Her reform ya da yeniden yapılanma girişimi, geçmişin doğru ve cesur bir değerlendirmesi temelinde yükselmelidir. Eğer bu büyük bir titizlikle yapılmazsa, hem harcanan emekler boşa gider; hem de bir tren kaçırılmış olur.
Eğer bu reform bir sosyal güvenlik kurumunda yapılacaksa, ilk hedefin, sistemden yararlanan yurttaşların mutluluğu ve bu mutluluğun sürdürülmesi olarak seçilmesi gerekir. Bu hedefe ulaşmak için de, kurum gelir-gider dengesini düzeltilmesinin hedeflenmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Sosyal Güvenlik Kurumu’nu oluşturan üçü dev sistemciğin (SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur), gelir-gider dengesi hep sorunlu olmuştur. Gelirler, giderlerin hep altında seyretmiş; açıklar o kadar artmıştır ki; bu açıklara KARA DELİKLER denmeye başlanmıştır.
1971 yılında ZELENKA Raporu’ndan beri bu kara deliklerin temel kaynakları gösterilmektedir. Bunlar, Parlamento’nun yersiz müdahaleleri ve yönetimin yetersizliği olarak nitelenebilir. Sigortalıların suçlu olduğunu gösteren hiçbir yayın ve belge yoktur. Ama ne yazık ki, çuvaldızı kendine (ve Parlamentoya) batırmaya cesaret edemeyen yönetimler, başarısızlığın faturasını sigortalılardan çıkarmaya çalışmaktadırlar. Gerçekten de, yeni sosyal güvenlik yasası ile getirilen “sözde reformist” düzen, sigortalıların nimetlerini azaltmayı, külfetlerini arttırmayı hedeflemiştir. Şöyle ki :
-
İşçiler için prim ödeme gün sayısı 7000’den 7200’e yükseltildi.
-
Bu aydan başlayarak sigortalı olanlar 65 yaşında emekli olacaklar. Bu eskiden kadınlar için 58, erkekler için 60 idi. Ama bunun için 9000 işgünü çalışmaları gerek; bu eskiden 7000 işgünüydü.
-
18 yaşında çalışmaya başlayan ve kesintisiz 9000 işgünü çalışan bir sigortalı 43 yaşına gelecek. Ama emekli olmak için 22 yıl boşta beklemesi gerekecek; bu süre içinde sağlık primlerinin ödenmesi gerek. Ya kendisi cepten ödeyecek, ya da ödeyemeyeceğine devleti inandırarak, primini onun yatırmasını sağlayacak.
-
Aylık bağlamak oranı her 360 gün için, %2 olarak belirlenmiş. Böylece 25 yıl çalışanlar emekli aylığının %50’sini alabiliyorlar. Bu eskiden %65 idi.
-
Malulen emekli olacaklar ancak bir başkasının yardımına muhtaç iseler, eski yasadaki haklarını koruyabiliyorlar. Yoksa 1800 gün prim ödedikten sonra bir de 10 yıllık sigortalılık süresinin dolmasını beklemeleri gerekecek.
Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Ama çalışanların lehine maddeler bulmak hemen hemen olanaksız. Reçeteler hep yüzeysel ve geçici çözümleri içeriyor.
Bu yaklaşım yanlıştır. Çünkü, geçmişin doğru ve cesur bir değerlendirmesi yapılmadan yola çıkılmıştır. Böyle bir değerlendirmenin ilk ayağını emekliliğin fetişleştirilmesi, diğer ayağını da istatistikler oluşturmalıdır.
Emekliliğin fetişleştirilmesi :
Çalışmadan insanlar topluma olan borçlarını ödeyemezler; toplum da onların güvencesini sağlayamaz. Onun için sosyal güvenliği, bir nimet ve külfet dengesi olarak tanımlarız. Yani bir külfete gireceksin ki, bunun karşılığında o sistemin nimetlerinden yararlanasın.
Bir çok örnek bazılarının nimetlere kestirme yoldan ulaşmak istediğini ortaya koymaktadır. Hatırlanacağı gibi, yeni sosyal güvenlik yasası çıkmadan, küçük çocuklarını sigortalı yapmak için yarışa kalkanlar oldu. Halbuki Türkiye’de yasalara göre, 15 yaşından küçükler işçi olamaz; 12 yaşından küçükler hiçbir işte çalışamaz; 18 yaşından küçükler de yaşlılık sigortası kapsamına giremezler.
