Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 5 Yıl : Kasım Aralık 1992
Bir sağlık hizmetinin başarısının en önemli göstergesi, toplumda, o alanda herhangi bir sorun görülmemesi ve yakınmaya yol açmamasıdır. Çıkabilecek tek tük sorunların da “hızla” ve “kişiye doyurucu hizmet sunularak” karşılanacağı konusunda güven vermesidir.
Bu ölçütü kullandığımızda SSK’nın sağlık hizmetlerine toplumca “GEÇMEZ” notu verildiği bir gerçektir. Bakmakla yükümlü olduğu kişilerle birlikte toplumun yarısını kavrayan, ülke ilaç tüketiminin üçte birini emen bu kuruluştan beklenen bu değildir.
Bu neden böyledir?
Bir kez, saptanması gereken nokta, sorunun bugünkü hükümetle birlikte başlamadığıdır. Ama yıllardır SSK’ya egemen olan politika bugün de sürdürülmeye çalışılmaktadır.
SSK’ya toplum gözünde olumsuz bir görünüm kazandıran bu yanlış politikanın kökeninde, “tazmin edici- tamir edici yaklaşım” yer almaktadır. Yani insanlara, “önce hastalan ya da kazaya uğra; sonra bana gel. Tedavi etmeye çalışayım ve kaybın kaç paraysa ödeyeyim” diyen bir yaklaşım. XIX.Yüzyılın sonunda,sosyal hareketliliğin önüne geçmek isteyen, Prusyalı Bismarck da, aynı şeyi söylüyordu. Aradan 110 yıl geçtikten sonra, üstelik insana saygıyı temel alan dev adımların atıldığı bir dünyada, bu ne çağdışı bir yaklaşımdır.
SSK, çağdaş yaşam trenini iki kez kaçırmıştır. Bunlardan birincisi, 1950 yılında, ikincisi de 1964 yılında gerçekleşmiştir.
1950 yılında toplumdaki ve dünyadaki demokratik dalga, yanlış bir değerlendirme ve hedef saptırma ile bir grubun “kurtarılması ” için kullanılmıştır. İşçi-memur ayırımının sürdüğü, “herkese sağlık” hizmeti verecek bir atılıma gereksinme duyulduğu bir dönemde, yalnızca kol emekçileri için “Hastalık Sigortası Yasası” çıkarılmıştır. İşçilerin bireysel kurtuluşları hedeflenmiş ve buna özendirilmişlerdir. Böylece hem iş kazalarıyla meslek hastalıklarına yönelik işlevler zedelenmiş, hem meslek hastalıkları hastaneleri kapanmış; hem de toplumun tümüne yönelik atılım ertelenmiştir. Baştan beri işçi sendikalarının SSK modelini savunmalarının ve Sağlık Bakanlığı’nın çalışmaları ile ilgilenmemelerinin altında bu özendirilme yatmaktadır. Bu kaçan bir trendir.
1960 ihtilalinin getirdiği sosyal adaletçi yaklaşım içerisinde, sağlık hizmetleri herkesi kavrayacak bir çerçeve içinde değerlendirilmiş ve “devrim” sayılabilecek atılımlar yapılmıştır. 224 sayılı yasayla sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi, en küçük yerleşim birimleri de içinde olmak üzere, tüm yurt köşesine, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin bütünleştirildiği bir modeli ulaştırmıştır.
Bu yasa, sağlık hizmeti veren kurumların bütünleştirilmesini, tek elde yönetilmesini zorunlu kıldığı halde, SSK’ya ve işçi çevrelerine egemen olan görüş ısrarla bu oluşuma ayak diremiştir. Nitekim, 1964 yılında, tüm sigorta kollarının birleştirilerek tek bir yasa çatısı altında toplanmasına olanak veren 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu çıkarılmıştır.
Bu Kanun’un çıkarılması sırasında, Bakanlıklardan görüş alınırken, bir madde eklenmesi söz konusu olmuştur. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın, “Sosyal Sigortalar Kurumu’nmun koruyucu sağlık hizmetleri de verebileceği”ni belirten bir madde konulması istemi, SSK yetkililerince büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. Bu, sağlıkta sosyalleştirmenin mimarlarının SSK Yasası’na da çağdaş hekimlik anlayışının gereklerini monte etme çabasıdır.
