2003 Uluslararası Tatlı Su Yılı: Sürdürülebilirlik mi, Kalkınma mı?

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 68    Yıl : Mayıs Haziran 2003

Geçtiğimiz günlerde, Irak-Amerika-Ortadoğu üçgenindeki tartışmalar ve savaş kaygılarıyla dünya çalkalanırken, Irak özelinden dünya geneline bakmamızı gerektiren başka bir tartışma daha gündeme gelmişti. Hatırlarsanız, Birleşmiş Milletler aynı günlerde Kuzey Irak’taki su sorununa yönelik dünyayı uyarmış ve bölge halkının temel su gereksinimini karşılayabilmek için birçok su tankerini bölgeye göndermişti. Savaşın başlatıldığı 20 Mart 2003 tarihinden iki gün sonra ise yine çok önemli bir gün daha yaşandı dünya üzerinde: 22 Mart Dünya Su Günü1. Gündem sadece Irak değildi elbet; ama başka bir savaştı tartışma konusu olan: Ekolojik denge ile insanoğlu arasındaki savaş. Bu güne özel olarak, 16-23 Mart tarihleri arasında Japonya-Kyoto’da 3. Dünya Su Forumu yapıldı; ve 23 BM ortağının katıldığı bu toplantıda, Dünya Su Değerlendirme Programı’nın (World Water Assessment Programmee – WWAP)2 ilk baskısını yayınladı.

Sağlık İşkolu ve Çalışanları

Sağlık işkolunu tanımlayabilmek için 3 önemli ögeye eğilmek gerekmektedir. Bunlardan bir sağlık tanımı, diğeri uygulanan sağlık sistemi ile sağlık çalışanlarının kimler olduğudur.

Dünya Sağlık Örgütü Anayasasının Giriş Bölümü ile Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Yasanın 2.maddesinde “sağlık … bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik hali” olarak kapsamlı bir biçimde tanımlanmaktadır. İnsanı sosyal çevresi içinde ele alan bir sağlık anlayışı, hizmeti de hastanelerin duvarlarının ötesine toplumun içerisine götürür. Toplum hekimliği yaklaşımı, kişiye yönelik hizmetlerle ile toplum yönelik olanları; koruyucu hizmetler ile tedavi-rehabilite edici olanları birarada kavrar. Bütün bunlar, geniş bir ekiple ve semtlere sokaklara kadar uzanan bir hizmet profilini ortaya koyar.

SOSYAL HEKİMLİK POLİTİKALARI İÇİNDE DOĞUM HEKİMLİĞİ VE ETİĞİN YERİ

“Doğum Hekimliği ve Etik” kitabı içinde, (Ed.:Sinan Beksaç)  Maternal Fetal Tıp Derneği Yayını, 2005, Ankara

ÖN SUNU

Hekimliğe insan yönünü veren, bireyi bağımsız bir kişilik olarak ama sosyal çevresi içerisinde bir varlık olarak görmesidir. Onun içindir ki, hizmet sunumunda, bireyler arasında “dil, din, soy, cinsiyet, siyasal düşünce, gelir, coğrafi ve sosyal konum vb farklar” konulmaması koşulu getirilmiştir.

Hekimin birey ile karşı karşıya gelmesi, hekimliğin de insana bireysel düzeyde yaklaşmasını gerektirmez. Onun için, “doğum hekimi” ile “doğum hekimliği”ni, “hasta” ile “sosyal sağlık”ı birbirinden ayırmak gerekir.

SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na Devri : Ver – Kurtul

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 77    Yıl : Kasım – Aralık 2004

Değerbilirlik

Sosyal sigortalar karagün dostudur. Zor zamanlarında, devletin, sorunlarını çözmesinde yardımcı olmuştur.

Yıl 1936. Devlet, padişahın borçlarını ödemekten; büyük fabrikalar kurmaktan; yabancıların elindeki demiryollarını millileştirmekten; sıtma,verem, trahom, frengi gibi salgın hastalıklarla ülkenin en uzak köyünde savaşmaktan ve ezilen+savaşlar yorgunu bir ulusu ayağa kaldırmaktan parasal olanakları yok gibi. Sivil toplumun gücünü kullanmayı deniyor. 3008 sayılı İş Yasası’nda, yurttaşının sosyal güvenliğini sağlamak için, çalışan ve çalıştıranların katılımı ile bir kurum oluşturmayı çare olarak görüyor.

SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME ile DEVLETLEŞTİRME BİRBİRİNE Mİ KATILDI ?
(SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na Devri)

Özellikle 1970’ten sonra sağlık alanında bir çok sözcük uçuşmaya başladı. Anımsamaya çalışıyorum:

    Sosyalizasyonun yerine genel sağlık sigortası
    Sağlık ocaklarının yerine aile hekimliği klinikleri
    Toplum hekimliğinin yerine halk sağlığı
    Nüfus planlamasının yerine aile planlaması

YAPIYA KARŞI HİÇ KİMSE DAVA AÇAMAZ

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 76  Yıl : 2004

Dr.Muhsin Yiğiter ve Yargıç Burhan Cahit Kadılar anısına.

1952 yılında imzalanan, Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Hakkında 102 Sayılı ILO Sözleşmesi, çıkış tarihinden 20 yıl sonra 10.08.1971 tarihinde ülkemiz tarafından onaylanmıştır.

Sözleşmeyle, ulusal yasal düzenlemeler arasındaki uyum, kısmen 1960’lı yıllarda gerçekleştirilmiştir.

Bu süreçte işçi-memur ayrımının neden olduğu bir dizi ayrımcılık yaratan sorun ortaya çıkmıştır.

İşçi statüsünde çalışanlar için 506 sayılı yasayla “sosyal güvenlik” hakkını oluşturan önemli sigorta kolları hüküm altına alınmıştır.

Memur statüsünde çalışanlar için, T.C.Emekli Sandığı yeniden yapılandırılmak yerine, sosyal güvenlik hakkını oluşturan önemli sigorta kollarından bir bölümü, çalıştıkları kurumlarca karşılanan sosyal yardım kollarına ve nakdi tazminata dönüştürülmüştür.

ÇOCUK İSTİHDAMI ÜSTÜNE BİR DENEME

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı :   53  Yıl : Kasım aralık 2000

Bu yaz medyanın ilgisini çeken konulardan biri de çocuk istihdamının bir boyutu olan “sokakta çalışan çocuklar” oldu. Konu medyanın gündeminde değişik içerikte yer aldı. Ancak çalışan çocuklar konusundaki veriler çok farklı. “Radikal” gazetesinde Ayşegül Dikenli ülkemizde 6-14 yaşları arasındaki yaklaşıka 12 milyona ulaşan çocukların % 32,4’ünün (3,9 milyon) “sokak”ta veya herhangi bir işyerinde çalıştığını belirtti. Öte yandan Devlet İstatistik Enstitüsü’nün hazırladığı “1999 Çocuk İşgücü Anketi”ne göre 6-17 yaş grubunda bulunan 16,1 milyon çocuğun yüzde 10,2’sinin (1,7 milyon) herhangi bir ekonomik uğraşı içinde olduğu belirtiliyor. İki kaynak arasındaki fark kabaca üç milyonu aşıyor. Rakamlar ne denli farklı olursa olsun, ülkemizde yaygın bir çocuk istihdamının olduğu açık.

ADOLESANLARIN (ERGENLERİN) CİNSELLİK VE ÜREME SAĞLIĞINDA DANIŞMANLIK EĞİTİMİ

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 64    Yıl : Eylul Ekim 2002

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 1970’li yıllardan bu yana, çalışmalarında, adolesanların sağlığı, özellikle yeniden üreme sağlığına, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun da desteği ile büyük bir yer vermektedir. 1990-1999 yılları arasında Adolesan Sağlık Programı çerçevesinde, adolesanların sağlık ve gelişiminin tüm boyutlarını kapsayacak şekilde geniş bir uygulama alanı geliştirmiştir. Bu yapı içerisinde, hükümetler, gençlere yönelik hizmet götüren hükümet dışı kuruluşlar ile birlikte çeşitli faaliyetler yürütülmektedir. Yaşam süreci içinde, öncelikli bir dönem olan adolesan döneme artan bu ilgi çeşitli etmenlerden kaynaklanmaktadır. Dünya nüfusunun %50’sinden fazlası 25 yaşın altındaki insanlardan oluşması ve gelişmekte olan ülkelerde bu oranın %80’ne ulaşması, bu ilginin temel nedenidir. Halk sağlığı çalışmalarında, bağışıklama, temiz su ve sanitasyon alanındaki gelişmeler, ilginin pasif olarak enfeksiyonlarla savaşmanın ötesinde, davranışlardan kaynaklı sağlık sorunlarına çevrilmesine olanak sağlamaktadır. Günümüzde, sağlıklı bir yaşam için, sağlıklı davranış kalıplarının önemi artan bir kabul görmektedir. Bu davranış kalıplarının kökeni ise çocukluk ve adolesan döneme dayanmaktadır.