Buna karşın, belki de göstermelik olarak bir çok çocuk ya da yetişkin sigortalı oldu. 2008 Mart ayına göre, Nisan ayında ilk kez sigortalı olanların sayısı 330.000 daha fazla. Bunların 12.029’u 15 yaşından küçük; 89.859’u 15-17 yaşlar arasındaki çocuklar…
Bu Sosyal Güvenlik Kurumu’na karşı yapılan bir hile ve haksızlık. Kişiler kendi çıkarları için, Kurumu zarara sokuyorlar. Kurum’un uğradığı haksızlıklar bununla başlamıyor, bununla bitmiyor. Sigorta primlerini ödemeyenlere getirilen aflarla, Parlamento da, sosyal güvenlik kurumlarını zor durumda bırakıyor. Çoğu, kamu kurumlarının borçları. Bu borçların faizleri ya affediliyor; ya da düşürüldükten sonra taksite bağlanıyor. Böylece külfetlere düzenli katlananlarla, Kuruma borcunu zamanında ödemeyen onu zarara uğratanlar, aynı nimetlerden yararlanıyorlar.
Ayrıca, ülkemizde, sosyal sigortaların kurulduğu 1946 yılından beri, yapılan bir yanlış var. Sigorta primleri ödensin diye, hep “emeklilik” özendirilmiş. Yaşlılık sigortası 1950 yılında yürürlüğe girmiş, ilk emekli 1 Şubat 1959 yılında. Halk özensin diye, hep erken emeklilikler ve az çalışarak – çok aylık almak için yasalar çıkarılmış. Prim karşılığı toplanmadığı halde, sigortalılara sosyal yardım zammı verilmiş.
Bu hem Sosyal Güvenlik Kurumu’nu zora sokmuş; hem de toplumu çalışmadan soğutup, emekliliği iple çeker hale getirmiş. Bütün bunlar nimet-külfet dengesini yani kurumun gelir gider dengesini bozmuş.
Kurum’a yapılan haksızlıklar bununla da bitmiyor. Haftalardır gördüğümüz gibi kolayca önlenebilecek olan iş kazaları, trafik kazaları ve hastalıklar nedeniyle Sosyal Güvenlik Kurumu büyük kayıplara uğruyor.
-
Kaza ve hastalık istatistikleri :
İş kazaları kaçınılmaz değildir. 2006 yılında 79.027 iş kazası meydana gelmişse, şu bilinmelidir ki, hepsi, gerekli önlemler alınsaydı hiç olmayacaktı. Yine bu kazalarda sürekli sakat kalan 2.267 kişi ve ölen 1.601 kişi, eğer, uygun önlemler alınsaydı, bugün normal yaşamını ve çalışmasını sürdürüyor olacaktı.
İş istatistikçilerinin hesaplarına göre, eğer yasalara uyulsaydı, yani işyerlerinde gerekli önlemler alınsaydı, 2006 yılında, 30.908.304 işgününe eşdeğer bir kayıp meydana gelmeyecekti. Bu büyük kaybın manevi değerin hiçbir zaman hesaplayamayacağımız ve ödeyemeyeceğimizi belirtelim. Maddi değerlerle anlatmaya çalıştığımız zaman karşımıza şöyle saptamalar çıkmaktadır :
-
Bu kayıp, 108 .070 işçinin bir yıllık emeğine eşdeğerdir (1 yıl = 286 işgünü),
-
Bu kaybın, çalışanlar açısından tutarı 1.120.426.020 YTL’dir ( 1 aylık en az ücret (net) = 435 YTL),
-
Bu kaybın, devlet açısından tutarı, 522.865.476 YTL’dir (1 aylık en az ücretin brüt değeri ile net değeri arasındaki fark = 203 YTL ; eğitim, sağlık vb sosyal devlet harcamaları bunun üzerine eklenmelidir),
-
Ayrıca SSK’nın prim kaybı da bunun üzerine eklenmelidir.
İşverenin ise kaybı yoktur (!) *. Çünkü çalışanın sağlık ve işgöremezlik giderleri ile bakmakla yükümlü olduklarına yapılacak ödemeler Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yapılmaktadır. Yapılan araştırmalar, işverenlerin iş sağlığı güvenliği önlemlerini almak konusunda istekli oluşlarını, sigorta tarafından karşılanan ve karşılanmayan kayıplar arasındaki farkın belirlediğini göstermektedir. Sigortanın karşıladığı kayıplar büyüdükçe, işverenlerin iş sağlığı güvenliği önlemlerini alma isteklilikleri azalmaktadır.
