TERZİ KENDİ SÖKÜĞÜNÜ DİKEMEZ

“Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü” Dergisi, Aralık-Ocak-Şubat 2014-2015 No.33

TERZİ KENDİ SÖKÜĞÜNÜ DİKEMEZ

(Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni)

Sağlık alanında çalışanlar doktoru olsun, hemşiresi olsun, ebesi olsun, bir çok sağlık ve güvenlik tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ama bunlara karşı alınacak önlemleri, tek başına, onun düşünmesi ve uygulanması için kovalaması beklenmemelidir. Bundan ötürü, onun “kendi söküğünü dikemeyeceğini” başlık olarak seçtik. Sağlık çalışanlarının karşı karşıya oldukları sağlık ve güvenlik tehlikelerini tanımlayıp, değerlendirmek ve insanı etkilememesi için alınması gereken önlemleri önermek ve aldırtmak, “işveren tarafından görevlendirilen” ve “çalışanlar-çalışan temsilcileri tarafından denetlenmesi gereken” işyeri hekimleri ile iş güvenliği uzmanlarının görevidir.

İş sağlığı alanı tıpta bir uzmanlık alanıdır; buna karşın işyeri hekimliğini bir yetkinleşme ve yoğunlaşma alanı olarak görmek gerekir. Bir çok hekimlik alanı ile çakışan bilgilere sahip olunduğu gibi onlardan farklı bilgiler de gerekmektedir. Farklı bilgi kümelerine örnek olarak “iş hukuku”nu gösterebiliriz. Yasa ve yönetmeliklerden tutun da, Danıştay ve Yargıtay kararlarına kadar bir çok hukuksal metni, işyeri hekiminin bilmesi gerekir. Ayrıca iş sağlığı güvenliğinin çok bilimli oluşu ve ekip çalışmasını gerektirmesi, işyeri hekiminin, sınırlı da olsa mühendislik biliminin bilgilerinden de haberdar olması gerekir.

Son zamanlarda, işyeri hekimlerinin ikinci plana itilmeye çalışıldığını, onun yerine iş sağlığı güvenliği alanının teknik bir alan olduğu düşüncesinin dayatılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Bir yazımızda bunu, iş sağlığı güvenliğinin “insansızlaştırılması” olarak nitelendirmiştik (1). İşyerlerinde toplu ölümlerin görülmeye başlanması da bu “insan özürlü yaklaşım”ın bir sonucudur. Bu yaklaşımı, yalnızca iş sağlığı güvenliği alanında görmüyoruz; çalışma ilişkilerinde, işletme yönetiminde, iktisatta hep “insan özürlü yaklaşım” egemen olmuştur. Bir yumak olmuş bu sorunlar birbirini etkilemektedir; hepsinin kaynağında da küreselleşme vardır.

Küreselleşme sağlık alanını nasıl etkilemiştir ?

  • Küreselleşme insan özürlüdür. Bunun anlamı, daha çok insanı mutlu etmeyi değil, daha çok para kazanmayı hedeflemesidir.

  • Küreselleşme, sağlık alanını ticarileştirmektedir. Bunun anlamı, daha çok para kazandıran işlemlere öncelik vermektir. Koruyucu hekimlik, fazla para kazandırmadığı, tersine harcamaları azalttığı için baş düşmandır. Buna karşın tedavi hekimliği, bol hasta ve tetkik özendirilmesi beklenmektedir.

  • Küreselleşme, bu çalışmaları, dilinden daha iyi anlayacağı kuruluşlarla yürütmek ister. Özel işletmeler ve kamu işletmelerinin taşeronlara iş gördürmesi tercih ve teşvik edilir.

  • Taşeronlaşmaya ayrı bir başlık halinde yer vermek gereklidir. Çünkü hizmetin ticarileşmesi için güçlü bir “taraftar” grubu yaratılmakta; çalışanların sendikal örgütlenmesi kırılmakta; çalışanlar arasında farklılıklar oluşturulabilmektedir.

  • Küreselleşmenin toplumlara aşıladığı en kötü hastalık da tüketim çılgınlığıdır. Bu sağlık alanında da, “daha fazla tetkik” ve “daha fazla ilaç” ile kendini göstermektedir.

  • Sağlık çalışanlarının “bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik halleri” ise, küreselleşmeyi hiç ilgilendirmemektedir.

Sağlık çalışanlarının “bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik halleri” ne durumdadır?

Bilmiyoruz. Eski SSK’lı işçiler (5510 sayılı yasanın 1-4/a.maddesinde sigortalı olarak belirtilenler) için her türlü istatistik hala tutulurken ve yayınlanırken, özellikle Emekli Sandığı için prim ödeyenlerin hastalık, meslek hastalığı ve iş kazası kayıtları izlenememektedir. 5510 sayılı yasada yer alan “İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları Sigortası”nın memur statüsünde (1-4/c) kapsam dışı tutması da bu çarpıklığı ve adaletsizliği beslemektedir (Hızla bu hata giderilmelidir).

