıklar arası işbirliklerinin yürümediği ve herkesin kendi kuruluş yasaları çerçevesinde tek başına hareket ettiği bilinmektedir.

Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’nın kuruluş yasasında, “sosyal ve kültürel dokudaki aşınmalara karşı aile yapısının ve değerlerinin korunarak gelecek nesillere sağlıklı biçimde aktarılmasını sağlamak üzere; ulusal politika ve stratejilerin belirlenmesini koordine etmek; aile bütünlüğünün korunması ve aile refahının arttırılmasına yönelik sosyal hizmet ve yardım faaliyetlerini yürütmek” istenmektedir (Madde 2/b). Buradan çıkan üç sonuç vardır: (a) AKP iktidarı da küreselleşmenin isteği ile uyumlu olarak gelenekçi ve tutucu yapıyı korumak istemektedir. (b) Hedef odaklı olan yaklaşım, -tıpkı küreselleşme gibi- aynı zamanda insan özürlüdür. Çünkü, aile gibi büyük toplumsal birimlerde bireyin özgürleşmesine olanak tanımamaktadır. (c) Söylenenler birbiriyle çelişmektedir. Bir yandan bakanlık yasasında kadına yönelik şiddetin çözüleceği söylenmekte; öte yandan “töre” beslenmektedir. Bu bize özle sözün uymadığını açıkça göstermektedir.

Hükumet otoritesinin genişletilmesi eğilimi doğrultusunda, kendisi dışındaki güç odaklarını kontrol altına alma ve yönlendirme isteği yasalaştırılmaktadır.

Seçim beyannamesi doğrultusunda, Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’nın kuruluş yasasında da, hükumet-dışı kuruluşlar hizaya sokulmak istenmektedir. Yasanın henüz 2.maddesinde, Bakanlık kendine biçtiği her görevi, “… bu alanda ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile gönüllü kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak” görevi ile tamamlamıştır (Madde 2-b,c,ç,d,e,f,g). Ama bununla da yetinmemiş ve hükumet-dışı kuruluşlarla ilgili kendisine şu görevleri de vermiştir :

Madde 2-h : “Kamu kurum ve kuruluşları, gönüllü kuruluşlar ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yürütülen sosyal hizmetler ve yardımlara ilişkin ilke, usul ve standartları belirlemek, bu alanda faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların taşıması zorunlu olan nitelikleri ve bunlara rehberlik edecek programları geliştirmek”.

Madde 2-i : “Kamu kurum ve kuruluşları, gönüllü kuruluşlar ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yürütülen sosyal hizmet ve yardım faaliyetlerinin, belirlenen ilke, usul ve standartlar çeçevesinde denetimini yapmak”.

Gönüllü kuruluşları, hükumetin emir komutası altına alma çabaları her zaman olmuş; ama başarılı olmamıştır. Burada yine bu “temenni” ile bazı yasal zorlamalar gerçekleştirilmektedir.

Cumhuriyetin anıt kurumlarına olan tahammülsüzlük, SHÇEK’in tamamen kaldırılması ile kendini göstermektedir.

Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’na yeni genel müdürlükler kazandırabilmek için, SHÇEK (Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu) kapatılmış; örgütü ve işlevleri il özel idarelerine devredilmiştir. Böylece Bakanlık şu genel müdürlüklerden oluşma olanağı bulmuştur :

  1. Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü
  2. Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü
  3. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
  4. Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü
  5. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü
  6. Denetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü
  7. Strateji Geliştirme Genel Müdürlüğü
  8. Şehit Yakınları ve Gaziler Dairesi Başkanlığı vb.

Ancak unutulmamalıdır ki, kapatılan SHÇEK, 1982 yılında kapatılan ÇEK’in varlıkları ve karizması üzerine yapılandırılmıştır. Şöyle ki: 1921 yılında kurulan ve Cumhuriyetin Anıt Kurumları arasında sayılan -hükumet dışı kuruluş özelliğini taşıyan- Çocuk Esirgeme Kurumu (ÇEK), 12 Eylül Askersel Yönetimi tarafından kapatılmış ve tüm mal varlıklarıyla amblemi SHÇEK’e devretilmiştir. Bu haksız ve hukuksuz davranış, bu kez de SHÇEK’in ortadan kaldırılmasıyla yeni bir yağmaya konu olmaktadır.

Sosyal politika kavramına düşmanlık sürmektedir; kavramın içi boşaltılmaya çalışılmaktadır.