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, yalnızca iş kazaları dolayısıyla bir yıllık ödemelerinin 2 katrilyon YTL’ye yaklaştığını, gerek sürekli işgöremez olanlara, gerekse de ölenlerin bakmakla yükümlü olduklarına ödemelerinin yıllarca süreceği düşünülürse, KARA DELİKLERİ bunların oluşturduğu kolayca anlaşılır. Eğer kayıtdışı çalışma önlenebilmiş olsaydı; kara delikler de en az iki katına çıkacaktı. Yine kara delikleri büyüten nedenler arasında, işyerinde gerçekleşmeyen kaza-hastalıkların önlenebilir bölümünü de saymalıyız. Trafik kazalarının önemli bölümünün kurallara uymama sonucu meydana geldiği, bu kez trafik istatistikleri ile gösterilmiştir. Başta bulaşıcı hastalıklar olmak üzere, tümden hastalıkların önlenmesi ya da erken tanı konulması yoluyla ilerlemesinin önlenmesi de olasıdır.
O zaman sosyal güvenlik yasası’nı yenileştirmek çabalarının özünde, kara deliklerin değil ideolojik amaçların yaptığı kolayca anlaşılır. Dünya Bankası ve küreselleşmenin merkez ülkelerince, TC hükumetine ısrarla ön koşul olarak getirilen sosyal güvenlik reformunun hedefi yanlıştır. Onlar, sosyal güvenlik sistemimizi, işbirliği halindeki yabancı ve yerli tekellerin daha çok gelir sağlayacağı bir modele dönüştürmeye çalışmaktadır. Hiçbir zaman amaçları, yurttaşlara daha güvenlikli bir dünya ve daha gönenç (refah) içerisinde bir yaşam değildir. Bunun da kanıtını yukarıdaki rakkamlar oluşturmaktadır.
Demek ki, sosyal güvenlik sistemimizdeki kara deliklerin kaynağında, önlenebileceği halde önlenmeyen kaza-hastalıklar ile topluma, birlikte güvence oluşturma bilinci verilmemiş yatmaktadır. Toplumun erken emeklilik özlemlerinin , akıl-dışı olduğunun topluma anlatılması için; onun çalışmaya zorla değil gönüllü gidişinin sağlanması için sosyal güvenlik kurumlarında hiçbir çaba görülmemektedir. İş kazalarının, trafik kazalarının, meslek hastalıklarının ve diğer önlenebilir hastalıkların önlenmesi için, toplu önlemlerin alınması için gösterilen çabalar çok yetersizdir.
Sosyal güvenlikte içtenlikle bir reform arayışı olsaydı; aynı yasanın içerisine, Dünya’da koruyucu hekimliğin öncülleri arasında yer alan 224 sayılı Sağlıkta Sosyalleştirme Yasası’nın felsefesine taban tabana zıt bir sistem monte edilmezdi.
Reform ileri doğru bir gelişmeyi simgeler. Halbuki son çıkarılan SGS-SS diye kısaltılan ve “Hitler”i anımsatan sosyal güvenlik reformu, tam tersine bir geri gidişi, doğruyu eğriyle değiştirme anlamına gelmektedir. Bu da bir reform değil, darbedir.
* Her ne kadar, bilinçli işverenler bunun dışında çok daha fazla kayıplarla karşı karşıya kaldıklarını biliyorlarsa da, bunların sayısı çok az olup; toplumda yankı getirecek bir görüntü oluşturamamakta; zaten iş kazalarında sakınmak için gerekli önlemleri aldıkları için de bu görünmez maliyetlerden kaçınmaktadırlar. Aslında, işverenlerin iş kazalarından ötürü kayıpları, bilimsel araştırmalara göre, yukarıda belirttiğimiz miktarların, yaklaşık 4-8 katı kadardır. Çünkü görünmez kayıplar diyebileceğimiz, “işin durdurulması”, “işçilerin çalışmadan geçirdikleri süreler”, “motivasyon kayıpları” vb. Kayıplar işveren tarafından ödenmektedir. Bu alandaki iki çok ünlü araştırmadan birine göre, kayıplar görünen işgünü kayıplarının 4 katı, diğerine göre, 8 katı kayıp saptanmıştır.