Sağlık Bakanlığı’nın da bu yönde bir çabası yoktur. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) 1989 yılında başlattığı uygulama ne yazık ki, sürdürülebilir olmamıştır.

Bu ve benzeri çabanın yeniden canlandırılması talebimizi yinelerken, TTB’nin uygulamasını da anımsatmak istiyoruz. “Bu bizim sağlığımız” sloganı ile başlatılan sağlık personelinin sağlığı çalışmalarının ilk adımı “Meslek Uygulaması Dolayısıyla Hastalanan veya Kazaya Uğrayan Sağlık Personeli için (SPS) Bildirim Formu” olmuştur. 01.01.1989’da başlayan uygulamada aşağıdaki form kullanılmıştır (2).

Ancak gelen yanıtlar sınırlı kalınca, uygulama sönüp gitmiştir. Bu da bize sağlık çalışanların kendi haklarına sahip çıkmadıklarında, herhangi bir kazanım elde edemeyeceklerini göstermektedir. O kadar ki, bu uygulamanın başlatıldığı 25 yıl öncesi ile günümüz arasında koşullar bakımından bir fark yoktur; hatta daha bile kötüye gitmiştir.

Neler Sağlık Çalışanlarının Sağlığını tehdit ediyor ?

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı en belirgin olarak üç klinikte tehdit altındadır : Radyoloji, anesteziyoloji, enfeksiyon hastalıkları. Bu ana tehlikeler birçok kliniğe dağılmış ve daha da çeşitlenmiş olarak bulunur.

Yoğun iş temposu, vardiya çalışması, uzayan çalışma süreleri ya da sağlık çalışanlarının birden fazla işte çalışmaları da onların tükenmelerine yol açmaktadır.

Bunların ötesinde, tüm işyerlerinde ortak olan tehlikeler de gözardı edilmemelidir : Elektrik tesisatından kaynaklanan tehlikeler, yangın tehlikeleri, düşme ya da üzerine düşme ile sonuçlanan tehlikeler, trafik kazaları.

Özellikle “sağlıkta dönüşüm programı”nın uygulanmaya başlanmasından sonra yoğunlaşan, sağlık çalışanlarına şiddet olguları, mobbing (yıldırma) ve yabancılaşma da gözden uzak tutulmamalıdır.

Ne Yapmalı ?

Sağlık çalışanları haklarına sahip çıkmalı; dayanışma içine girmelidir. Onların bu mücadelesinde, yasaların onlara verdiği en büyük destek, işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarıdır. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası,

a) Hastaneleri ve diğer sağlık kuruluşlarını bir fabrika gibi görmektedir. Yani bir fabrikada iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili neler yapılması gerekiyorsa, hastane ve diğer sağlık kuruluşlarında da aynısı yapılmalıdır. Her işveren buna zorunludur.

b) İşverenlerin yasal yükümlülüklerinden kaçınmalarına karşı, çeşitli denetim mekanizmaları bulunmaktadır.

c) Özel hastaneler vb. için, çalıştırdığı işçi sayısı ne olursa olsun, şu anda, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı bulundurma yükümlülüğü vardır.

d) Kamu kurumları için (kabul edilemez ve eşitliğe aykırı bir biçimde) uygulamayı 01.07.2016 tarihinde başlatmaktadır.

e) Risk analizi ve acil eylem planı, iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri, yıllık çalışma planları ve raporlamaları,sağlık kontrolları yapılması zorunluluğu çoktan yürürlüğe girmiştir. Hemen yapılmalıdır.

Bugün için konuşuyoruz : Çalışılan birimin (çalışan sayısına bakılmaksızın) risk analizi ve acil eylem planının yapılması gerekir. Bir iş güvenliği uzmanının koordinatörlüğünde, özellikle sağlık çalışanlarının katılımı ile bu çalışmanın yapılması yasal zorunluluktur. Bu çaba, hem sağlık çalışanlarının haklarına sanip çıkabilmeleri için bir fırsattır; hem de katkılarıyla bu yasal metni zenginleştirmeleri, mücadelenin önünü açacaktır.

Yarın için konuşuyoruz : Kamu kuruluşları için işyeri hekimi + iş güvenliği uzmanı bulundurma yükümlülüğü yürürlüğe girdiğinde, çalışanların en büyük destekçisi işyeri hekimi meslektaşları ile iş güvenliği uzmanı olacaktır. Daha önce yapılan “Risk analizi ve acil eylem planı, iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri, yıllık çalışma planları ve raporlamaları,sağlık kontrolları” ile eğitilmiş ve hazırlanmış olan sağlık çalışanlarının mücadelesi böylece daha da etkinleşecektir.

KAYNAK

(1) A.Gürhan Fişek : “Yeni Dönemde (6331 s.k. Sonrası) Değerlendirmeler – 2” Çalışma Ortamı Dergisi, Kasım Aralık 2013 Sayı: 131)

(2) A.Gürhan Fişek : Türk Tabipleri Birliği Haber Bülteni, Şubat 1989 Sayı : 17 s.14