Dünya Sağlık Durumu

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı :   76  Yıl : Eylul Ekim 2004

Günümüzde yaşadığımız toplumda dahil olmak üzere, tüm dünya, sosyal sağlık göstergelerinin olumsuzlaşması açısından göreli olarak az ye da çok küresel bir sorun yaşıyor. Artan işsizlik, gelir dağılımı adaletinin hızla bozulması, savaşlar, kazalar, açlık, göç ve beraberinde gelen sorunlar … Bu listeyi ne yazık ki daha da uzatmak olanaklı. Ancak çok uzaklara gitmeden, her gün sokaklarda gördüğümüz yüzü gülmeyen insan manzaraları bu gerçekliği apaçık ortaya koyuyor. Günümüz dünyasının sağlık sorunlarına farklı bir yaklaşım ile bakan Navarro da, yukarıda sıraladığımız gerçekliğin nedenlerine ve bunun çözüm yollarına yine farklı bir bakış açısıyla ışık tutuyor.

GÖÇMEN GRUPLARIN SOSYAL HAKLARI

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı :   89  Yıl : Kasım Aralık 2006

Yaşadığımız dünya, 1990’lı yılların başından bu yana artan oranda göç dalgalarına tanık olmakta. Bu dalgalar içinde çok farklı göçmen grupları bulunmakla birlikte, insanların doğdukları ülkeleri terk ederek, bir başka yerde yaşamak istemelerinin ortak nedeni, küreselleşmenin beraberinde getirdiği, ekonomik, sosyal ve siyasi dengesizlikler sonucu yaşam kalitesinin hızlı bir biçimde aşınmasıdır. Yaşam kalitesinin hızlı bir biçimde aşınmasını sağlayan temel araç ise, sosyal devlet temelinde yükselen sosyal hakların eritilme sürecidir. Tüm bu yapı içinde, görece daha iyi yaşam standartlarına sahip olunduğu düşünülen gelişmiş ülkelere gitmek isteği artmakta, ancak çoğu zaman gidilen ülkelerde umulan bulunamamaktadır. Bu sonucun ortaya çıkmasında, tıpkı göç dalgalarının artmasında olduğu gibi, göç alıcısı gelişmiş ülkelerin sosyal devlet sistemlerinde, genelde göçmenlerin aleyhine işleyen yeniden yapılanmalar ve göç politikalarında farklı göçmen gruplarına farklılaştırılmış haklar sağlayan tabakalı yapı bulunmaktadır.

SOSYAL İÇERME BELGESİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Dr. Seyhan Erdoğdu, Dr. Şenay Gökbayrak

Türkiye, Avrupa Birliği’ne adaylık sürecindeki yükümlülüklerinden biri olan sosyal dışlanma ile mücadelede üye ülkeler ve aday ülkelerin ulusal eylem programı olarak kabul edilen belgeyi kısa adıyla JIM (Joint Inclusion Memorandum) hazırlama çalışmalarına 3 Aralık 2004 tarihinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığının koordinatörlüğünde başlatmıştır. İlgili kamu kurumları, sosyal taraflar, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerden oluşan geniş katılımlı toplantıların sonucunda, ilgili daire 26 Eylül 2006 ‘da taraflarca değerlendirilmek üzere belgeyi tartışmaya açmıştır. Bu yazı söz konusu belgenin, Avrupa Komisyonu tarafından incelenen metninin genel bir değerlendirmesini oluşturmaktadır.

