Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 26 Yıl : Mayıs Haziran 1996
“Sana ne yapıldığı değil,
senin buna karşı ne yaptığın önemli.”
( Melih Cevdet Anday , “Mikadonun Çöpleri” )
Bugün ülkemizdeki sancıların en büyüğü, bireysel denetimin cansızlığıdır. Birey adına hareket ettiğini söyleyen örgütler, vekiller vs. aslında kendi istem ve özlemlerini ağırlıkla dile getirmektedirler. Bunu yaparken, toplum psikolojisi, iletişim hileleri ve beyin yıkama yöntemlerinden de sıklıkla yararlanmaktadırlar. Bu aldatmaca, yönetsel yapıların bireylere daha da yabancılaşmasını getirmektedir.
Katılımın arttırılması, bireylerin yönetimde söz ve karar sahibi olması vb temalar sıklıkla işlenmeye başlanmıştır. Bunun nedeni, yukarıda sözünü ettiğimiz yabancılaşmadan duyulan rahatsızlıktır. Ama bireye katıl demekle olmuyor; katılınca da bireysel denetim kurulamıyor.
50.yılındaki çok partili siyasal yaşantımıza baktığımızda, çok sayıda milletvekilinin gelip geçtiğini görürüz. Çoğu birbirini de tanımaz. Ama davranış biçimlerine, kullanılan yöntemlere ve toplumun parlamentoya uzak duruşuna baktığımızda değişen çok şey olmamaktadır. Bu da, bireyin toplumun temsil iddiasıyla katıldığı ortamlarda, “temsil ettiği toplum kesitinin farklılığını” ortaya koyamadığını göstermektedir.
Yine 50.yılındaki çok partili siyasal yaşantımız, azınlık görüşlerin temsilinde çok sınırlı zaman dilimlerinde başarılar elde edebilmiştir. 1961-69 arasında uygulanan seçim yöntemleri ile Anayasa Mahkemesi’ne başvuru kolaylıkları, toplumdaki farklı görüşlerin siyasal yaşamda ağırlığını hissettirmesine ve etkili sonuçlar almasına yol açmıştır. Yine bu dönem, bireyin, toplum örgütlerine katılımının en yüksek olduğu dönemdir.
O zaman tek tek, bireyin toplumsal ve siyasal sorunlarda daha etkin olabilmesinin koşullarını ve yollarını değerlendirmemiz gerekmektedir: Gerçekten de toplumdaki tüm denetim mekanizmalarının özü “birey denetimi”ne dayanmaktadır.
1. Toplumu oluşturan, kurallar koyan, yönetim mekanizmaları oluşturan bireyler artık kyalnız.. Kendisinden kopan ve yabancılaşan yönetim aygıtına ve kurallarına, ancak temsilcileri aracılığıyla etki edebileceği söyleniyor; ne kadar olabilirse…
Bugün toplum örgütlerinin büyük bölümünde “tabanına yabancılaşma” olgusu izleniyor. Bunun en belirgin göstergesi, örgütte her türlü yükü kaldıran ve çalışmayı sürdürenin bir avuç yönetim kurulu üyesi olduğu, hatta bu yönetim kurulu üyelerinin de ancak bir bölümünün çalıştığıdır.
2. Bireyin düşleri ve ülküsü vardır. Her şeyden önce küçük yaşlardan başlayarak bireylerin düş kurmalarına ve kendilerine bir ülkü (misyon) edinmelerine özendirilmeleri gerekir. İleride “kendini gerçekleştirme çabası” olarak adlandıracağımız bir uğraşa girecek; düşlerinin ve ülküsünün peşinden gidecektir.
3. Bireyin, haklarını bilmesi çok önemlidir. Herkesin doğuştan bir takım haklara sahip olduğu; ister 1 yaşında ister 81 yaşında olsun bunun değişmeyeceği; herkesin birbirine saygılı olması gereği ona küçük yaşta benimsetilmelidir.
Bu uğraşın başarıya ulaşmasının temel koşulu, çocukluğunda saygı görmesi ve haklarına saygı gösterilmesidir. Bu saygıyı göremediği durumlarda gösterdiği tepkinin, hoşgörülebilmesi ve değerlendirilebilmesi gerekir.
Ayrıca farklı yaşlardaki çocukların birbirleri üzerinde egemenlik kurma çabalarının da, ilerideki önde olma-yönetme-ezme özlemlerinin tohumları olduğu düşünülerek; birlikte üretim ve paylaşım olgusu yaşatılmalıdır.
4. Birey, neden-niçin sorgulamasına hiç ara vermemelidir. Böylece bir konunun tüm yönlerini görebilecek; tuzaklara düşme olasılığı azalacaktır. Kendisini başarıya götürecek doğrultuyu büyük bir doğrulukla (isabetle) belirleyebilecektir.