Bu hüküm, ancak, anılan kararnameyi Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın imzalamayacağı tehdidi altında, “kerhen” benimsenmiş ve SSK madde 124’te formüle edilmiştir. Ama bir-iki küçük istisna dışında bugüne değin uygulatılmamıştır. Böylece SSK, kendisini de, sigortalısını da savunmaktan vazgeçmiştir. SSK uygulamasında çağdaş hekimlik yaklaşımının gereği olan tümelci (koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerini birlikte ve dengeli biçimde kavrayan) bir yaklaşım yerine, “tazmin edici ve tamir edici” yaklaşım sürmüştür.
Kaçan ikinci tren budur.
Bunların yanı sıra, SSK’nın öz savunma mekanizmaları olarak adlandırabileceğimiz (madde 15,26,41,74-75,130 ile getirilen) olanakların yıllar içerisinde ya hiç kullanılmamış olduğunu, ya da tek tük kullanılmış olmasını da, bugün içinde bulunduğu çıkmazın önemli nedenlerinden biri olarak not etmek gereklidir.
Ancak bu çıkmaz, bazı yöneticilerin beceriksizliklerinin çok ötesinde, temel seçimdeki hatadan kaynaklanmıştır. Sigortacılık yaklaşımı ile soruna çözüm aranmıştır. Aynı yanlış bu kez, Sağlık Bakanlığı’nca sahneye konulmuya çalışılmaktadır. “Serbest piyasa” ekonomisinin bir uzantısı olarak düşünülen Genel Sağlık Sigortası (GSS) ve aile hekimliği modeli ile, bu yaklaşım tüm yurttaşlara genellenmek istenmektedir. SSK deneyimi ortadayken, bu formülde direnilmesi bize olayın tamamen ideolojik bir boyutta ele alındığını düşündürmektedir.
Bu ideolojik saldırıya hedef olan sistem ise, 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası’nın getirdiği sistemdir. Bu sisteme baktığımızda, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinin, ekip hizmeti, mülti-disipliner yaklaşım, politikalar mozayiği, toplum kalkınması, toplum katılımı, koruyucu ve tedavi edici yaklaşımı birarada ele alan tümelci yaklaşım, basamaklı sevk zinciri, hizmetin tek elde toplanması, sağlığın insan hakkı oluşu vb. güncel kavramları kullandığını görürüz.
Bu ideolojik saldırının yıkmak istediği, sosyal devlet anlayışıdır. Gerçekten de 1961 Anayasası ile aynı yıl kabul edilen ve aynı yaklaşımı paylaşan Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Yasa, bu belgeyle hemen hemen aynı yazgıyı paylaşmıştır. Durmadan kıyısından köşesinden doğranarak kuşa çevrilmiş; bir çok maddesi görmezden gelinerek uygulanmamıştır. Ama demokrasinin rafa kaldırıldığı askeri rejim dönemlerinde bile bu yasayı yürürlükten kaldırma cesaretini bulan hükümet çıkmamıştır.
Üçüncü tren 1992 yılında peronda beklemektedir.
Bugünkü hükümetin önünde iki seçenek vardır. Çağ-dışını ya da çağdaşı seçmek. Çağ-dışını seçerse ki, sayın Yıldırım Aktuna’nın hazırlığı budur. SSK’da yaşanan olumsuz deneyim, GSS adıyla ve onu da içinde eriterek, ülke genelinde uygulamaya konulacaktır. Tren yine kaçırılacaktır.
Çağdaşı seçerse, başta SSK’nın sağlık hizmetleri olmak üzere, tüm sağlık birimleri, sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri ile bütünleştirilecektir. 224 sayılı yasanın öngördüğü örgütlenme, tasarı aşamasındaki hayile ve katılımcı özellikleri geliştirilkmiş, parasal kaynakları güvence altına alınmış ve “ö”erk” “ir nitelik kazandırılmış olarak yeniden yapılandırılacaktır.
Bize de “Geç oldu ama iyi oldu” demek düşecektir.
Bunu diyebilmek için, hep birlikte, sağlıkçısı, emekçisi, emeklisi, gerişimcisi, hastası ve sağlamıyla, çağdaş yaşamı benimseyen, insana saygı duyan tüm kişi ve kurumların, bu yönde baskı grubu oluşturmaları gerekmektedir.