Sosyal politika (önce sosyal siyaset), 1946’lardan beri Türkiye’de konuşulmuş ve bilimsel çevrelerden kendisine saygın bir yer kazanmiş bir alan ve kavramdır. Özellikle, 1929 Büyük Buhran ve 1942 Beveridge’in Sosyal Güvenlik Planı sonrası yapılan ve toplumun yaşam düzeyini yükseltici atılımlardan güç almıştır. Ama 1970’lere gelindiğinde, dünya kapitalizmi, bu koltuk değneğini atmak ve sosyal harcamaları en aza indirerek karını yükseltmeyi kararlaştırmıştır. Hem de bunu Dünyanın tüm pazarlarını ele geçirerek yapmayı istemiştir; onun için attığı bu adım küresel çaptaolmuş ve küreselleşme adını almıştır.

Dünyada sosyal politikanın hedef tahtasına oturtulması böyle olmuştur. Ülkemizde ise, 1960 sonrası güç kazanan sosyal gelişme, 1970’den sonra askersel darbelerle sınırlanmaya başlanmıştır. 12 Mart 1971 Askersel Darbesinin önderi Gnl.Memduh Tağmaç’ın “Ülkemizde sosyal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçmiştir. Bu tersine döndürülmelidir” söylemi, en açık işaret olarak görülmüştür.Uygulamada 12 Mart düşünce özgürlüğü ile hak arama-örgütlenme özgürlüğünü ilk önce budamaya başlamıştır. Onu izleyen 12 Eylül Askersel Darbesi bu konuda uygulamayı daha da derinleştirmiş; ama aynı zamanda küreselleşmenin gereksindiği “dönüşüm”leri de büyük bir güçle başlatmıştır. 1961 Anayasasının “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” söylemini, yeni Anayasa ve uygulamalarla yıkmaya çalışırken, sosyal politikayı da sözlüklerden silmeyi amaçlamıştır.

Büyük ölçüde başarılı olmasına karşın, bir süre sonra yeniden sosyal politikayı ağıza alanların artması karşısında, yeni yöntem bunun içinin boşaltılması olmuştur. Bu yöndeki ilk girişimlerden biri kendisinin, 1996’da Refah Yol hükumetinin programında göstermiştir . Refahyol, sosyal politikayı, “turizm, kültür, din ve vakıf hizmetleri” ile sınırlı görmüştür (5).

Bugün ise, yukarıdan beri incelediğimiz beyanname ve bakanlık kuruluş yasalarından da anlaşıldığı gibi, alanı, sosyal hizmet ve yardımdan oluşmuş saymaya kalkışılmaktadır. Böylece insan haklarının içini doldurduğu bu alan, at gözlüğü ile bakılan ve yerelle sınırlanan bir “robot”a dönüştürülmek istenmektedir.

Küresel düzenle bütünleşme hedefi, sürdürülmektedir.

60.Hükumet programında, sosyal politikayı incelerken gördüğümüz gibi, sosyal yapının güçlendirilmesi başlığı altında yer alan tüm müdahale alanlarında, aslında, küresel düzenle bütünleşme hedeflenmekteydi (1). Aynı eğilim, 61. hükümet programında da sürmektedir. O kadar ki, Dünya Bankası’nın ısrarla önerdiği ve ülkemize yerleştirdiği, “nakit para transferi” ve “sosyal yardımların kalıcılaştırılması” reçetesi, bu kez bir bakanlık çatısı altında sürdürülmektedir.

Sosyal hizmet ve yardımlar, 12 Eylül 1980 öncesi olduğu gibi, sağlıkla ilişkilendirilmemekte ısrar edilmektedir. Çünkü bu, “sağlıkta dönüşüm” felsefesinin tedavi ağırlıklı (yani ticari) yaklaşımını bulandırabilir.

Ne AKP seçim beyannamesinde, ne 61.hükumet programında, artık iyice egemen bir durum kazanmış olan kayıt dışılıkla ilgili hiç bir sözcük bulunmamaktadır. Sermayenin önünün bu denli açıldığı, insanların güvencesinin bu denli azaltıldığı bir dönem görülmemiştir.

İşsizlikle ilgili yaklaşımlarda, eksikliğin kişilerden kaynaklandığı, bunun için danışmanlar atanması, eğitimler verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Özünde sorumluluk, “tam istihdam”ı hedeflemeyen ve bunun koşullarını oluşturmayan iktidardır. Ama bunun kamu kaynaklarının israfına yol açacağı ve tüm “düzen”i bozacağı düşüncesiyle, tıpkı küresel düzeyde olduğu gibi, işsizler oyalanmaktadır.