Bu sorgulamayı da, küçük yaştan başlayarak, düşe-kalka, çarpa-yıkıla öğrenecektir. Toplum, dayanışmacı işlevini burada göstererek, bireyin daha az zedelenerek bu işi öğrenmesine yardımcı olabilir. Burada görev, ana-babadan öğretmenine, okul örgütlenmesinden işyeri örgütlenmesine, arkadaşlık ilişkilerinden kitle iletişim araçlarına kadar uzanmaktadır.
5. Birey, yaşamın her alanında kendi farklılığını ortaya koymalı, bu farklılığa saygı gösterilmesini beklemeli ve kendi payına düşen ilgi ve karşılığı görebilmelidir. Bunu istemeli ve elde etmek için de uğraş vermelidir. Bu uzun soluklu uğraş için, hem kendisini sürekli olarak eğitmeli ve hem de toplum tarafından sürekli olarak uyarılmalıdır. Onun için “Bireyin Denetleme Eğitimi” programı, tüm bir yaşama yayılmıştır (Beşikten Mezara).
6. Her bireyin nitelikli ve üretken bir emek ögesine dönüştürmek çok önemlidir. Bu bir yönüyle onun ufkunu genişletirken, bir yönüyle de onun ekonomik güvencesini ve üretkenliğini arttırır. “İşleyen demir ışıldar” atasözünde olduğu gibi, yeni yeni bilgi-deneyimler elde etmesini, kendisini tanımasını-özgüvenini kazanmasını sağlar. Böylesi bireylerin, yaşamlarının tüm kesitlerini denetim altına alma çabaları, onların kişilik yapılarının da bir parçası haline dönüşür. Artık “denetlemek” ve “sorgulamak”, “yanlışa karşı susmamak” onun kendine saygısının bir gereği haline gelmiştir.
7. Her birey, yaşamı boyunca haksızlıklarla, adaletsizliklerle tanışır. Buna ne tepki gösterdiği, nasıl gösterdiği çok önemlidir. İşte bu noktada, aynı haksızlığa tepki duyanların güçlerini birleştirmesi ve etkili bir biçimde göstermesi gündeme gelmektedir. Bu noktada, ya bu bireylerin içinde yer aldıkları toplum örgütleri bu uğraşı benimseyecek ya da bu örgütler aşılacaktır (yeni bir toplum örgütlenmesi ortaya çıkacaktır).
Bireyin düşünü ve ülküsünü gerçekleştirmek üzere hareketlenmesi ve dayanaklar araması, bugün toplum örgütlerine egemen olan, “üretimden uzak, daha çok eleştiren ve uygulamayı başkalarından bekleyen” yaklaşımları da kıracaktır.
Her toplum örgütü, üretken ve eylemli üyelerden oluşan, onların çabalarını birleştiren ve farklı çabaların frekans ayarını yapan bir “düzenleyici” (koordinatör) konumunu almalıdır.
Bunun da bireylere çocuk yaştan başlayarak, örneklerinin gösterilmesi gerekir.
8. Üretken ve eylemli bireylerden oluşan toplum örgütlerinin, delegelerin, vekillerin vb seçilmeleri-indirilmeleri de farklı kurallara göre oluşur. Devingenlik kendi özelliğini, bu kurallara da yansıtır. İşte katılım, söz ve karar sahibi olmak, o zaman gerçekleşir. Yoksa katıl demekle olmaz.
Bireysel denetimin çocuk yaştan başlayarak geliştirilmesi çok önemlidir.
“Bireyin Denetleme Eğitimi” her şeyden önce, düşüncelerini açıkça söylemesi ve sorularını rahatlıkla sormasına dayanır. Bunun için aile içi demokrasinin sağlanmış olması zorunludur. Çocukların erken yaşta kreş, anaokulu deneyimini edinmesi ile ailenin üstündeki bu önemli yük, profesyonel kadrolara aktarılabilir. Çocuğun oyunla geliştirilmesi, çeşitli “kol” çalışmalarıyla kendisini-yetilerini tanımaya çalışması önemlidir. Fişek Enstitüsü’nün yakından ilgilendiği ve izlediği “Çocuk Sesi ve Genç Sesler” (“Children Voice and Young Voices”) Kampanyası bu anlamda çok önemlidir. Çocuk tepkisinin örgütlenmesi ve yaşıtlarıyla dayanışmasını geliştirilmesi de önemlidir.
Çocukların yetilerinin ortaya konulması, onun yönlendirilmesi, yaşam boyu başarıyı yakalayabilmesinin de önkoşuludur. Okul yaşamında, çeşitli kollarda görev alması ve üretkenliğini buralarda göstermesi, bir anlamda demokrasi deneyimi olarak da değerlendirilebilir.
Sürekli örgütlü (kol) yapılar içerisinde yeralan çocuk —- genç —- yetişkin yaşamını bu ortam olmaksızın sürdüremeyecektir. İşini, zorlukları, başarıları paylaşarak yürüyecektir. Gelişmenin anahtarı budur.
Bu modele ulaşabilmek için, ivedilikle, giderek büyüyen ölçeklerde olsa, “bireysel denetim uğraşları”nın, toplum örgütlerince özendirilmesi ve güçlendirilmesini bekliyoruz.