VAROŞLARDA YAŞAM VE KADINLAR

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 65    Yıl : Kasım Aralık 2002

Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren başlayan köyden kente göç olgusu, kentlerde yeterli konut ve istihdam olanaklarının olmaması sonucu, kente yeni gelenlerin kendilerine yaşam alanı olarak kentin tercih edilmeyen nehir yatağı, dağ yamacı gibi alt-yapısı bulunmayan dezavantajlı bölgeleri seçmelerine neden olmuş, böylelikle varoş olgusu ortaya çıkmıştır. Yaşanan ekonomik ve toplumsal sorunlar, bu alanlardaki yoksulluk ve yoksunluğu daha da artırmakta, bu olguların beraberinde getirdiği risklerden ise toplumsal cinsiyet rolleri göz önüne alındığında kadınlar daha fazla etkilenmektedirler. Dolayısıyla varoşlara ilişkin bir risk değerlendirmesi yaptığımızda kadınlar ve çocuklar öncelikli gruplar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Artan yoksulluk bir yandan kadınlar için mevcut risklerin etkisini daha da artırırken, diğer yandan çeşitli yeni riskleri de beraberinde getirmektedir. Yoksullukla beraber gelen en önemli sorun, beslenme, altyapı yetersizlikleri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sağlık sorunlarıdır. Türkiye’de yoksulluğun görünümlerini ortaya koyan çalışmalar, bu acı gerçeği büyük bir açıklıkla göz önüne sermektedir1. Bu beraberinde, hane içinde kadına biçilen temel rol olan ev işleri ve çocuk bakımının da zorlaşmasını getirmekte ve böylece kadınlar üzerindeki fizyolojik ve psikolojik yükler ve dolayısıyla riskler artmaktadır.

SOSYAL DEVLETİN GELİŞİMİ ÜZERİNE GÜNCEL TARTIŞMALAR :
ELE VERİR TALKINI, KENDİ YUTAR SALKIMI

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 59    Yıl : kasım aralık 2001

Günümüzde kamu sektörünün bu bağlamda da sosyal refah devletinin boyutlarına ve bu boyutları belirleyen ve/veya etkileyen unsurlara ilişkin literatürde oldukça geniş tartışmalar bulunmaktadır. Bu tartışmaların en yankı uyandıran boyutu, uluslararası ekonomik politikadan kaynak bulmakta ve ulusal ekonomilerin bütünleşmesi yönünde hızla gelişen sürecin, sosyal devlet mantığı çerçevesinde uygulanan politikaların azaltılması, kamu sektörünün çapının daraltılması ve kamu sektörü gelişiminin önüne kaçınılmaz bir set konulması yönünde etkilerinin olduğu belirtilmektedir. Bu görüşlerin buluştuğu ortak nokta ise, kitlesel olarak artan sermaye ve ticaret akımlarının ülkeler üzerinde Keynesyen iktisadın geleneksel talep yanlı politikalarını sürdürme yönünde sınırlamalar getirdiği, dış piyasalarda rekabet şansını yakalamak için hükümetler üzerinde vergi oranlarını ve kamu harcamalarını azaltma (race to bottom-dibe doğru yarış) yönünde baskıda bulunduğudur.

AİLE : KURUMDAN EŞLER ARASI AYRILIĞA

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 59    Yıl : kasım aralık 2001

Başlığı Burgess’in batı toplumunda klasikleşen yapıtı “Aile : Kurumdan Eşler Arası Arkadaşlığa” adlı yapıtından ödünç aldım. Batı toplumlarında (özellikle ABD’de) işbölümünün son derece farklılaşması, bir dizi kurum ve örgütün ailenin görevlerini üstlenmesi sonucu aile, toplumsal bir kurum olmaktan uzaklaşmakta. Toplumbilimciler aileyi farklı boyutlarda incelemekte. Sözgelimi, toplumsal değişim sürecinde, aile yapısı, üreme, çocukların sosyalleştirilmesi gibi konularda görülen değişiklikler üzerinde ciddi çalışmalar yapılıyor. Ülkemiz açısından dikkatimizi çeken konu ise, toplumda parçalanmış oile oranının artması, bu aile tipindeki doğurganlık davranışları ve çocuğa verilen değerdir.

Konu ile ilgili yapacağım ilk saptama şu : Parçalanmış ailenin konumu tüm ülkelerde hatta ülke içinde bile benzer değil. Sözgelimi gelişmiş ülkelerin doğurganlık davranışında “baba kimliği” belirsiz doğumlar nerede ise ilk sıraya yerleşti. Ne var ki bu toplumlarda kadının (annenin) geliri, konumu ve çocuğa verdiği değer, dtoğurduğu çocuğu topluma kazandırabilecek temel koşulları taşımakta. Ayrıca sosyal sistemin geliştirdiği kurum ve örgütler doğurgan kadına bu konuda farklı yardımlar sunmakta.