Öneri :

AKP iktidarlarının yürüttüğü sosyal yaklaşımın, küreselleşme dalgasıyla beslenen dev sorunlarla başetmesine olanak yoktur.

  1. Başarısız istihdam stratejiler ile derinleşen işsizlik olgusu,
  2. Yanlızca parası olanın tedavisini tamamlayabildiği ama halk için yetersiz ve koruyucu hekimlikle beslenmemiş bir “sağlık”sızlık olgusu,
  3. İnsanın gündelik yaşamıyla bütünleştirilememiş eğitim olgusu,
  4. Her şeyi paraya, kariyere indirgeyen, bencil insangücü politikası…

Bütün bunlar, sosyal politikanın, hem genelde, hem de birey özelinde yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. (6)

Sosyal politika bir şemsiyedir. İnsan odaklı tüm yaklaşımları içerir. Eğitimden sağlığa, istihdamdan sosyal güvenliğe, sosyal hizmetlerden sosyal yardımlara kadar tüm hizmet kanallarını içine alır. Bütüncül bir yaklaşımla, hem temel belirleyicilerini, hem önceliklerini ve hem de kaynaklarını belirler. Risk grupları, bütünden soyutlanmadan, hizmetin önceliklenmesi ve ağırlıklarının belirlenmesi anlamında önemlidir. Yaklaşım, gerçekleşen sorun değil, gerçekleşmesi olası sorun odaklıdır. Dolayısıyla koruma ve esirgeme çabası ön plandadır. Örneğin, şehit ailelerine yardımın yanı sıra ve bundan da önce yeni şehit ailelerinin ortaya çıkmaması için çaba gösterilir. Sosyal politika, insan haklarını içerir ve en geniş çerçevede bunların yaşama geçmesini sağlamaya çalışır. Bu hedef, herkesin ve her kurumun görevidir.

Bundan ötürü, bakanlar kurulunun bugünkü örgütlenme şeması içerisinde, bir sosyal politika bakanlığı oluşturulması, başarısızlığı baştan kabul etmek olur. Bunun yerine, başbakana bağlı başbakan yardımcılarının her birinin bakanlık gruplarından sorumlu olacakları bir örgütlenme benimsendiğinde, sosyal politikanın kapsamına giren bütün bakanlıklar bu başbakan yardımcısına bağlanabilir (Tıpkı bakanlık örgütlenmesinde müsteşar ve müsteşar yardımcılarının konumu gibi). O zaman bu başbakan yardımcısına, “sosyal politikadan sorumlu başbakan yardımcısı” demek yanlış olmayacaktır.

Bu bilinçli ve güçlü saldırılar karşısında, biz aydınlara düşen ise, daha çok sosyal politikayı konuşmak, onun özünü ve amacını herkese anlatmaktır. Yalınkat ve kısa erimli yaklaşımların, nasıl bir kısır döngü içerisinde olduğu, toplumu nasıl bir uçuruma sürüklediği, ancak bunun kanıtları, herkesin gözlerinin önüne serilerek benimsetilebilir. Bu kötü gidişin, bireylerin haklarındaki ve bütçesindeki etkilerine ve geleceğinin kararmış olduğuna mutlaka parmak basılmalıdır. Bugüne değin, tek tek bireylerin, büyük güçler karşısında başarı kazandığı görülmemiştir; buna karşın aynı ülküyü paylaşan bireylerin kenetlendikleri ve örgütlendikleri ölçüde, başarılı sonuçlar aldıkları sıklıkla görülmüştür. Herkesin kendi köşesinde ağlamayı bırakıp, kapısını aralaması kaçınılmaz hale gelmiştir.

KAYNAKÇA

(1) Fişek A.G. (2008) : “Sivil (!) İtaatkarlar (ya da AKP’nin Sosyal Politikasının Çıkmazları) – (Alpaslan Işıklı’ya Armağan)

(2) AKP Seçim Beyannamesi (2010)

(3) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK/633) Resmi Gazete 08.06.2011 tarih ve 27958 Mükerrer sayı.

(4) 61.Hükumet Programı

(5) Fişek A.G. (1997) : “Sosyal Güvenliğin Yolu ‘Refah’tan mı Geçiyor ?” , Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Cilt 21, Sayı 200 Haziran , Ankara.

(6) Fişek A.G. (2007) : “Sosyal Hizmet ve Sosyal Yardımların Sosyal Politika Araçları İçerisindeki Yeri – “Genel”i “Yerel”e İndirmek”- (Cahit Talas’a Armağan) .