SOSYAL POLİTİKADA “AVRUPALI” BİR KAVRAM: SOSYAL DIŞLANMA

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 75    Yıl : Temmuz ağustos 2004

1980’li yıllardan itibaren dünyanın hemen her yerinde uygulanan yeni liberal politikalar giderek derinleşen bir sosyal krize yol açtı. Tüm dünyada işsizliğin artışı ve uzun süreli hale gelişi ile birlikte sosyal korumanın azaltılması, yoksulluğun artışına ve bu sürece paralel olarak da geniş toplum kesimlerinin “sosyal dışlanma” denilen bir olgu ile karşılaşmalarına neden oldu.

Uzun süreli işsizliğin ve esnek istihdam biçimlerinin yaygınlaşması, sosyal korumanın ve sosyal hizmetlerin daraltılması ve azaltılması, mutlak ve göreli anlamda yoksulluğun artması ve demokratik katılımın zayıflaması ile bağlantılı çok yönlü dinamik bir süreç olarak beliren sosyal dışlanma, küresel bir olgu olmakla birlikte, sosyal politika alanına “Avrupalı” bir kavram olarak girdi.

Türk Dış Göçünün Değişen Yapısı

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 73    Yıl : Mart Nisan 2004

Nüfus geçiş kuramına göre gelişmişülkeler yüksek doğum ve ölüm hızlarının gemen olduğu uzun bir dönemi yaşadı. Sanayileşme ile birlikte önce ölümler daha sonra ise doğumlar azaldı. Günümüzde gelişmiş ülkeler düşük düzeyde düğum ve ölüm hızlarının gerçekleştiği, sıfıra yakın bir nüfus artışının görüldüğü süreci yaşamakta. Kabaca nüfussal dönüşüm olarak adlandırılan bu süreçte ülkeler hızlı nüfus artışını dış göç ile dengelemeye çalıştı. Sözgelimi Avrupa’dan 1800-1900 yılları arasında değişik ülkelere göçler oldu.

Türkiye nüfussal dönüşümü yapmaya başladığı 1960’lı yıllardan günümüze kadar dış ülkelere göç vermekte. Ülkemizin verdiği dış göçün kısa analizini bu deneme kapsamında yapacağım.

DOĞURGANLIKTAKİ DEĞİŞME

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 45    Yıl : Temmuz Ağustos 1999

Ülkemizde orta dönemde TDH’nda (toplam doğurganlık hızı) görülen düşmeden ötürü, son beş yıl içinde, iyimser görüş taraftarları artmaya başladı. Konu ilk olarak, ülkemiz nüfusbilimine önemli katkıları olan F.C.Shorter tarafından tartışmaya açıldı. Doğurganlıktaki düşmenin etkilerini, Shorter kabaca şöyle özetliyor. Türkiye’de son yıllarda üretici-bağımlı nüfus oranları düşmüş, anne-babanın çocuklarına yatırım gücü artmıştır. Öte yandan 1980-90’lı yıllarda işgücünün ulaştığı yüksek hız, üretim artışlarına neden olmuştur. Shorter, son olarak iktisatçı Dowrick’ten bir alıntı yaparak, ülkemizin bu dönemdeki ekonomik büyümesini “emek yoluyla, geçici ama önemli bir itici güç oluşturan, azalan doğum hızlarına” bağlamaktadır.

Dayanağı aynı olan iyimser görüşü C.Behar, arkadaşları ile birlikte TÜSİAD için yaptıkları “Türkiye’nin Fırsat Penceresi” adlı çalışmada sergiledi. Behar, 1993’te 2,7 olan TDH’nın bugün 2,5’in altına indiğini, 2005-2010 yılları arasında da 2 çocuk düzeyine ineceğini varsaymakta. Buradan hareketle, Behar, Türkiye’de hızlı nüfus artışı döneminin geride kaldığını, yıllık nüfus artışının gelecekte de azalacağını savunmakta. Böylesi bir durumu Behar, Barlow’un “olanak penceresi” kavramı ile açıklamakta. Bunun tıpkı Tayvan, Güney Kore ya da Singapur’da olduğu gibi ekonomide daha yüksek bir büyüme hızına ulaşmak için fırsat olabileceğini düşünmekte.

ULUSLARARASI GÖÇLER ve KADIN EMEĞİ

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı :  86   Yıl : Mayıs Haziran 2006

Giriş:

Günümüzde, küreselleşmenin en belirgin özelliklerinden biri, insanların, bölgeler, ülkeler ve kıtalar arasındaki hareketliliğinin artmasıdır. Sermaye, mal ve hizmetlerin hareketliliğinin yanında, daha sıkı düzenleme alanı bulduğu için sermaye, mal ve hizmet hareketliliği kadar olmasa da, işgücünün de kısa ve uzun dönem hareketleri de artmış bulunmaktadır. İnsanlar, tarih boyunca, en genel anlamda, daha iyi yaşam standartları yakalamak amacıyla, bir yerden diğer bir yere göç etmişlerdir. Küreselleşmenin yarattığı ortam içinde, günümüzdeki göç hareketlerinin en önemli özelliklerinden biri, göçün, bireysel tercihler sonucu ortaya çıkmaktan çok, adeta bir zorunluluk olarak ortaya çıkmakta olmasıdır. Bu anlamda, göç akımları her geçen gün artmakta, göç sonucu ortaya çıkan bazı olumsuz etkilerden ise, bir risk grubu olarak kadınlar öncelikli olarak etkilenmektedir. Bu çalışmada, küreselleşme ve uluslararası göç arasındaki bağlantılar incelendikten sonra, uluslararası göçmen grupları içersinde öncelikli paya sahip, nitelikli ve niteliksiz kadın göçmen grupları açısından, toplumsal cinsiyetçi işbölümü çerçevesinde, göçün etkileri ortaya konmaya çalışılacaktır.

KAVRAMSALLAŞTIRMA FURYASI

Değişen bir zaman diliminde yaşadığımız hep söylenegelir. Öyle ki, son yirmi yıldaki çok çeşitli gelişmeleri şöyle bir düşünecek olursak: Teknolojik gelişmeler, Sovyet Sistemi’nin çöküşü, neoliberal iktisat politikaları vs. Küreselleşme konusunda düşüneceğimiz “değişme” lerin hemen hepsi somut toplumsal ve siyasal mücadele konusudur, bu yüzden de kimileri bunun bir fırsat, kimileri de bir tehdit olduğunu anlatıp durur.

Sosyal bilimlerdeki akademik tartışmalarda, makalelerde, tezlerde, genelde, “küreselleşme süreci ile…” başlayan cümleler sıkça karşılaştığımız bir girizgah tarzıdır. Buradaki temel ve yaşamsal bakış açısı, incelenen konunun küreselleşme ile ilgili boyutunun atlanılmaması odaklıdır. Buna göre, “resim büyüktür”, bu büyük resmin içinde hangi konu ele alınırsa alınsın onun küreselleşme ile bağlantısı kurularak incelenmelidir.

YOKSUL KİMDİR, YOKSULLUK NASIL ÖLÇÜLÜR?

“insanlar ne başkalarını satın alacak kadar zengin, ne Kendilerini satacak kadar yoksul olmamalıdır. Servetler arasındaki büyük eşitsizlikler; Hazineleri, sahiplerinin ellerinden alarak değil; hazine kurmanın yollarını ortadan kaldırarak; Yoksulluğu yoksullar için bakımevleri kurarak değil yoksulluğu ortadan kaldırarak önlemek en temel yönetim sorunlarından biridir”
J. J. Rousseau

En zengin dönemini yaşadığı iddia edilen küresel dünyamızda, küreselleşmenin yarattığı gelir dağılımı dengesizlikleri ve uluslararası gelir uçurumları gibi zararlarının herkese mal edilerek toplumlarda yayılması ile birlikte, gerek ekonomik olarak gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerde kitleselleşmiştir. Yoksulluk çeşitli düzlemlerde ve farklı akademik disiplinler arasında büyük ilgi görmektedir. Yoksulluğun hem ekonomik olarak gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde – aynı derece olmasa da- görülmesi, sorunun aynı nedenlerden kaynaklandığını ve giderek yapısal bir olgu olarak süre gideceğini göstermektedir. Bu nedenlerin en başında, Keynes’in “… yaşamın amacı, en yüksek dalların ucundaki filizleri yemektir. Bunu başarmanın en muhtemel yolu ise uzun bacaklı zürafaların kısa bacaklıları açlığa mahkûm etmesine seyirci kalmaktır.”1 eleştirisinde de belirginleşen gerek bireyler gerekse ülkeler arasında görülen gelir dağılımı bozukluğu –gelir eşitsizliği – bulunmaktadır.